Bazen bir soru sadece bir soru değildir. Umuttur, bekleyiştir, korkudur, çaresizliktir… Bazen bir sorudan alacağınız yanıt hayattır. Hayatı belirler.
"Beni seviyor musun?" sorusunun yanıtını bazen incitir, yüreğinizi yaralar. Onulmaz bir acıyla baş başa kaldığınızı düşünürsünüz. Geçer hâlbuki… Geçmez sandığınız en büyük aşk yarası bile geçer. Kalbinizin duracağını zannedersiniz ama durmaz. Daha büyük acı yok sanırsınız, daha büyüğünü yaşayana kadar. Sevdiğiniz birinden ayrı kalsanız da onun bir yerlerde dolaştığını, yaşadığını, ayak izlerinin başka ayak izlerine, soluğunun başka soluklara karıştığını bilirsiniz. Gülümsediğini, sevindiğini, birileriyle sarıldığını, dertleştiğini, öğrendiğini, keşfettiğini…
Bu yazı yazıldığı sırada 60 kişinin ayak izi, sesi, nefesi, gülüşü donmuştu. Hem de bir enkazın altında… 30 Ekim 2020 binlerce insan için yokluğun, acının, yıkımın tarihi oldu…
Alp Cengiz, Buse Demir, Birgül Pandal, Fatma Erçetin, Fatma Öztemel Öztürk, Sadık Keleş, Arda Baran Demir, Ali Kaygusuz…
Başka yollarda başka sokaklarda yürüseniz de sevdiklerinizle adımlarınızın bir gün karşılaşma ihtimalini düşünürsünüz. Bir gün karşılıklı gülümseme ihtimalini. Kucaklaşma ihtimalini. O ihtimal Ali Kaygusuz için artık yok… Buse Demir’in ayak izleri başkasının ayak izlerine karışmayacak, Arda Baran’ın kahkahası duyulmayacak… Çünkü ölüm bütün ihtimallerin son bulmasıdır.
Bu soruyu 21 yıl öncesinden hatırlayanlarımız var. Sakarya - Düzce depremlerinden. Sonra Van, Elazığ… En son İzmir… Bu soruya tutunduk. Bu sorudan medet umduk. Bu soruya sarıldık. Bu soruyla ağladık. Bu soruyla kahrettik.
"Sesimi duyan var mı?"Dünyanın en umut veren, en çok korkutan, en mucize ve en kahırlı sorusudur Duyan yoksa umudun bitişidir, ölümdür enkazın altında… Duyan yoksa çaresizliktir enkazın yanında.
Bu yazının yazıldığı saatlerde 62 kişinin sesini duyan olmadı. 62 kişi daha sesini duyuramadı. Ve bu sayının artacağını da hepimiz biliyoruz.
Çünkü sesimizi duyan yok.
Sadece 2020 yılında şu ana kadar tüm dünyada 6.5 büyüklüğünün üzerinde 22 deprem yaşanmış. Yeni Zellanda’da 7.4 büyüklüğünde yaşanan depremde ölü sayısı 0. Amerika Birleşik Devletleri’nde 7.8 büyüklüğünde yaşanan deprem de ölü sayısı yine 0. Endonezya’da 21 Ağustos’ta yaşanan 6.9 şiddetindeki depremde de öyle. 23 Haziran’da Meksika’da yaşanan 7.4 şiddetindeki depremde ölü sayısı ise 10. Habertürk gazetesinden Barış Kaygusuz haberine göre Türkiye dışındaki 7 farklı ülkede gerçekleşen 6.5 ile 6.9 arasındaki 12 depremde ise sadece 2 kişi yaşamını yitirmiş. Elazığ’da 6.7 büyüklüğündeki depremde 41 kişi hayatını kaybetti. Şimdi de İzmir…
"Deprem vergileri nereye gitti" diyene "bölücü", "deprem toplanma alanlarına ne oldu" diye sorana "vatan haini" diye diye ölüyoruz. Her deprem sonrası konutların güçlendirilmesi gerektiği, önlem alınması gerektiği söylenip duruyor fakat yine yeniden deprem toplanma alanları yapılaşmaya açılıyor. "Her deprem sonrası "Sesimi duyan var mı?" sorusuna kahroluyoruz fakat yine yeniden ‘yer açmak için’ taşıyıcı kolonlar kesiliyor.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu medya çalışanlarına seslenip "aramayın, görüş sormayın" diyor. "Güneşin altında artık söylenmedik bir şey kalmadı. İlgili ve yetkililer ezberini bozmadıkça yapacak bir şey yok" Bir ses var çıkardığımız fakat duyan yok. Deprem bir doğa olayı fakat önlem almamak insan olayıdır. Dünyada bir yıl içinde yaşanan 6.5 ile 6.9 arasındaki 12 depremde sadece iki kişi hayatını kaybediyor, bizim ülkemizde ise sadece bir depremde 40 - 50 insan yaşamından oluyorsa bu "mukadderat" değil cinayettir.
Depremden zarar görmüş insanlara ulaşmaya çalışırken, destek olurken, ararken, yarayı sararken siyaset işe karıştırılmaz elbet. Fakat deprem ülkesinde depreme yönelik tedbirlerin alınmaması, denetimlerin yapılmaması tümüyle siyaset sorunudur. Ve elbette sorumlusu "sesimi duyan var mı?" diyen enkaz altındaki yurttaş değil o sesi zamanında duymayan siyasetçilerdir. Vebal onların boynunadır. Ve bunu "depreme siyaseti karıştırmayın" diyen dâhil herkes biliyor. Her "sesimi duyan var mı" sözünü duyduğumuzda boğazımıza yumru yerleşmesi ondan. Kendimizi çaresiz hissetmemiz ondan. Umutla umutsuzluğun, kahırla, sevincin çarpışması ondan…
Umarım bu son depremden sonra bir şeyler daha hızlı, daha çabuk değişir ve biz bir kez daha bu soruyu enkazın altından ya da yanından duymayız.