“Bakın bakın, böyle zulüm başka bir yerde vardır”
Sur’un dar sokaklarından birinde Ziya Gökalp Mahallesi’ndeyiz. Harabeye dönmüş bir eve bakarken arkamızdan gelen bir kadın söylüyor bu sözleri. Dar sokakta yürürken konuşmaya başlıyoruz. “Burada can güvenliğimiz yok. Kapıdan çıkıyoruz, geri dönecek miyiz bilmiyoruz.” Ziya Gökalp Diyarbakır Sur’da sokağa çıkma yasağı kalkan mahallelerden biri. Yasak kalkmış ama mahalleye girmek öyle kolay değil. Sur’un her tarafı polis barikatlarıyla çevrili. Sokağa çıkma yasağının olduğu mahallelere girerken de polis kontrolünden geçiyorsunuz. Çocuklar okula kar maskeli özel timlerin kontrolünden geçerek gidiyor, işi olanlar işine her sabah GBT kontrolünden geçerek, üst araması yaparak gidip geliyor.
Sokağa çıkma yasağı yok ama sokağa çıkan insan yok. Sokakta bomba sesi, sokakta tank, panzer…
Birkaç yüz metre ötede bodrumda ölümle burun buruna yaşayan 200 insan var… Zulmün büyüğü orada… Bodrumda mahsur kalan 200 kişi arasında çocuklar da var. Hani valiliğin sürekli “sivil olduğu iddia edilen” dediği. Biz oradayken ‘sivil olduğu iddia edilen’ insanlardan biri Diyarbakır milletvekili Sibel Yiğitalp’e mesaj attı. “Sibel, ne olur çocuklarım ölmesin, daha çok küçükler.”
“Daha çok küçükler…” Cümle tükeniyor, söz bitiyor…
“Daha çok küçükler”; alın bu özün üstüne başka sözler koyun. Hadi bu sözlerin üstüne “ama” “fakat” ile başlayan cümleler kurun. Hiçbir söz ya da ses bir çocuğun hayatından daha güçlü değildir. Çünkü; ”AMA” daha çok küçükler. Bir çocuğun sağlığı veya ömrü ise mevzu bahis, hiçbir “ama” o çocuktan daha değerli değildir. Hiçbir değer, hiçbir yasa, hiçbir yasak ve hiçbir bayrak bir çocuğun canından daha aziz değildir.
İşte o çocukların geçtiği sokaklardan geçiyoruz. Tam üç aydır sokağa çıkamayan, oynayamayan, okula gidemeyen o çocukların akranlarına denk geliyoruz. Sur sokaklarında tek tük de olsa çocuk görüyorsunuz. Ama çocukların neşeli seslerini duymanız pek mümkün değil. Çocukların yüzü de sesi de solmuş.
Anneler çocuklarını evde bekler, okul çıkışında, parkta bekler... Onların annesi bir barikatın ardında tam 90 gündür bekliyor. Analar tam doksan gündür çocuklarının bodrumdan çıkmasını bekliyor. Sağ salim... Diyarbakır’da anne- babaların isteği çocuklarının karne başarısı, seviye sınavından alacakları yüksek puan değil bir bodrumdan canlı çıkabilmeleri… Çocukların derdi arkadaşının saçını çekmek, karşı takımın kalesine bir gol daha atmak değil, anne babasına bir kez daha sarılmak. Yani YAŞAMAK…
Bodrumdan mesajlar geliyor. Cizre’yi duyan çocuklar yanma ihtimaline karşı tellere isimlerini yazıp boyunlarına asmış.
8-12 yaşındaki çocuklar oyun oynayacakları, okula gidecekleri, bin bir yaramazlık yapacakları yaşta bir bodrumda hayatta kalmaya çalışıyor. Üstüne bomba yağıyor, ateş ediliyor…
Çocuklar yanma ihtimaline karşı bakır tellerle isimlerini yazıp boyunlarına asıyor. Meğer şimdiye kadar "korkunç" kelimesini çok hoyrat kullanmışız.
90 gün oldu… Çocuklar bir bodrumda… Binlerce bombaya, havan topuna, keskin nişancıya karşı çocukların küçük elleri var… İncecik sesleri… Bakır tellere yazdıkları isimleri…