Ceylan Önkol hayvanları otlatıyordu.
Uğur Kaymaz evinin önündeydi ayağında terlik vardı.
Roboskili 34 köylü 50 lira için sınırdan çay ve şeker geçiriyordu.
Berkin Elvan ekmek almaya gidiyordu.
Ali İsmail “Vurmayın öldüm” diyordu.
Uğur Kurt Okmeydanı’na eyleme değil cenazeye gelmişti
Orhan Aslan ve Emrah Aydemir ekmek yapmaya gidiyordu.
Suruç’ta katledilen 32 genç oyuncak götürüyordu.
9 yaşındaki Veysel Atılgan Barış mitingine gitmişti
Dilek Doğan evindeydi ve polise “galoş giyin” dedi…
Yukarda saydıklarım son birkaç yılın ölüm listesinden bir seçki. Simgeleşmiş isimlerden... Çoğu 30 yaşını bile görmemiş olacakgenç hatta çocuk ölümlerin çetelesi… Son 13 yılda yüzün üzerinde çocuk öldü… Ve biz her seferinde o çocukların ne kadar masum olduğunu anlatmak için çırpındık, çırpınıyoruz.
Ceylan’ı suçlu bulan savcının, Uğur’un terörist olduğunu savunan polisin, “onlar da kaçakçı” diyen gazetecinin, elinde sapan vardı diyen Başbakan’ın, “orada ne işi vardı” diyen bakanın, “Arkadaşları dövdü” diyen valinin yanıldığını biz ispatlamak zorunda kaldık.
Bizim arkadaşlarımız, çocuklarımız, kardeşlerimiz öldü-RÜLDÜ... Devlet tarafından… Yasal mermi ve bombalarla… Biz hep o çocukların, o insanların ne kadar masum ve ne kadar “çocuk” olduklarını anlatmak zorunda kaldık. Yasını tutamadık insanların daha cenazeleri kalkmadan nasıl “terörist” oldukları devlet eliyle yayıldı. Dosyalarına gizlilik kararları konuldu. Cenazelerine gitmek tabutunu taşımak bile yasaklandı… Katilin hiç suçu yoktu!
Katilin hiçbir şekilde sorgulanmayıp sürekli ölenin suçlandığı bir garip döngünün içindeyiz. Ve hiç bitmiyor. Sürekli ölümünü açıklayan taraf, sürekli savunması istenen taraf biz oluyoruz. Öldüren tarafın ve öldüren tarafı savunanların arsızlığı pervasızlığı gün geçtikçe artıyor. Daha önce öldürülen çocuklar için “Sokakta ne işi vardı” deniyordu ama Dilek Doğan evindeydi ve birileri hiç utanmadan arlanmadan “benim evim neden basılmıyor, polis beni neden vurmuyor” dedi diyebildi.
Ceylan hayvan otlatmıyor olabilirdi. Berkin’in elinde sapan olabilirdi. Uğur Kurt cenazeye değil eyleme gitmiş olabilirdi. Dilek “galoş giyin” dememiş olabilirdi.
Bütün bunlar “olsa” bile devlet öldüremez. Devlet sıkça çokça dile pelesenk edilen ve bütün devrimci örgütlere, kurumlara hatta siyasi partilere atıf yapıldığı gibi “terör örgütü” değilse insan öldüremez.
Devlet, kamuyu korur, yaşatır, güvenliğini alır. Devlet kamunun canını almaz! Alamaz… Devlet öldürmekte “haklı” ve “meşru” olamaz.
Devletin kendine itiraz ediyor diye, muhalif diye çocuk ya da yetişkin hiç kimseyi öldürme hakkı yoktur. Öldürürse haklı değil “Katil” olur.
Bıktık…
Sürekli masum olduğumuzu anlatmaktan bıktık…
Sürekli ölmeyi hak etmediğimizi ispatlamaya çalışmaktan bıktık…
14 yaşında bir çocuğun elinde sapan olsa bile “masumiyetini” ispatlamak zorunda kalmaktan bıktık…
“Terörist” de olsa bir insanın cansız bedeninin panzer ardında sürüklenemeyeceğini söylemekten bıktık…
Ölmekten bıktık biz…
Ölenlerin kuş gibi hafif tabutlarını taşımaktan bıktık…
Onlar öldürmekten bıkmadı…
Şimdi Dilek Doğan’ı annesinin gözü önünde öldürene “katil” demeyelim öyle mi?
Peki ne diyelim?