1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması ile ilgili Başbakan’ın “artık bu şımarıklıkları bırakın” sözlerini duyduğumdan beri şımarmak sözü bumerang gibi beynimde dönüyor. Sosyal medyada yapılan esprilerin aksine bu sözler beni güldürmedi.
Başbakan şımarıklık deyince oğlunun aldığı gemicikleri, bakan oğullarının ayakkabı kutularına sığdıramadıkları paraları anlıyor olabilir. Bizim için ise şımarmak farklı… Çünkü biz sadece annesinin, sevgilisinin yakın arkadaşlarının yanında şımarabilen çocuklardık. Biz şımarmak deyince eve geç geldik diye kızan annemizi kucaklayıp, gıdıklamayı ve yüzünü güldürene kadar bırakmamayı anlıyoruz. Şımarmak deyince birkaç saat beklettiğimiz sevdiğimizin öfkesini gidermek için yüzümüze en çok yakışan ifadeyi takınıp “haklısın ama sor bi bak” Demeyi anlıyoruz. Şımarmak deyince kazağını alıp kaybettiğimiz arkadaşımızın serzenişine “benden daha mı kıymetli” deyip başımızı yana eğip bakmayı anlıyoruz.
Koskoca umutlar sığdırdığımız ve şımarık bir devlet tarafından elimizden alınmış bir hayatı, bir tarihi hep böyle yaşadık… Hiçbir şeyi şımarıklığımız sayesinde kazanmadık. Neyi aldıysak inadımız, kavgamız sayesinde aldık. Kimse bize bir şey bahşetmedi. Açılan her yolun, her kazanımın bir bedeli vardı ve hep bu ülkenin çocukları tarafından fazlasıyla ödendi. Bunun da hiç lafı bile edilmedi. Taksim’de 1 Mayıs’da bunlardan biri. Hatta en önemlisi. Bu ülke halklarının bedeli fazlasıyla ödediği devletten alacaklı olduğu bir 1 Mayıs tarihi var.
Taksim bizim şımarıklığımız değil tarihimizdir
1 Mayıs ı ilk kez 12 Eylül'ün ilk aylarında duymuştum. Benim bir türlü beceremediğim bir marşı söyletmeye çalışıyordu o zamanlar kaçak olan bir abi. “Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır ...” Şimdi bu satırları okuyalar “O yaşta bir çocuğa bu marş öğretilir mi?” diyebilir. Oysa o günlerde o yaştaki çocukların uyuduğu evler basılıyor anneleri, babaları, abileri ablaları bilinmeze götürülüyordu. O yaşta çocuklar babaları konuşsun diye günlerce şubede bekletiliyor işkence odalarına alınıyordu… O yaşta çocuklar hapishane önlerinde bekliyordu. Ve Metris’in önünde durmak onlar için bir türkü değil saatlerce ayazda beklemek, “görüş yok” bağrışından sonra gelen asker dipçikleriyle aylardır görülmeyen o insanı göremeden geri dönmekti… Ez cümle günlerin getirdiği hakikaten baskı, zulüm ve kandı…
Nergisin bir çiçek adı olduğunu öğrenmeden 1 Mayıs 77’de öldürülen birinin adı olduğunu öğrenen çocuklardık biz. Meydanlarda el ele yürüyen işçi çocuklarıydık ve elbiselerimiz onlarınki gibi güzel olmasa da hepimiz en az işveren çocukları kadar sevimliydik. Öldürülenlerin adlarını taşıyan kardeşlerimiz doğmuştu. 1 Mayıs 77 bizim geçmişimizdi… Aklımız biraz daha ermeye başladığında 34 kişinin neden öldürüldüğünü soruyorduk her şeyi bildiğini sandığımız öğretmenlerimize. Ve hiç birimiz mantıklı bir yanıt alamıyorduk. Öğretmenin suçu yoktu devletin bayram diye gidilen bir yerde 34 kişiyi öldürmesinin mantıklı bir açıklaması yoktu hala yok…
Bir tarih yazılıyordu ve biz o tarihin küçük bir parçasıydık sonra o tarih bizim olacaktı bilmiyorduk. İlk 1 Mayısa gitmeye niyetlendiğimde Berkin’le aynı yaştaydım. Çok karışık olacak deyip göndermediler. 19 yaşındaki Mehmet Akif Dalcı o yıl öldürüldü. “Mehmet abiydi” o zamanlar. Biz büyüdük o hep 19 yaşında kaldı elindeki taş hala duruyor.
Bir bayram gibi kutladığımız 1 Mayısımız olmadı bizim. Bayram telaşında başlansa da sonu da hep kan vardı. Uğur ve Şengül 1 Mayıs'tan bir gün evvel vuruldu öğrenci evinde yasal mermilerle. Ertesi gün kutlanacak 1 Mayıs için pankart hazırlıyorlardı. Dönemin verdiği yetkiyle şımarmış polis evlerini bastı Uğur ve Şengül’ü oracıkta öldürüldü. Polisin evde bulduğu tek şey yarım kalmış “Yaşasın 1 Mayıs” pankartı oldu. 19 yaşındaydı Uğur. Her 1 Mayıs pankartına baktığımızda onun tamamlayamadığı pankartı da görüp yutkunan insan hiç de az değil. Her 1 Mayıs pankartında Uğur ve Şengül’ün yarım kalan “Yaşasın” sözleri var.
1996… Hasan Albayrak, Dursun Odabaş ve Yalçın Levent… Yıllar geçiyor ölümler çoğalıyordu… Ve ölümler kimseyi şımartmıyor sade öfkelendiriyordu.
1 Mayıs’ta hiç şımarmadık biz. Gaz yedik, coplandık, gözaltına alındık, tutuklandık, öldüresiye dövüldük… Hatta öldük. Ve ölmek şımarmak değildi. Ölmek ölmekti ve ölenler bir tarih bırakıyordu. Biz borçlandık sayıyorduk kendimizi devletin ödemesi gereken bedeli biz ödemeye çalışıyorduk. 1 Mayıs sadece işçi bayramı değil bu ülkede bayram gibi kutlansın diye ölenlere boyun borcuydu. 34 emekçinin canıyla adını verdiği 1 Mayıs alanı da Taksim’di. 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak, Taksim’e çıkmak bir anlamda onlara selam vermekti, helallik almaktı. Bizim Taksim’de bir tarihimiz vardı… Sıkılan onca gaza, dayağa, can pahasına Taksim’de olmak onlarla omuz omuza olmaktı. Çünkü onlar şımarmamışlar ölmüşlerdi…
Yıllar sonra 1 Mayıs'ta Taksim'e vardığımızda Taksim’de 1 Mayıs hayali kurduğumuz bir çok insan artık yoktu ve onların yoklukları gerçekten çok zordu. Gözlerimizde biriken yaş da, çocuklar gibi sevinmemiz de, o meydanı hıncahınç doldurmamız da bundandı. Taksim de olmak Uğur’a gülümsemekti, bir Nergis e dokunmaktı, Mehmet’e “geldik be kardeş” demekti... Bir gencin elinde taşıdığı İlker’in yakışıklı resmine göz kırpmaktı… Yutkunmaktı yanımızdakine çaktırmadan iki damla gözyaşı akıtmaktı, hiç tanımadığın birine sarılmaktı onlara sarılır gibi…
Cümle yitirdiklerimizdir Taksim’de 1 Mayıs... Ve bu cümle yitirdiklerimiz bizim şımarıklığımız değil tarihimizdir…
Bizim bir 1 Mayısımız vardı sonra bir 1 Haziranımız oldu
Bizim Taksim’de bir 1 Mayısımız vardı.... Sonra yine Taksim’den yayılan bir 1 Haziranımız oldu.... Mehmet'in elindeki taşı Ethem, Uğur’un gülüşünü Ali İsmail aldı... Gezi ilk önce Taksim’e sonra bütün bir ülkeye başka bir anlam kattı.
Berkin, Medeni, Abdocan, Ahmet, Mehmet, Hasan Ferit… Bu yıl 1 Mayıs coşkusunu yaşayamayacak… Hiçbir şehrin hiçbir meydanında olamayacaklar. Şımarık oldukları ya da olmadıkları için değil, hükümetin en üst makamındaki yetkilisinin polise verdiği geniş yetkiler yüzünden öldürüldükleri için…
Kimse ama hiç kimse ancak annesinin, yarinin, yoldaşının yanında şımarabilen canım canım gençlerimizi öldürüp hem de döve döve öldürüp sonra da “şımarıklık” ettiğimizi söyleyemez.
Şımarmıyoruz, öldürülüyoruz… Hem de devletin gazı ve mermisiyle…
Taksim bizim şımarıklığımız değil tarihimizdir. Ve bu yüzden 1 Mayıs’ta Ethem'in kararlılığı, Ali'nin neşesi, Ahmet’in çoşkusu, Medeninin inadı, Berk'in çocukluğuyla orada olacağız. Cümle yitirdiklerimize en yakışıklısından bir selam çakacağız. Yine gözümüzde yaşlar olacak, yine çaktırmayacağız, yine yutkunacağız ama o meydana geleceğiz.
Oraya cenk etmeye gelmiyoruz. Devletin yıllardır şımarıkça bile değil zalimce öldürdüklerini anmaya, onlarla kucaklaşmaya geliyoruz. Şımarmadık… Öldük hem de çok... Ve velev ki size göre öyle şımardık ... Bunu da bize yazın...