"Çağrışımlardan çağrışım beğen!”
Kiminin gözünü kan bürür, kiminin rant! Ama yeni haberlere göre 43 km uzunluğundaki Kanal İstanbul projesinde öngörülen nüfus azaltılıp, yapılar da yüksek olmayacakmış. Memnun mu olunmalı?
Bilincimdeki söylenmeler beni Sen Petersburg’taki ev sahibimin içtiği sigaraya kadar götürdü, daha öteye götürürdü de “hele dur” dedim...
16 yıl öncesiydi ve 81 yaşındaydı Tatyana Mihaylovna. Leningrad’ın Stari Nevski Sokağı’ndaki evini, araba parası biriktirmek için bana kiraya vermiş kendisi de akranı bir arkadaşının yanına geçmişti (Arkadaşının teyzesi de devrim sırasında İstanbul’a göçenlerden biriydi. Aklımın yürütmelerine “Hele dur” buyurduğum için, ötesine gidip kadının Cadde-i Kebir’de açtığı kürkçü dükkanını, yanındaki çırağın sonradan Türkiye’nin sayılı zenginlerinden olması çağrışımlarına da geçidi kapamalı).
Tatyana Mihaylovna ile ne kahkahalar atar, ne kavgalar ederdik, galiba sevmiştik birbirimizi. SSCB dağıldıktan sonra kocasının intihar ettiğini, hüzünle ama normal bir şeymiş gibi anlatmıştı. Yolu düştüyse geçerken şantiyeme uğrar, neredeyse yarısından fazlası boş bir kağıt silindir olan filtresiz “Belomorkanal” marka sigarasını çıkarır, tütünlü kısmın gerisindeki o boş kağıt boruyu parmaklarıyla dümdüz eder ve yakardı diğer ucunu. Yanında da sade pişmiş Türk kahvesi. Keyif alırdım ziyaretinden, o anlardan. Bu seremoninin hatırına sigara tüttürmeğe bile başlamışlığım vardır, ama ille o sigarayı; adını SSCB’nin kuzeyindeki nehirleri Beyaz Deniz’e bağlamak için 1931-1934 yıllarında yapılmış bir kanaldan almış olan Belomorkanal’ı...
Stalin’in adını taşıyan Beyaz Deniz-Baltık Kanalı inşaatı, Sovyet döneminin en büyük inşaat projelerindenmiş. Rivayete göre ilk 1702 yılında 1. Petro zamanında düşünülmüş. Yazılı kaynaklardaki bilgilere göre 227 km uzunluğundaki kanalın 20 ayda bitmesi planlanmış. Kıyaslama olanağı vermesi için Panama Kanalı’nın 80 km ve 28 yılda bittiği, Süveyş Kanalı’nın da 160 km ve 10 yılda bittiği belirtilir.
Kanal inşaatı, başlamasından 21 ay sonra 1933 yılında tamamlanmış. Sistem karşıtı siyasi suçluların toplumdan soyutlanması için oluşturulan çalışma kamplarındaki (GULAG) mahkumlardan oluşan yaklaşık 126 000 insanın el emeğiyle inşa edilmiş (Bir anekdota göre kanalın sol tarafında rejim karşıtı fıkra anlatanların, sağ tarafında da onları dinleyenlerin çalıştırıldığı söylenir). Kayıtlara göre inşaat sürecinde ölen 12318 tutuklunun mezarları kanal boyunca sıralanmaktaymış. Meraklısı şu linkte yer alan propaganda filminde bazı görüntüleri izleyebilir.
Kanal bitmeye yakın yazar ve gazetecilerden oluşan 120 kişilik bir grup kanal inşaatını gezmeye gönderilmiş ve aralarında Maksim Gorki, Mihail Zoşenko gibi isimlerin de olduğu 36 kişi görüşlerini yazıp kitap haline getirmiş. Bu ziyaret sırasında çekilen ve yakınlarda sergilenen fotoğraflardaki, beyaz giysili ve pırıl pırıl ayakkabılı işçilerin bulunduğu görüntülerde yılgın ve umutsuz yüz ifadelerini yakalamak mümkün.
Bu seyahatle ilgili olarak Vera Tulyakova Hikmet, Bahtiyar Ol Nâzım başlıklı kitabında bazı anılarına yer verir (Çeviri: Hülya Arslan, YKY, 2008, s.79-82.). Leningrad’ın en lüks oteli “Avrupa”da bir araya gelip ağırlanan yazarlar sonrasında gemiyle çalışma kamplarının olduğu bölgelere giderler. Tutukluların yaşamlarını ve yeniden eğitilmelerinin nasıl gerçekleştiğini yazacaklardır. “Maksim Gorki gibi bilge bir proleter yazarın, en korkunç hapisanelerden birine gidip hiçbir şey anlamadan oranın Sovyet hükümlü cenneti olduğunu söyleyip övebilmesini” dostu Zoşenko’yla konuyu tartışan Nâzım Hikmet’in aklı almaz bir türlü.
1960’lı yılların başında Vera Tulyakova ile birlikte Aleksey Tolstoy’un karısına yaptıkları bir ziyarette bir diğer konuk olan Gorki’nin ilk karısına da dayanamaz sorar ve “Bir şey yapabilmek olası değildi. Biz kendi oğlumuzu da aynı yolda yitirdik.” yanıtını alır. Karısı, Gorki’nin son fotoğraflarında gözlerine bakmasını önerir.
Bu görüşmesinden yaklaşık 20 yıl önce hapisteki Nâzım Hikmet, İstanbul’u destanının bir yerinde şöyle anlatır:
"Biz ki İstanbul şehriyiz, güzelizdir, dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir."
Şimdi o denizler yetmiyor: Bir de kanalla yarılacak İstanbul.
Projeler henüz ortada yok. Kanal İstanbul’un güzerhahındaki 38 500 hektarlık alanla ilgili plan yapma yetkisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve başkanlığın ortaklığındaki Boğaziçi İnşaat Müşavirlik AŞ (BİMTAŞ) arasında yapılan protokolle, Bakanlık’tan belediyeye devredildi. Söz konusu alan, Bakanlar Kurulu Kararları uyarınca, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların dönüştürülmesi Hakkında Kanun” kapsamında “Rezerv Yapı Alanı” olarak belirlenmişti. Ancak bu alanın yapılaşmaya açılması için yürütülecek plan ve projelerin, İstanbul’un 1/100 bin ölçekli Çevre Düzeni Planı Revizyonu ile 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama planlarına uygun hazırlanması gerekiyor.
Konuyla ilgili olarak Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi “...ekonomik ömrü Bakanlıkça 100 yıl olarak belirlenen ‘siyasi ve ekonomik’ rant yatırımı adına milyonlarca yılda oluşmuş, İstanbul kuzeyindeki yaşam kaynaklarını ve bütün Marmara bölgesinin doğal ve ekolojik yapı ve dengesinin yok edilmesine yol açan; başta İstanbul Çevre Düzeni Planı yaklaşımına, evrensel şehircilik plan ve ilkelerine ve kamu yararına açıkça aykırı olan bu planların iptali istemi” ile geçtiğimiz yıl dava açmıştı.
43 kilometre uzunluğundaki Kanal İstanbul projesinin gerçekleşmesi sonucunda olabilecek felaketleri çeşitli dallardan uzmanlar birbiri ardına sıralıyor. Bu kanalın, iki denizi bağlayan Süveyş ve Panama kanallarıyla kıyaslanmaması gereği de kimilerince vurgulanıyor. Bunlar ekolojik faktörler. Şehircilik olarak da geniş boyutları var.
Son yirmi yılda İstanbul’un kent planlaması olarak ne hâle getirildiği artık getirenleri de rahatsız ediyor. Bir zamanlar Park Otel inşaatına el ve izin veren dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan ortaya çıkan betonarme konstrüksiyonu görünce “Bu haliyle beni de rahatsız ediyor” gibi bir şeyler söylemişti. Neyse ki sonraki başkan Nurettin Sözen’in azmiyle en azından otelin o umacı yüksekliğinden kurtuldu bu şehir. Yakınlarda da siluet katili 16/9 kuleleri için bir küslük, kırgınlık olduğu temaşa ettirilmişti, o kadar!
Tarihi yarımada, Haliç ve Süleymaniye Camii panoramalarını katleden köprüye alışmamız hatta beğenmemiz öğretiliyor, dizi filmlerde bu köprü manzaralı lokantalarda başbaşa yemek sahneleriyle özendiriliyor. Tarihi yapılarla dokunmuş olan bir parselin içine inşa edilen çağdaş, şık ama yaban binaları ve “koruma(!)” prensibini benimsememiz dayatılıyor. Boş alan bırakılmıyor. Şehrin merkezi dışındaki (Bahçeşehir gibi) şehircilik planı olan, planlı oluşmuş ve yaşamaya başlamış bölgelerdeki mevcut projeler yok sayılıp; yepyeni ve tekil, birbiriyle ilgisiz 40’a varan çok katlı ve pek çok sayıda dip dibe ve artık satılamayan yapılarla doldurulabiliyor.
Şimdilerde de bir milyon iki yüz bin nüfuslu Kanal İstanbul projesinin nüfusunun beş yüz bin olarak ön görülmesi ve 6 kattan yüksek yapı yapılmaması gündemde. Bu kişisel bir düşünce midir, tartışmalar sonucu alınarak iletilmiş bir karar mıdır sual olunmuyor!
Şehrin bunca katlinden ve iki mislinden fazla yoğunluklu planlamadan vaz geçilmiş olunmasına memnun mu olunmalı, takdir mi edilmeli?.. Yıllarca önce yurtdışındaki çok haz alarak başladığım bir projede, işçi hakları ve iş güvenliğiyle ilgili bir toplantıda üst yöneticim “ölümü göster, hastalığa razı olsunlar” demişti. İçimde ukdedir devam etmediğim o güzelim restorasyon projesi.
Park Otel’in şimdiki haline razı olmamız gibi Yeni İstanbul’a da mı razı olmalıyız?
“Biz ki İstanbul şehriyiz, Yüce Türk halkı, Malûmun olsun çektiğimiz acılar...”