Geçtiğimiz hafta Adana’dan başlayıp Konya’da noktalanan devingen bir yolculuktaydım. Silifke durağımda ziyarete gittiğim bir emekli memur evinde 16 yaşında bir çocuğun tutuklandığı öfke, şaşkınlık ve üzüntüyle söylenince haberdar oldum.
Konya’da düzenlenen Kubilay’ı anma töreninde liseli bir genç Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklanmıştı. Nail Çakırhan’ın anlattıklarını anımsadım. “Ne günlerden...” diye düşünürken Arif Keskiner aynı çağrışımla aradı, uzun uzun ortak dostumuz Nail Bey’i ve o günlerini andık.
Nail Bey’in Erden Akbulut’la yaptığı söyleşileri TÜSTAV yayımlamıştı. Çok da fazla yorumda bulunmaya gerek görmeksizin; aynı şehirde, yine Konya’da, yaklaşık 90 yıl önce Konya Lisesi’nde öğrenci olan 1910 doğumlu Nail Çakırhan’ın sorgulama sürecini kendi anlatımından, kişileri kıyaslamaksızın okuyalım:
“Lise yılları devam ediyor. Ben artık dergiciliği bırakma niyetinde değilim. Lise sonda bir arkadaşla ‘Halka Doğru’ dergisini çıkarmaya başladık. İlk sayısını 100 tane bastık. Öğretmen okulunda okuyan Rıza Polat diye birisi vardı, arkadaş olmuştuk. Gerekli parayı o verdi (Kendisi daha sonra milletvekili oldu). ‘Halka Doğru’ dergisinde yayınladığım kendi şiirim ‘Alev Yağmuru’ ile başım derde girdi. Bu şiirde derebeylere, ağalara karşı çıkıyordum. Çocukluğumda Ula’da büyük toprak sahibi bir Hasan Çavuş ailesi vardı. Okula gitmek için onun mahallesinden geçmek zorunda kalırdık. Hasan Çavuşlar’ın çocukları bizi geçirmek istemez taş atarlardı. Bu dönem bende bir tepki yaratmıştı. Bu tepkiler nedeniyle şiirde derebeylere hitap ediyordum. Şiirde geçen müstebit (diktatör) sözüyle Atatürk’ü kastettiğim zannedilmiş. Oysa benim böyle bir şey söylemem mümkün değildi. Yaptıklarına büyük bir sevgi ve bağlılık duyuyordum, biz o kuşakta yetişmiş gençlerdik. O tarihlerde lise dört yıldı. Mezun olmak için bakolarya sınavlarını vermek gerekiyordu. Bakolarya sınavlarına girerken gözaltına alındım. O gün felsefeden imtihan vardı . Polis geldi beni aldı. Hem sorgulama yapıyorlardı, hem de aynı zamanda polis nezaretinde ben imtihanlara girip çıkıyordum. Vali beni çok severdi. Mektepten ayrı kalmamam için böyle bir yol bulmuştu. Sonunda sorgulama faslı bitti. Ben sorguda söylediklerimi savcıya da anlattım. Şiirin ülkemizdeki derebeyi kalıntılarına karşı yazıldığını, müstebit sözcüğü ile kast edilenin onlar olduğunu, Atatürk’ün de esasen onlara karşı olduğunu anlattım. Savcı benim yanımda Ankara’ya telefon etti. Ben yanındayım, konuşanları duyuyorum. Savcı benim söylediklerimi aynen Ankara’ya da aktardı. Karşıdan ‘bırakın çocuğu, ayıptır’ diyordu. Bu talimatı veren Atatürk’tü.”
Liseli bir yeniyetmeyi tutuklama işgüzarlığında bulunanların kendi çocukluklarını anımsamayacaklarını varsaysak bile güncel yaşamlarında hiç mi 16 yaşında bir birey yoktur, evlat, yeğen, komşu çocuğu...
Kötü benlik, düşünceyi, algıyı ve kararları da belirliyor. Hukuk cambazları liseli bir çocuğun tutuklanmasına olanak veren bir sürü yasa maddeleri öne sürebilir. Ancak kimi zaman hukuki olan başkadır, adil olan başka. Çocuğun tutuksuz yargılanması ayıbın sürmesidir. Bu olay da, böylesi bir kararın alınabildiği günlere getiren kişi ve grupları, bir zamanlar özgürlük ve demokrasi mücadelecisi olarak görüp savunanların yüzlerine serpilmiş bir avuç soğuk su gibi olmalıdır.