“Şikâyetim var cümle yasaktan, sussan olmuyor, yazmasan olmaz …“
Yargıtay Başkanlığı, “Adli yıl açılış töreninin Saray’da yapılması, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını zedelemez” dediğinde hatırlamıştım bu şarkıyı. Yargının nasıl taraflı ve bağımlı olabileceğinin işaretiydi o kabul. O günden bu yana her hukuksuzlukta, her KHK çıktığında, her OHAL uygulamasında, belediyelere her kayyım atanışında, eş başkanlar, belediye başkanları, vekiller, gazeteciler, avukatlar, kanaat önderleri cezaevine konurken dilime takılıyordu şarkı. Bugünlerde ise aralıksız aklımdaydı ki YSK, AKP’nin itirazını kısmen kabul etmedi. Şaşırdım, sevindim sonra üzüldüm. YSK’nın kısmen de olsa hukuka uygun bir karar alacağından kuşkum varmış.
Siyasetin ve toplumun gündeminde hukuk var. AKP, itiraza doymuyor. YSK’ya tekrar itiraz edeceklermiş. Esas mesele itiraz etmelerinden çok, yurttaşlar olarak bizim “İmamoğlu kazanmışsa mazbatası verilir, işimize gücümüze bakalım” diyemiyor olmamızda. Kaygılıyız. Nasıl olmayalım? Bir hukuk devletinde Cumhurbaşkanı da olsa kimse ‘14.000 farkla İstanbul yönetilemez’ diyemez. Ya da hiç kimse devlet isterse sokağa çıkacaklarını söyleyemez. Ya da parti sözcüleri, görevini yerine getiren baroları suçlayamaz. Hepimiz bunların kişisel görüş ifade etmenin ötesinde olduğunu iliklerimize kadar hissediyoruz, ne anlama geldiğini biliyoruz.
Romalılar daha MÖ 5. yüzyılda (452) oluşturdukları hukuk kurallarını 12 levhada yazılı hale getirmişler. İnsanlığın gücün, kuvvetin, silahın hakim olduğu dönemden hukuk düzenine geçişi bu kadar eskiyken hâlâ hukuka uygun davranılacağına güvenemiyor olmak hepimizi incitiyor. Toplum olarak nefesimizi tuttuk bekliyoruz. Vatandaş öyle güvensiz ki, verdiğim oya sahip çık diye partisine baskı yapıyor.
Hukuk, iktidarın kaynağı ve meşruluğunun referansıdır. Hukuk devletinde keyfiliğe, kayırmaya, kimsenin sıfatına göre davranmaya yer yoktur. Devlet egemenliği dendiğinde, hukukun egemenliği anlaşılır. Hukukun özü, herkesin hakkını alabilmesidir. Amaç adaleti, hakikati ve özgürlüğü sağlamaktır. Kurallara da yargı kararlarına da asıl olarak bağlayıcılığını veren de onun adalete uygun olup olmadığıdır.
Toplumda yaygın bir adalet talebi var. Bunu hepimiz görüyoruz. Yargı üyeleri de görmeli. Adalete olan güvenini kaybetmiş bir toplum ürkütücüdür, bunu en çok onların hatırlaması gerekir. Anayasanın 138. maddesinde hakimlerin anayasaya, kanunlara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verecekleri, hiçbir makamın onlara talimat veremeyeceği hüküm altına alınmıştır. Hukuk meşruluk ölçüsü olacağına gayrimeşruluğun kaynaklarından biri haline getirilmemelidir. Hukuk kuralları herkes için geçerlidir. İstisnası yoktur. Devlet de kendini devlet sananlar da koydukları kurallara uymalıdır.
İnsanların çoğu kamplaşmanın tarafı değildir, vicdanının en derininde neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirler. Bugün de biliyorlar. Ne var ki bir süredir hukuk meşruluk ölçüsü olmaktan çıktığı için kaygılılar. Yargıda cesaretle hukuku, hukukun üstünlüğünü, gerçeği, adil olanı, doğruları savunan bir temsiliyetin varlığını hissetmeye hasretiz.
Türkiye’nin hukuk ve yargı sorununun sadece mevzuatın olumsuzluğundan kaynaklanmadığını, bu metinlere hayat veren, yorumlayan ve uygulayanların da sorunun kaynağında bulunduğunu biliyoruz. Gazete ve televizyonlarda hemen her gün, insanlara “böyle adalet olmaz olsun” dedirten bir mahkeme kararı, bir savcılık uygulaması görüyor, okuyoruz. Yurttaşlar, hak ve özgürlüklerini iktidara karşı korumayan bir yargı sisteminin olduğu yerde, yargıya güvenini kaybeder. Böylesi bir yargıç ve yargılama kültürü, totaliter, otoriter bir yönetimin baskıcı ve zalim uygulamalarına zemin yaratır.
Çağdaş demokratik rejimlerde, insan hak ve özgürlüklerini en başta devlete, iktidara karşı koruma görevi yargıya verilmiştir. Bu nedenle yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi ve savunma dokunulmazlığı kavramları ortaya çıkmış, yargı kurumuna bu işlevinden ötürü ayrıcalık tanınmıştır. Evet, yargının bağımsızlığını sağlayacak düzenlemeler yok. Evet yargıçlar ağır baskı altındalar, biliyoruz. Yine de onlardan hukuka uygun davranmalarını beklemeye, istemeye hakkımız var. Hukuka sığınamayacaksa insan, nereye sığınacak? Yargıca güvenemezse kime güvenecek? Hukuk niçin vardır sorusunun bir yanıtı olmalı, bu yanıt vicdanımızı sızlatmamalıdır.