Vaktimin çoğunu gelecek temalı konuları gözden geçirerek; iklim değişikliği ve göç arasındaki bağlantılara bakarak geçirirken, bir soru kafamı oldukça kurcaladı.
Türkiye hızla çok kültürlü bir toplum olma yolunda gidiyor.
Kastım bir zamanlar yerleşik bir Ermeni veya Musevi nüfusu vardı tarzında nostaljik bir çok kültürlülük değil.
Fakat Türk kültürü ile ortak noktası az olan ama yerleşik olarak Türkiye'nin bir parçası haline gelen Orta Doğu, Hint Alt kıtası ve Orta Asya'dan gelen yerleşik göçten bahsediyorum.
Bin yıldır bu topraklarda yerleşik olan nüfuslar bir arada huzur içinde yaşayamıyorsa gelecekte bunun nasıl bir şekil alacağı sorular oluşturuyor.
Belki en bariz örneği Aleviler.
Birkaç yıl önce yakın dostluğumuz olan bir ailenin o sıralarda 12 yaşında olan kızı din dersi sınavına girmişti. Basit bir sorunun doğru şıkkını, babasının tuttuğu orucu hatırlayarak hızla cevapladı:
"Oruç ne zaman tutulur?"
a- Ramazan Bayramı'nda,
b- Kurban Bayramı'nda,
c- Muharrem ayında,
d- Ramazan ayında.
Din öğretmeninin sınıfında bulmayı en çok arzuladığı durum ortaya çıkmıştı. Öğrenciyi sınıfın önünde aşağıladı ve azarladı. Küçük kız kendisinin Alevi olduğunu o gün öğrendi.
Eve döndüğünde, doğru cevap verdiği halde neden hem zayıf alıp hem aşağılandığını sordu. Ailesi kızlarının, kendi uğradıkları ayrımcılığa uğramaması için mezhepleri hakkında hiç bilgi vermemişler, çocuğun hayatın doğal akışı içinde büyümesini istemişlerdi. Ancak baskın kültürün doğal akışı, onların umduğu gibi ilerlemiyordu.
Olay orada kapanmadı. Küçük kız sonraki haftalarda diğer öğrencilerin sessizce kendisinden uzaklaştığını, bir şekilde istenmediğini hissetti. Aile, çocuğu İstanbul'un iyi semtlerinden birindeki okuldan aldı, kaydını kim olduğunun bilinmediği uzak bir okula yaptırdı. Aynı kâbusun tekrarlanmaması için bu kez kızlarını sıkı sıkıya tembihlemişlerdi.
Şair Haydar Ergülen, ortaokulda kendisinin Alevi olduğunun, şimdilerde muhtemelen çok yüksek bir makamda olan din hocasının sınıfın önünde, sadece ona namaz kıldırmasıyla bilindiğini yazdı.
Kuşkusuz bu geleneksel zorlamaya okula gitmiş hemen her Alevi maruz kalmıştır. İronik olan, bu konu insan hakları savunucularının dikkatini hiç çekmemiştir. Yakılmaktan, sürülmeye, kitlesel katliamdan devlette makam vermemeye kadar en ağır nefret saldırıları Alevilerin başına gelmiştir ama olması gereken buymuş gibi algılanmıştır.
Çok örselenmiş hırpalanmış hayatlarına; kurduğu seküler rejimle nefes aldırdığı için Atatürk'e, benzeri görülmemiş derecede sadıktırlar.
Seslerinin, sazlarının ve sözlerinin yasak olduğu yedi yüzyıllık geçmişlerinde sadece türküleriyle ayakta kalmayı başarmış olan bu topluluğun hak ihlalleri Türk akademilerinin tartışma başlıklarında yer almamıştır. Düşünsel kaynaklarını ülkedeki gerilim hatlarını anlamaya değil, batı sosyolojisinin verilerine dayandırdıkları için; canlı mezhep nefretinin derin kodlarına değer vermemişlerdir.
Sekülerizmi (kendi inanç sistemlerine harfi harfine uyduğu için) koruyan tek topluluk Alevilerdir. Türk orta sınıfı yaşam tarzlarının bugüne kadar ayakta kalmasını, seküler olmanın bedelini en ağırıyla ödeyen Alevilere borçludur.
Cumhuriyet'in kadınları sokağa çıkarabilmesi, seslerini duyurabilmesi, eğitebilmesi, çağlar boyu onca baskıya karşın ayakta kalmış Alevi geleneklerinin devrimlerle gen uyumu sayesinde imkân bulabilmiştir.
Entelektüel topluluk bu konunun kültürel değerini görmemiş, Alevilerin Mustafa Kemal bağlılığının, eski bir ayakta kalma hattından geldiğini anlamamaktan doğan bir yaklaşımla onların hak mücadelesi alanına katılmakta tereddüt etmişlerdir.
İktidarı 70 yıldır çeşitli kimliklerde elinde tutan sağ politika, toplumun derin kodlarına vakıftır. İlginç bir örnek olarak; sağ siyasetin aile içi kavgasının sosyal medyaya yansıyan zemininde bile taraflar Alevi sembollerini kullanmaktadırlar. En ürkütücü ifşaat ya da suçlamalar 'canlar, erenler' deyişleriyle başlamaktadır. Çünkü Aleviler kendilerine uygun görülen sosyal çileyle ters orantılı bir özgül ağırlığa sahiptir.
Gezi'de, Suruç'ta, Gar katliamında en fazla oranda Alevi gençlerin öldürülmüş olması sosyolojinin izlerini açıkça göstermektedir.
Dünyanın en ölümcül vahşetleri mezhep savaşlarında yaşanmıştır. Mezhep taraftarları kendileri şehit düşmanı da şeytan gördükleri için her seviye de zalimlik meşrudur.
Mezhep çatışmalarının uzun bir tarihi vardır ve Yemen'de olduğu gibi aynı zamanda, gizli bir siyasi gündemin cepheleridir.
Katı dini bir toplumda, kutlu kimlik hangi oranda gurur kaynağıysa farklı mezhebe sahip olmak o oranda 'kusur'dur. Egemen din kendi bünyesinde erimesini istediği mezhebi kendisiyle eş değerde görmez. Böylece vatandaş eşitliği küçük mezhep aleyhine etkilenir.
Anadolu'ya yerleşmiş Horasan boylarının ilk isyanı, 1240 yılında Selçuklu Sünni Ulemasının; göçerlerin kadın erkek birlikte oturmaları, bir arada sazlı sözlü meclis yapmalarının yasaklanması ve kadınların başlarını örtmelerinin emredilmesiyle başlamış, Saray tarafından kiralanan Fransız askerleri tarafından kırk bin göçerin öldürülmesiyle bastırılmıştır.
O gün bugün 'gizli dinlerini' Pir Sultan gibi dizelerine saklamışlar ve bu büyük gizlenmeden muazzam bir türkü edebiyatı doğmuştur.
Bunca ortak değerimizi borçlu olduğumuz Alevi kültürü 'ötekileştirilmeden' bu topraklarda yer almakta bunca zorlanıyorsa, milyonlarca insanın Türkiye'ye göç edeceği önümüzdeki on yıllardaki kültürel çatışmaların vahametini şimdiden öngörmek mümkün.
Mehmet Önal Kimdir?Mehmet Önal İstanbul’da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi’nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini’nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu’nda ve İngiltere’de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği’nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu’da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul’da yaşıyor. |