AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, "Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye'de yaşanmıştır. Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hâsılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir," diyerek hem eş zamanlı reformların topluma kazandırdığı aydınlanmayı hem de tarihteki asıl dehşetli kültür devrimlerini göz ardı etmiş oldu.
Kültür, insanların günlük yaşamlarını yönetmek için kullandıkları bir anlam sistemidir. Bireylere ortak hayat rehberliği sunar. Kültürün temeli ise dildir.
Cumhuriyet yanlış olarak kullanıldığı üzere dil devrimi değil yazı reformu yapmıştır. Cumhuriyetle birlikte dil devrimi yapılmış olsaydı, Cumhuriyet kuşakları 750 yıl önce yaşamış olan Yunus Emre veya beş yüz yıl önce yaşayan Pir Sultan Abdal'ı tercüme ile okuyor olurlardı.
Yazının yaygınlaşması varlıklı ve imkânlı yazmayı bilenlerin üstünlüğünü sona erdirdi. Türk dili üzerindeki, İran ve Arap kültür ipoteğini kaldırdı.
İlk Türk basımevi 1729'da çalışmaya başlamıştı. Aynı dönemde, Batı dünyasında bir buçuk milyonun üstünde kitap basılıyordu. Londra'da günlük gazete baskı sayısı 1753'te 20 bin civarındaydı. Batı başkentlerinde bir günde yazılanlar İmparatorlukta ancak bir yılda yazılabiliyordu. Fransız düşünür Sartre, Fransa'da bir yılda basılan kitap sayısının, Osmanlı İmparatorluğunda üç yüz yılda basıldığını söyler.
Nitekim Müteferrika ile başlayan yazılı kültür döneminde Osmanlıca basılmış kitap sayısı iki asır için sadece 30 bin civarındadır.
1930'lar büyük buhranla sarsılırken, genç ve fakir Cumhuriyet'in on yılda bastığı kitap sayısı 30 bin civarındaydı. 20. yüzyıl edebiyatının tüm ölümsüz klasikleri Türkçeye çevrilmişti.
Osmanlı döneminde Kuran okuyanların okuma yazma bildiği varsayılıyor. Kuran, hafızlık esasıyla okunur. Anlamaktan ziyade ezberlemek kutsaldır. Kuran okuyan biri dil eğitimini almamışsa Arapça okuyup yazamaz.
Martin Luther'in, Protestan Reformlarını başlatıp; Katolik Kilisesi ile kırılmaya giden 100 yıllık sürecin en önemli etkenlerin başında İncil'in yerel dillere çevrilmesi geliyordu. İncil okumayı sadece kilise ayinlerinde değil, aile masaları ve bireysel ibadette de gerçekleşen bir pratiğe dönüştürerek; Avrupa'yı Orta Çağ'ın bağnazlığından kurtaran ilk adım olarak görülen bu aydınlanma süreci, diğer yandan Avrupa'nın en katı dönemlerinden biriydi. Sadece 17. yüzyılın başında gerçekleşen 30 Yıl (mezhep) Savaşlarında, Alman nüfusunun yüzde 25-40 arasında bir oranı öldü. Buna rağmen Luther dönemi bir devrim değil bir reform olarak hatırlanır.
Devrimler, esas olarak büyük dönüşümler olarak kabul edilir. Toplumun koşullarını siyasi anlayışlarına göre yeniden güncellerler. Gücünü ve halkının kontrolünü kaybetmiş ya da fazla kontrolcü ve baskıcı yönetimlerde rastlanır.
Fransa, İran, Rusya, Çin, Küba ve Cezayir bu alt üst oluşun önemli örnekleridir. Muhtemelen bu örneklerde en güçlü ironi; Marx'ın teorisinin (ona ilham veren Fransız devrimi dışında) öngördüğü gibi kapitalist ülkeler de değil, hesaba katmadığı bölgelerde Marksist devrimler olarak gerçekleşmesidir.
Yakına doğru ilerlediğimizde, 1979 devriminde İranlıların büyük çoğunluğunun, ülkenin İslam'ı restore ederek istikrara kavuşacağına inandığını görüyoruz. İranlı Marksistler, Şah'a karşı siyasi direnişlerinin fazla laik kalması nedeniyle başaramadıklarını düşünüyorlardı. Kendilerine olan desteği artırmak, teorilerini kitleyle uyumlu hale getirmek için İslami değerleri benimsediler.
Şii İslam'ın harekete geçmesi için siyasi sisteme entegre edilmesi gerekliliği yanı sıra; milliyetçiliğin, taraftarlarını sadece birleştirmeyip, aynı zamanda kendi dışındaki diğer insanlardan ayırmasına rağmen entelektüeller eliyle hepsi birleştirilmiş, siyasi atmosferi değişmişti.
Ancak, rejim din pratiğini, Humeyni ve ardıllarının diktatörlüğü için değiştirerek acımasız bir 'kültür devrimi' başlattı.
Şah'ın sistemini değiştirmek için iş birliği yaptıkları ve ideolojik kaynaşmayı sağlayan inşa eden entelektüel sınıf ya öldürülerek ya da tamamen karşı oldukları batı ülkelerinde sığınmacı olarak yok oldular.
'Ehlileştirme' politikası bir milyonun üstünde idam, siyasi mahkûmlarla dolu cezaevleri, uzun bir yıpratıcı bir savaş ve dev bir göç dalgasıyla sonuçlandı.
Halen en bağnaz yönetimlerinden biri İran'ı yönetmeyi sürdürüyor. Rejime bağlı olanların serveti büyümeye devam ederken, dünyanın en zengin doğal gaz ve petrol ülkelerinden biri olan İran'da ekonomi batakta.
Dünyanın her köşesinden bu ve daha bir sürü toplumlarına ağır bedel ödetmiş kültür devrimlerinin yıkıcı sonuçları ortadayken, Cumhuriyet'in çağdaş yaşam reformlarının getirdiği özgürlük atmosferinin imkânlarıyla, bu reformları yıkıcı tahribat olarak tanımlamak; mücadele etmeden hak elde etmiş toplumlara özgü şımarıklıktan öteye geçmiyor.
Modern devletler, toprağa derin kök salamadıklarında sonuç, çağdaş ideolojik özelliklere sahip olsalar da yönetim değişikliklerinde geleneksel kalıplara dönüş İran'da olduğu üzere kaçınılmaz oluyor. Bu toplumların bugünü ve geleceği, iyi ya da kötü, hâlâ coğrafyaları aracılığıyla anlaşılıyor.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |