Van Gogh'un 'Yıldızlı Gece' tablosundan, modern Hollywood filmlerine kadar romantizm ve bilimin en fazla buluştuğu alan olan gökyüzü, sırlarını anladıkça bizi daha da büyülüyor.
Binlerce yıldır gökyüzüne bakmak, parıldayan yıldız, gezegen, ay ve gök cisimlerini görmek, insanlığa en fazla ilham aldıran, toplumsal hayal, düşünürlük, yaratıcılık ve romantik ilişkileri körükleyen bağlantıydı.
Ne mutlu ki, hâlâ öyle.
Edinburgh ve Kent Üniversitelerinin 2018'de yayımladığı araştırma raporlarına göre; 40 bin yıl önceden itibaren Avrupa'da tarih öncesi mağaralarda eski çağ insanları yıldız sistemlerini çizerek, yıldızların konumlarını takip ediyorlardı.
Antik Mısır'da Güneş Tanrısı olarak bilinen Ra gökyüzü, dünya ve yeraltının tamamını yönetirdi, Antik Yunan'da tanrıların kralı Zeus, gökyüzünde yaşar, Ay Tanrıçası Selene cennette savaş arabasını sürerdi.
Gökyüzü ile bağlantılı antik tanrılar hep kudretleri ile anılır, cennet himayelerine verilirdi.
Mezopotamya'daki pagan topluluklardan, Orta Asya'daki Türk ve Moğol boylarına kadar, Yeni Zelanda Maori İnsanları'ndan, Kuzey Amerika'daki yerlilere kadar insanlık boyunca toplumlar 'Gök Baba' rolünde bir gökyüzü tanrısına inanmışlardır.
Bu hafta, dünyadaki bütün negatif gelişmelere rağmen, NASA'nın James Webb Teleskopu ile yayınladığı resimler ile dünya bir kez nefesini tuttu ve gözlerini uzaya dikti.
Soğuk Savaş'ta uzay yarışının başlaması ile, her dönem insanlığın gelişimini mühürleyen anlar oldu. Sovyetler Birliğinin uzaya ilk hayvan (Laika adlı bir köpek) ve daha sonra insanı (Yuri Gargarin) göndermesi bu mühürlerden bazılarıdır.
Ay'a Neil Armstrong'un ayak basması ile söylediği "Bir insan için küçük bir adım, insanlık için dev bir sıçrayış" sözü bu anlardan birini daha tarihe yazdırdı.
Sonrasında devam eden süreç birçok benzer nefes kesici 'an' daha yarattı.
Bugün tanık olduğumuz 'an'ı hayata geçirmek için 1989 yılında bir grup bilim insanı ve mühendis toplandı. Hubble Teleskopu'nu uzaya yollamak üzerelerdi. Ve şimdiden, sırada ne var sorusunu sormaya hazırlardı.
Takip eden on yıllar boyunca uluslararası uzay ajansları bir arada çalıştılar. Sayısız akademi, endüstri ve devlet beraberce bu 'an'ı getirecek altyapıyı inşa etti, ön adımlar attı. Ve bu ilk toplantıdan 33 yıl sonra, bugüne kadar inşa edilmiş en güçlü uzay rasathanesi 1,5 milyon kilometre öteden bize resimler yolluyor.
Bu hafta yayınlanan resimler bu anlardan biriydi.
Daha önce hiçbir insan, uzayın derinliklerine bu şekilde bakamadı.
Bu teleskop ile 13,5 milyar yıl öncesine bakabiliyoruz. Bu yıldızlar ve galaksilerden gelen ışıklar 80 milyar trilyon mil uzaklığında. Bu rakamları anlayabilmek bile çok zor.
Uzay sektörü bambaşka bir noktaya gelmiş bulunmakta. Özel sektör artık çok daha ucuz uçuşları ile uzaya gidişimizi daha ekonomik ve etkin kılıyor.
NASA 2030 yılında Mars'a insan göndermek için hazırlanıyor.
Amerika ve Rusya'nın yanı sıra Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, Çin, Hindistan, Japonya ve daha birçok ülke daha uzayda kendilerini daha da konumlandırıyorlar.
Uzay silahlanan yeni bir cephe olmakta.
Atmosfer üstü atıkların denetimi ve yükümlülüğü uzay üzerine çalışan avukatların en büyük odak alanlarından biri.
Kısacası uzayın hayatımızdaki rolü arttıkça artacak.
Evimizdeki televizyonlardan, elimizden düşmeyen telefonlar, araba navigasyon sistemleri gibi birçok günlük kullanılan teknolojinin kullanımı, uzaydaki binlerce uyduya dayanıyor.
Bu teknolojilere katkıda bulunmak, mühendislikle uzay teknolojilerinin hayata geçmesinde rol oynamak için yatırım, eğitim, innovasyon körükleyen bir kültür gerekiyor.
Daha da önemlisi bu macerayı benimseyen bir ruh gerekiyor.
1962 yılında Amerikan Başkanı Kennedy NASA Uzay Merkezini gezerken, bir temizlikçi ile karşılaşmıştı. Kendisini tanıttıktan sonra 'siz burada ne yapıyorsunuz' diye sordu. Temizlikçi 'Sayın Başkan, Ay'a insan göndermeye yardım ediyorum' diye cevap vermişti.
Bahsettiğim ruh bu.
Bu hafta Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında uzay alanında iş birliği anlaşması atıldı. Fakat temelinde insanların mutlu olmadığı ve bu denli kültürel çatışmanın olduğu bir ülke, gerginliklerinden kendisini soyutlayıp bu ruha sahip jenerasyonlar yetiştirebilecek mi? Yetiştirse bile yetişenler ülkede kalacak mı?
Belki de bizim atmamız gereken dev adım, temel toplumsal sorunlarımızı çözmekle başlamak!
Mehmet Önal Kimdir?Mehmet Önal İstanbul’da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi’nde çalıştı.İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini’nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu’nda ve İngiltere’de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği’nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu’da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul’da yaşıyor. |