Perşembe günü başlayan ve muhtemelen ikinci soğuk savaşın başlangıç sinyali olan Ukrayna istilası, Rusya için riskli bir hareket.
Askeri bir risk değil! Ukrayna ile bir savaşı rahatça kazanabileceği sınıra asker yığmadan önce de bilinen bir gerçekti.
Ama ekonomik olarak büyük bir risk.
İstilanın sebepleri ne olursa olsun, Rusya'nın bu riski göze alabilmesi için ya uygulanacak ekonomik yaptırımların darbesinin altından kalkabileceğine ya da yaptırımların uygulanmayacağına inanması olmalı.
Rusya küresel ekonomiyi belirleyen bir ülke değil ama yine de ciddi bir ekonomik güce sahip.
Yüksek seviyede demir, çelik, değerli metal ve maden ihracatı yapmakta.
Dünyanın en büyük buğday üreticisi.
Elbette, en büyük ekonomik sektörü enerji.
Hızla karşı mevziiye yığınak yapmakta olan Avrupa Birliği'nin doğal gazının 40%'ından fazlasını ve petrolünün neredeyse 30%'unu tedarik ediyor.
Petrol fiyatları 100 dolara tırmanıp, doğal gaz fiyatları tavan yaparken, enflasyon ve hayat pahalılığı ile mücadele eden Avrupa ülkeleri, modern ekonominin altyapısını oluşturan enerji sektörünü daha da kızıştırmaktan ürküyor.
Avrupa'nın, enerji güvenliği için Rusya'dan doğal gaz ithal etmekten vazgeçmesi söz konusu bile değil.
Almanya, Kuzey Akım 2 boru hattını, büyük bir tereddütle askıya aldı.
Joe Biden'ın istilaya karşı açıkladığı yaptırım paketinde; enerji sektörünün olmaması sürpriz değildi ama yaptırım tehdidini etkisizleştirdi.
Kendi ekonomilerine de hasar vermeyi kabul eden bir Batı dünyası, Rusya'nın ekonomisine çok daha ciddi zarar verebilir.
Belki Rusya'nın güvendiği koz da bu! Müdahale bedeli Batı için de o kadar yüksek ki; Rusya, ekonomisinin ana damarını ve dolayısıyla ülke ekonomisini ayakta tutabileceğine güveniyor.
Avrupa Birliği, Rus enerji kaynaklarına bu kadar bağımlı olmasa, belki de çok daha sert ekonomik uygulamalar ile Rusya'yı Ukrayna'ya girmeden önce sindirebilirdi.
Avrupa Birliği'nin Rusya'yı durdurmayı başaramamış olması, enerji dönüşümünün gerçekleştiği bir gelecekte başaramayacağı anlamına gelmez.
Kısa vadeli siyasi gelişmeler ve bölgesel savaşlar bir yana, dünya keskin bir değişimden geçiyor.
İklim değişikliği ile mücadele edebilmek için küresel bir enerji dönüşümü hızla ilerliyor.
Enerji sistemi yenilenebilir enerji üretimini arttırıp, elektrifikasyon, enerji verimliliği, yeni enerji teknolojileri ve fosil yakıt kullanımındaki sera gazlarını azaltmak gibi yöntemlerle 'net sıfır emisyon' hedefli bir enerji sistemine doğru yol alıyor.
Paris Anlaşması hedeflerinin çerçevesinde bu dönüşümü hayata geçirmek için hedef alınan tarih 2050 yılı.
Bu dönüşüm tüketicilerden, hükümetlere, özel sektörden, STK'lara kadar toplumdaki bütün paydaşların ortak olması gereken, dev bir girişim. Bu yüzyılın en heyecan verici davası.
Bu muazzam çalışmanın yan etkilerinden biri, 100 yılı aşkın süredir alıştığımız küresel enerji sisteminin jeopolitik dengelerini alt üst ediyor olması.
Enerji güvenliği, her ülkenin en önemli stratejik öncelikleri arasında geliyor. Küresel ittifakları şekillendiriyor. Orta Doğu'da insan hakları ihlalleri ile ünlü ülkelerin, eleştirilerden korunabilmelerini sağlıyor. Venezuela gibi kötü yönetimden batması gereken ülkeleri ayakta tutuyor.
Enerji dönüşümü bugün net enerji ithalatçısı rolündeki ülkeleri, kendi enerji ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir geleceğe götürüp, bu ülkeler için büyük fırsatlar sunarken, enerji ihracatçıları için de büyük tehdit oluşturuyor.
Çünkü söz konusu gelecek; pek çok ülkenin enerji bağımsızlığını arttırabiliyor olacak.
Yerel üretimle rüzgâr veya güneş gibi yenilenebilir enerji üretiminin artması; enerji ithalatına ihtiyaç duyan ülkelerin enerji bağımsızlığına büyük katkıda bulunuyor.
Ayrıca yerel üretime dayalı bir enerji sistemi; Hürmüz Boğazında bir çatışma veya Süveyş Kanalında karaya oturan bir gemi yüzünden gerçekleşebilecek tedarik sorunlarına maruz kalma ihtimalini azaltıyor.
Yenilenebilir enerjinin desteklediği bir diğer enerji kaynağı ise hidrojen:
Bugün enerji sisteminde limitli olarak kullanılan hidrojen, Uluslararası Enerji Ajansının '2050 Net Sıfır' senaryosunda nihai enerji tüketiminin 10%'unu oluşturuyor. Henüz kullanılmadığı endüstri, ulaşım ve ısıtma alanlarında çok daha büyük bir rol üstleniyor.
'Yeşil Hidrojen' olarak nitelendirilen, karbon emisyonu salmadan, yenilenebilir enerji ile sudan hidrojen üreten elektrolize teknolojisi ile, bugün başka ülkelerden doğal gaz ihraç eden ülkeler, kendi ülkelerinde hidrojen üretip, doğal gaz altyapılarını hidrojen ile değiştirebilecekler.
(Başka dinamikler de var ama hepsini bu yazıda ele almak mümkün değil.)
İthalatçı ülkeler bu teknolojileri hayata geçirirken, paralel olarak petrol ve gaz kaynakları ile güç dengeleri kurmuş ülkeler bir şekilde bu gelişmelerden zarar görecekler.
2050 yılına giden süreçte Rusya gibi ekonomileri ağırlıklı olarak petrol ve gaz ihracatına bağlı olan 'petrodevletlerin' petrol çağında eriştikleri büyük güçleri hızla aşınıyor olacak.
Yani Rusya 2050 yılına kadar en önemli jeopolitik kozunu yitirebilir. Bu durum, petrol ve doğal gaz ihracatı yapan bütün ülkeler için geçerli.
'Petrodevlet' statüsüne sahip ülkeler, enerji tedariki kozlarını kaybettikleri bir dünyada, 'alakasızlaşacaklar'. Bu 'alakasızlaşma' sonucu kendi toplumlarını yönetmekte gittikçe zorlanacaklar ki; ekonomik dengesizlik, yoğun göç ve hayat kalitesi düşüşüne yol açabilir.
Yeni dünya da 'petrol savaşları' gibi alışagelmiş sözler anlamını yitirecek.
Değişim, eski çağlardaki gibi derin bir sır olarak değil, bilimin ve küresel politikanın gözü önünde ilerliyor.
Belki de Rusya'nın bu kadar hızlı askeri adımlar atması,bu geleceğin çok yakınında olduğunu biliyor olmasından kaynaklandı.