Ülkede yaşanan ekonomik daralmanın her vatandaşın dile getirdiği, hatta mizahçılar tarafından; 'pahalılıktan yakınmayanın ya hırsız ya deli' olarak nitelendiği bu dönemde felaket haberciliği yapmak fazlasıyla kolay.
Fakat şartların bu kadar gerilediği bu dönemde bile, Türkiye'nin dayanıklılığı ve inatla 'çöküş' tanımına direnebilmesi neredeyse bir mucize. O kadar ki uluslararası şaşkınlığa yol açacak kadar sıra dışı bir direnç bu...
Dayanıklılığın altında çok az dile getirilen hatta yarattığı katkı kadar konuşulmayan etkilerin başında Türkiye'nin yurt dışında yerleşmiş olan diasporası geliyor.
Dünya Bankası verilerine göre gelişmekte olan ülkelere göçmenleri üzerinden gelen döviz miktarı 2016 rakamlarıyla 600 milyar doları aşmaktaydı.
İki yakın arkadaşım var. Biri Venezuelalı bir ekonomist, diğeri Yunan bir bankacı... İkisi de maaşlarının dörtte birini yakınmadan, aksatmadan ülkelerindeki ailelerine gönderiyorlar. Kendi aramızda bu düzenli ekonomi alışkanlığına 'Diaspora etkisi' adını verdik.
Antalya'ya yerleşmiş bir Alman'ın ya da Muğla'da güneş ve doğayla yaşamayı seçmiş bir İsveçlinin kendi ülkelerindeki ailelerine gelirlerinin bir kısmını düzenli olarak göndermesi söz konusu değildir. Ne kültürel ne de ekonomik olarak böyle bir davranış yaygın değildir.
Diaspora etkisinde iki unsur şarttır. Birincisi çalışılan ülkenin refah devleti standartlarına sahip olması, ikincisi ait olunan ülkenin şartlarının genel olarak kötü ve hatta yerleşik ekonomik kriz alışkanlığı olması olarak açıklanabilir.
Diaspora uzun süredir dilimize eklenmiş ve işlevsel bir kelimedir.
Doğdukları ülkenin kültürel kodlarını; yerleştikleri ülkede, farklı bir kültür içinde tek bir topluluk olarak yaşayan göçmen topluluklara diaspora denir.
Diaspora denince, nedense akla gelen ülkeler İsveç, Japonya veya Amerika olmaz. İran veya Suriye gibi işlevselliği hırpalanmış ülkeler akla gelir.
Ülke içi şartların zorluğuyla; yurt dışında daha kaliteli veya özgür bir yaşam arayışını tetikleyen ülkeler kalıcı diasporalara yol açıyor.
Bugün belirgin şekilde ilk akla gelen diaspora Venezuela'ya ait.
Venezuela'da veri toplamak çok zor. Yine de elde edilen sınırlı verilerle yapılan araştırmalara göre, ülkedeki hanelerin üçte ikisi yurt dışına göç etmiş bir akrabaya sahip. Dahası Venezuela vatandaşlarının neredeyse yarısı bulabildiği göç etmeyi düşünüyor.
Ülkenin dörtte üçü aşırı fakirlik sınırının altında yaşıyor. İşleyen bir ekonomi yok. Kara borsa bankalardan daha aktif. Bir dönem kıtlık endeksi yayınlayarak durum tahlili yapmaya çalışan Merkez Bankası bile artık bu endeksi raporlamaktan vazgeçti.
Venezuela diasporasının ülkeye havaleler ve kripto paralar ile yolladığı döviz, IMF tarafından 'cankurtaran halatı' olarak nitelendiriliyor, ki dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip bir ülke olan Venezuela sadece cehalet yönetimi ile bu duruma düşüyorsa; doğal kaynaklar fakiri bir ülke için daha da kaygı verici bir ihtimal doğuyor.
Acaba Venezuela örneği Türkiye için gerçekleşebilecek bir geleceğin ön adımları olabilir mi?
Tabii Türkiye 1960'lardan beri yurt dışında diasporası olan ve diasporanın da ülkenin ekonomisine son derece belirleyici katkıda bulunduğu bir ülke.
Veriler henüz güncellenmemiş olsa da Türkiye en çok göç veren on ülkeden biri; ayrıca dünyanın ilk beş göç koridorundan biri 'Türkiye- Almanya hattı.' (Bu koridorun ismini 2022 nüfus hareketlerine bakarak Türkiye-Avrupa hattı olarak kullanmayı tercih ediyorum.)
1960-1981 arasında Türk işçiler tarafından gönderilen döviz, dış ticaret açığının yüzde 80'ini, cari açığın ise yüzde 60'ını karşıladı.
Sadece 1975 yılını örnek alırsak, Türk diaspora işçilerinin Türkiye'ye o yıl gönderdikleri 1.3 milyar dolar, ülkenin aynı yıl gerçekleştirdiği 1.4 milyar dolar civarındaki ihracatına neredeyse denkti.
Bugün ise yurt dışında yaşayan Türklerin sayısı resmi rakamlara göre 7 milyona, ülkeye katkısı da 5 milyar dolara ulaştı. (Gayri resmi rakamların bu sayınını çok üstünde olduğu sıkça tekrarlanıyor.)
Maliye bakanlığının aradığı altın stokları, turizmin en sadık müşterileri, ana vatandaki ailelerini sefil etmeyen döviz kazançlı gurbetçilerden oluşuyor. Antalya Kent Konseyi'ne göre; Koronavirüs salgınında Antalya turizmini çökmekten 'Gurbetçiler' kurtardı. 2018 yılında Türkiye'ye gelen turistlerin yüzde 15'i gurbetçiydi ve turizmcilerin yaygın deyişiyle; döviz bırakmakta 'bir gurbetçi iki Alman' etmekteydi. (Almanların kişi başı toplam harcamaları ortalama 660 Euro iken Avrupalı Türklerin kişi başı ortalama 1150 Euro.)
Kuşkusuz diasporaların 'yumuşak güç' adı verilen etkileri sadece batmakta olan ekonominin can kurtaran halatları olmaları değil. 90'lar sonrası kimlik ve büyük güç kazanan diasporalar dış politikada da çok sert 'soft power' olarak işlev görmekteler.
Uygulamalar bize bir ülkenin ne kadar çok diaspora gücüne dayanırsa o oranda refah toplumu hedefinden uzaklaştığını gösteriyor.
Beyin göçü ve kültürel dönüşüm korkularının yanı sıra, bu rakamlar ülke ekonomisinin uzun vadeli olarak içinden çıkması zor bir döngüye girdiğinin belirtisi olabilir.
Ekonomik temellerimizden biri kalıcı olarak yurt dışında yaşan Türklerin desteği ile ayakta kalmaktan ibaret ise, ülke içi şartları geliştirmek için elimiz gittikçe zayıflıyor. Türkiye henüz genç bir devletken '1990'larda İtalya seviyesine gelmek, ya da model olarak Güney Kore'yi almak gibi amaçları vardı. Şimdi ise zaten her şeyin en iyisi olduğumuza inandırıldığımızdan, hedef/hayalimizde kalmadığı gibi, refah devletlerinde yaşayan akrabalarımızın döviz varlığıyla dayanıklı kalıyoruz. Bunun bizi taşımakta olduğu yer kuşkusuz çok tartışmalı...