Modern enerji sektörü 150 yılı aşkın tarihi boyunca siyaset ve jeopolitikle iç içe oldu.
Orta Doğu'da genel bir konuşma esnasında herhangi bir siyasi konunun petrole bağlanması çok uzun sürmez.
Ukrayna savaşı çıktığından beri de Avrupa'nın Rus doğal gazına bağımlılığı her gün haberlerde.
İklim değişikliği gerçekliği, yüksek fiyatlar ve enerjinin siyasi bir silah haline geldiği bu dönemde, küresel ve yerel ekonomilerle mücadele edenlerin pozitif görüş belirtmesi Pollyannacılık olarak görülebilir.
Kaldı ki Şubat ayından beri enerji sektöründen iyi bir haber bulmak çok zor
Fakat iklim değişikliği realitesi, haber değerine endeksli bir şekilde savaşla yavaşlamadı. Tam tersine etkileri dünyanın her köşesinde bu yıl daha da şiddetle hissedildi. Hâlâ insanlık için bir numaralı tehdidi oluşturuyor.
Ancak yakın zamanda yayımlanan iki rapor biraz daha umutlu olmak için bize sebep veriyor.
Uluslararası Enerji Ajansı'nın analizine göre 2022 yılında küresel karbon emisyonları 300 milyon ton, yani yüzde 1 arttı.
Normalde karbon emisyonlarının artışı elbette iyi yorumlanmamalı.
Fakat Ukrayna savaşının doğal gaz fiyatlarına olan etki ve tedarik sıkıntıları, kömür kullanımını ciddi oranda arttırdı. Bu sebeple çok daha yüksek bir artış beklenirken, 2021'de Covid sonrası ekonomik açılımla artan 2 milyar ton karbon emisyon artışı ile kıyaslandığında, 300 milyon ton civarındaki artış ile enerji sisteminde sistematik bir değişimin sinyallerini ortaya koydu.
Bunun sebebi ise yenilenebilir enerji kaynaklarının, 2022'deki enerji talep artışını karşılayan ana enerji kaynağı olması.
Ember adlı enerji düşünce kuruluşunun yayınladığı 2022 küresel elektrik raporuna göre, yılın ilk yarısında küresel elektrik talebi yüzde 3 arttı.
Bu talep artışının tamamı, yenilenebilir enerji kaynakları – ağırlıklı olarak rüzgâr, güneş ve hidroelektrik - ile karşılandı.
Bu veriler karbon ayak izinin düştüğü ve net olarak sıfırlandığı bir enerji sisteminin geleceği için temkinli bir şekilde umutlanmak için sebep oluşturuyor.
Kış aylarının ne kadar soğuk geçeceği, gelecek yıl ekonomik ve enerji dinamiklerinin bizi nereye götüreceği tam olarak öngörülemez.
Fakat yenilenebilir enerji kaynaklarının ve elektrifikasyonun daha da artacağı neredeyse kesin.
Temiz enerjiye doğru giden bu yol stabil olmayacak.
Bugün yüksek petrol ve gaz fiyatları sayesinde büyük ekonomik kazanç sağlayan petrodevletler; bu dönüşüm hızlandıkça ve talep pazarları şekil değiştirdikçe kendi ekonomilerini yeni sektörler ile destekleyemezler ise büyük zorluk yaşayacaklar.
Ve küresel enerji kaynakları değiştikçe, tedarikte yerlerini yeni ülkeler alacak.
Bu da yeni bir siyasi düşünceyi tetikliyor:
Yeni enerji sisteminin tedarikçileri kim olacak?
Enerji dönüşümünün en kritik metal ihtiyaçları, bakır, nikel, kobalt, lityum ve alüminyum.
Sadece birkaç sektörden örneklere bakarsak, elektrikli araçlarda araba gövdeleri için alüminyum, elektrik motorlarında bakır, piller için lityum, kobalt ve nikel gerekiyor. Bu büyük çaplı batarya çözümleri için de ihtiyaç. Bakır ve alüminyum aynı zamanda solar panel, rüzgâr türbinleri, elektrik dağıtım şebekeleri gibi kullanım alanları için de büyük önem taşıyor.
Tedarik tarafında bakarsak da, Avusturalya, Şili ve Çin dünyadaki lityum madenlerinin yüzde 85'ine sahip. Benzer bir şekilde dünyadaki kobalt madenciliğinin yüzde 70'i Kongo'da gerçekleşiyor (ve bunun önümüzdeki birkaç yılda yüzde 80'e çıkması bekleniyor). Dünyadaki lityum işleme ve rafineri kapasitesinin yüzde 65'i Çin tarafından kontrol ediliyor. Geçen yıl küresel solar panel üretiminin yüzde 75'i Çin'de gerçekleşti. Dünyanın en büyük rüzgâr türbin üreticilerinin ilk 4'ü yine Çin'de.
Çin'in ekonomik, siyasi ve askeri gücünün artması Batı ülkeleri için bu yüzyılın en büyük jeopolitik sorunu olabilir. Çin'in tedarik zincirlerinde bu kadar önemli bir rol alması mutlaka siyasi dengeleri etkileyecektir.
Ayrıca Kongo veya Latin Amerika ülkelerine de tedarik için dayanmak, insan hakları ihlalleri ve ‘etik tedarik' gibi konularda da talep ülkelerini zorlayabilir.
Bu hafta Avrupa'nın en büyük rüzgâr türbin üreticilerinden biri olan Siemens-Gamesa, Avrupa'da gelişen rüzgâr kapasitesi için Avrupa üreticilerine kota verilmesini talep etti. Aksi durumda, Çin'in solar panel üretimindeki dominantlığının rüzgâr sektöründe de görüleceğini dile getirdi.
Sistem geliştikçe, Çin ve yeni ülkelerin küresel tedarik zincirindeki önemi artmaya devam edecek.
Elbette maden ve üretim merkezlerine erişim engellemek, Rusya'nın yapmış olduğu gibi kısa sürede petrol ve gaz tedarikini kesmesinden oluşan tehdit ile aynı değil.
Petrol ve gaz bağımlılığından kurtulmak isterken, yeni sistemin temelleri için Çin ve benzeri ülkelere yeni bağımlılıklar doğması iklim için iyi olsa da, yeni jeopolitik gerilimlere yol açacaktır.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |