Diyelim ki; bir aşçı ile tanıştınız veya lokanta sahibiyle. Yemeklerini övdü; 'imambayıldımız harikadır, kuru fasulyemiz nefistir, pirinç pilavımızın üzerine yoktur' dedi. Bir sürü yemek sıraladı. Gelin, görün tadı damağınızda kalacak diye de garanti verdi.
Gittiniz, imambayıldının patlıcanları bayılmış, kuru fasulyenin yağı fazla kaçmış, pilav desen lapa.
Bir daha gider misiniz?
Diyelim ki; takım elbise diktirmeye karar verdiniz. Arkadaşlarınız bir terzi tavsiye etti. Gittiniz, terzi ölçünüzü alırken ‘kalıp gibi oturturum tek prova yeter aslında ona bile gerek yok ama’ diyerek elinin ne kadar hünerli olduğunu uzun uzun anlattı.
Dikim bitti, giydiniz. Pantolonun paçaları uzun, ceket emanet alınmış gibi bir numara büyük.
Bir daha o terziye gider misiniz? Bir daha o terziye kumaşınızı teslim eder misiniz?
Diyelim ki; evinizin içinde bir takım değişiklikler yapmaya karar verdiniz. Bir mimar ile anlaştınız. İsteklerinizi söylediniz, mimar 'tadilat bir ay sürer' dedi, bir ay sonra görüşmek üzere el sıkışıp ayrıldınız. Başka kente çocuklarınızın yayına gittiniz.
Bir ay sonra eve döndünüz, kapıyı açtınız ‘aman Allah’ım’ evin eski hali daha iyiydi. Mimar evi kafasına göre düzenlemiş, söyledikleriyle ortaya çıkan yapı arasında büyük fark var. Yeni açtığı bölümler iğreti, duvarlar yamuk, boya badana berbat.
Ne yaparsınız?
Evin önce eski haline getirirsiniz.
Siyaset kurumu da ( AKP/MHP ikilisi) bundan dört yıl önce Türkiye’ye yeni rejim önerdi. Üç yıldır da uygulanıyor. Yeni rejimin; Türkiye’yi uçuracağını, enflasyonun düşeceğini, TL’nin değer kazanacağını, dövizin ucuzlayacağını, faizlerin aşağıya ineceğini, işsizlik meselesinin hallolacağını, aktif dış politika sayesinde Türkiye’nin oyun kurucu olacağını, kişi başına düşen milli gelirin 25 bin dolara çıkacağını, ihracatta patlama yaşanacağını 500 milyar doları bulacağını, Avrupa’nın bizi kıskandığını, ABD’nin de yakında kıskanacağını, Türkiye’nin dünyanın parlayan yıldızı olacağını söylediler.
Oldu mu?
Olmadı.
Üstüne üstlük işler daha da kötüye gitti. Faiz coştu, enflasyon patladı, işsizlik zirve yaptı. Suriye iç işimiz diye yola çıktık 2020 yılında 5 milyon Suriyeli iç işimiz oldu. Papaz olmadığımız ülke kalmadı. O hale geldik ki, 1950 yılında bizi NATO’ya alsınlar diye Kore’ye asker göndermiştik, 70 yıl sonra atmasınlar diye Afganistan’a asker gönderiyoruz. Geçen yıl Doğu Akdeniz’deki haklarımız gasp ediliyor diye neredeyse savaş ilan edecektik bu yıl arama gemimizi Antalya Limanı’ndan çıkaramıyoruz.
Nereden bakarsan bak durum iç açıcı değil.
Hukuk rafa kalktı, yargı yürütmenin sözünden çıkmaz hale geldi, yasamanın etkisi kalmadı.
Lafı uzatmaya gerek yok. Durum ortada.
Eee, ne yapmak lazım? Veya ne yapmalıyız?
Aşçıyı beğenmeyince lokantayı değiştiriyoruz. Terziyi beğenmeyince diktiği elbiseyi çöpe atıp yeni terzi bulup yeni elbise diktiriyoruz. Mimar evi daha güzel yapacağım diye yola çıkıp daha kötü, oturulmaz hale getirince evi eski haline getiriyoruz.
İki siyasi parti kafa kafaya verip rejimi/sistemi değiştirince, rejimi daha da kötü hale getirince ne yapmak lazım?
Soru bu…
Cevap belli…
Çare seçimle önce rejimi/sistemi eski haline getirmek. Sonra ortak akılla gerekli restorasyonları yapmak
Başka çare var mı?
Var diyen varsa söylesin!..