Dört nala koşan atlı gibiyiz. Gündemi yakalamak için alın teri döküyoruz. Tamam işte bunu yazmam gerekir derken, gerekli çalışmaları yapıp tam klavyenin başına oturacağım ki….
Aaa, Türkiye başka şeyi konuşuyor.
Gündem kaymış gitmiş.
Türkçe ezan, darbe iması falan derken karşımıza bir üniversitenin kapısına vurulan kelepçe çıktı. İnanın 12 Eylül askeri diktası bile bu yola başvurulmamıştı.
Bu kelepçe kalay kolay unutulmaz.
Boğaziçililer hiç unutmaz.
AKP iktidarının, bu rejimin anlına kara leke olarak kazınır.
Bakalım bizi daha neler bekliyor?
Günün ikinci büyük olayı eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, eski milletvekili Fikri Sağlar ve yazar/ TV yorumcusu Can Ataklı hakkında AKP'nin başlattığı kampanya.
AKP İstanbul İl Başkanı açıkladı; 81 ilde suç duyurusunda bulunacaklarmış.
Anlaşılan o ki amaçları; bu işi kaşıyıp, büyük hadise yapıp, Türkiye'nin darbe tehdidi altında olduğu korkusunu yaymak.
İtiraz müessesesini, eleştiri müessesesini, tepki müessesesini, protesto müessesesini "kalkışmayla" eş kılmak.
Düşünebiliyor musunuz?
Başbuğ yazdığı kitapta 60 yıl öncesine yönelik yaptığı bir tespitten dolayı darbecilikle suçlanıyor. (Dün de yazdım bu yeni bir bilgi değil, ilk defa yazılmıyor, ilk defa söylenmiyor, o halde bu gürültü neden şimdi?)
(Müsaade edin bir parantez daha açayım. Tarihten bir örnek vereyim. Abdülhamit darbeyle/pazarlıkla padişah yapılmadı mı? Eee, Abdülhamit'i savunanlar da darbeci mi? Yine Abdülhamit darbeyle padişahlıktan indirilmedi mi? Eee, Abdülhamit'e karşı duranlar da mı darbeci mi?)
Başbuğ'un, Ataklı'nın neden darbecilikle suçlandığının izahı belli. İktidar o kadar sıkıştı ki söyleyecek sözü kalmadı.
Tutunacak dal arıyor.
AKP'nin tutunacak dal arama çabaları içinde hayretle izlediğim kişi Devlet Bahçeli.
Neden mi?
Başbuğ'un bu sözlerine şu tepkiyi göstermiş: "27 Mayıs 1960 darbesinden önce şayet bir erken seçim tarihi açıklansaydı darbe önlenebilirdi, demek tam bir gaflet, tam bir gaflettir."
Niyeymiş!
Şundanmış: Başbuğ'un yaptığı, 27 Mayıs'ı meşru gösterme çabasıymış.
27 Mayıs darbesinin liderlerinden biri kim? En önemli aktörü, radyoda bildiri okuyan; Alpaslan Türkeş.
Devlet Bey, darbeci Türkeş'in gençlik yıllarından beri peşine takıldı. Taa Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi yıllarından beri. MÇP'de (12 Eylül MHP'yi kapatmıştı, onlar da MÇP'yi kurmuşlardı.) 27 Mayıs darbecisi Türkeş genel başkan, Bahçeli genel sekreterdi.
Sayın Bahçeli darbeci Türkeş senin liderin değil miydi?
Bir gün oturup sordu mu?
"Sayın Türkeş, Sayın Başbuğ, Sayın liderim, Sayın Genel Başkan'ım Adnan Menderes'in seçim ilan edeceğini haber aldığınız için mi erken hareket ettiğiniz, Adnan bey geç mi kaldı, yoksa ikmal oylarını, iletişim yollarını mı kestiniz " demedi mi?
Eskişehir'de neler olduğunu, o kritik haftayı öğrenmek ihtiyacı duymadı mı?
Yoksa biliyor da bizden mi saklıyor, rol mu yapıyor?
Gelelim, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki protestolarla Gezi eylemleri arasında bağlantı kurmasına. Demiş ki; "Gezi Parkı kalkışması çıkarmaya niyetlenmek başı ezilmesi gereken komplodur."
Komplo!
Yoksa, Devlet Bey, üniversitenin giriş kapısına kelepçe asılmasıyla, Gezi parkında çevreci gençlerin çadırlarının yakılmasını mı bir tuttu?
İkisi de tuzaktı, ikisi de komploydu, ikisi de provokasyondu, ikisi de toplumun hassas damarlarını kaşımaya yönelik eylemdi demişse; alkışlarım.
Yok yok Boğaziçi'ndeki gençlerin protestosunu Gezi parkında toplanan gençlerin protestosuna benzetip lanetliyorsa...
Daha da ötesi ikisini de terör eylemi sayıyorsa... Devlet Bey'e şu açıklamalarını hatırlatırım:
"Başbakan Erdoğan hâlâ gelişmeleri anlayamamış, tepkileri fark edememiş ve rest çekerek vaziyeti kurtarmaya yönelmiştir. Tunus'tan dönüşünde İstanbul Havalimanı'nda yaptığı konuşmada kullandığı üslup yine keskin, yine tehlikeli ve yine hoşgörüsüz olmuştur. Başbakan'ı karşılamaya giden kalabalıkların gece yarısı attığı sloganlar, yaptıkları tezahüratlar tam bir saflaşmanın ve düşman kamplarına ayrılmanın ürünüdür.
Başbakan Erdoğan'ın itici, intikamcı, iğneleyici, itham eden, idare-i maslahatçı ve ikircikli beyanları çok tehlikeli bir ortama davetiye çıkarmıştır. Haricindeki sosyal ve siyasal kesimlere saygısız, ölçüsüz ve duyarsız yaklaşan; üstelik üst üste yığılan beklenti ve talepleri duymayan, önemsemeyen Başbakan'ın başlıca istikrarsızlık unsuru haline geldiği anlaşılmaktadır.
Hükümetin baskı, eziyet ve zorbalıklarına; her şeyi belirleme ve tayin etme saplantılarına; kimseyi dinlemeyen, anlamayan ve aldırmayan antidemokratik sapmalarına Taksim Gezi Parkı'ndan iyi bir cevap verilmiştir. Demokratik haklarını masumane vasıtalarla savunmak amacıyla meydanların dolduranlar, düşüncelerini bu yollar duyuranlar, hepsinden önemlisi de otoriter mizaç ve simalara karşı duranlar gerekli mesajları vermişlerdir. Taksim Gezi Parkı eksenli hadiselerin bundan sonra sürmesi halinde; Türkiye için öngörülmesi, üstesinden gelinmesi ve telafisi çok zor olay ve provokasyonlara zemin ve saha açacağı tartışma götürmez bir gerçekliktir."
Sorularım şunlar:
* Sayın Bahçeli, Boğaziçi öğrencilerinin protesto eylemleri için de aynı duygular içinde mi?
* Onlar da Bahçeli'ye göre Gezi'deki arkadaşları gibi gerekli mesajları verdiler mi?
* Bahçeli'ye göre, Gezi olaylarında olduğu gibi iktidar baskı, eziyet, zorbalıklarını, her şeyi belirleme saplantısını, kimseyi dinlemeyen anlamayan, antidemokratik anlayışını sürdürüyor mu?
Devlet Bey lütfen cevap!