Sokak kabadayısından suç örgütü liderliğine, oradan da politik bir figüre dönüşen Thomas Shelby, Netflix dizisi Peaky Blinders'ın son sezonunda bir büyüyü bozması için ölen kardeşinin karısı, Çingene prensesi Esme'ye gitmişti.
Böyle bir "kariyer çizgisi" tabii filmlerde olabiliyor; gerçek hayatta böyle suçlara bulaşmış kişilerin bakan filan olabildiğine hiç rastlamıyoruz!
Birbirini uzun süre görmeyen insanlar önce boş boş konuşurlar, kendimden de biliyorum. Nitekim Thomas da bunu yaptı ve Esme'ye dağ başında bir erkeği olmadan nasıl dolaşabildiğini sorduğunda şu yanıtı aldı:
"Erkeği ne yapayım? Arabayı at çekiyor. Köpek koruyor. Geceleri kedi ısıtıyor."
Bir erkekten beklentisi bu kadar olan birisi için doğru bir yanıt kuşkusuz.
Ve öyle görünüyor ki yakın bir gelecekte kadınların, bir bebek sahibi olmak için bile bir erkeğe ihtiyaçları olmayabilir.
Gerçi şu anda da sperm bankaları vs. aracılığıyla babasız çocuk sahibi olan kadınlar var ama ben "eşeysiz üreme yöntemiyle" yapılacak bebeklerin bir bilim kurgu filmi sahnesi olmayacağını düşünmeye başladım bile.
Ve söylemeliyim ki Esme Shelby Lee bu alemde türünün erkek cinsine ihtiyaç duymayan ilk dişisi de sayılmaz.
Tek başına çocuk büyüten, bir erkeğe dayanmak zorunda kalmadan hayatta kalabilen, başarılı olan sayamayacağımız kadar çok kadın yaşıyor dünya üzerinde.
Sadece insan türünden söz etmiyorum, "türcü" olmadığımı daha önce yazmıştım.
Hayvanlar aleminde, homo sapiens dışında da sayısız örnekler var.
Mesela 50 yıldır, tek başına Saint Louis Hayvanat Bahçesi'nde yaşayan bir kraliyet pitonu iki yıl önce 7 yumurta birden yaptı.
Yumurtlamasının haber olmasının nedeni 15 yıldır bir erkek yılanla bir arada bulunmamış olmasıydı.
Hayvanat bahçesinin müdürü "Bu bize sürpriz oldu" diyor ancak ben hiç şaşırmadım.
İngiltere'de Norfolk yakınlarındaki eğlenceli sahil kasabası Great Yarmouth'daki Sea Life Center'da beyaz benekli bir bambu köpekbalığı "bakire doğum" yoluyla iki yavru doğurdu.
Söz konusu köpek balığı bu merkeze 2013 yılında getirilmişti ve getirildiği günden beri de kendi türünün tek örneği olarak bir akvaryumda yaşıyordu.
Deniz biyoloğu ve köpekbalığı uzmanı Darren Gook, bunun bir "parthenogenesis" üreme olduğunu söylüyor. Bu, herhangi bir erkek ile birleşmeye gerek kalmadan, dişideki yumurtadan yeni bir canlının oluşması olarak tanımlanan bir tür eşeysiz üreme şekli.
Bu dünyada mükemmel bir erkek aramaktan vazgeçip kendi kendine üremeyi başaran o kadar çok dişi türü var ki şaşırırsınız.
Allah saklasın, günün birinde insan dişisi de bunu başarırsa, yandık!
Amazon molisi, kamçı kuyruklu çöl kertenkelesi, Poeciliopsis isimli bir tür dişli sazan gibi örneklerden daha önce söz etmiştim.
Çok yeni keşfedilen bir tür daha var ki insanın tüylerini ürpertiyor!
"Benekli" diye tanımlanan bir kerevit türü Avrupa, Madagaskar, Japonya ve ABD tatlı sularında hızla üremeye ve yerli türleri tehdit etmeye başlamış.
İşin ilginci benekli kerevitlerin geçmişi sadece 30 yıl. Daha önce böyle bir kerevit türü bulunmuyormuş. 30 yıl önce bir dişi kerevit, nasıl olduğu henüz tam bilinmeyen bir nedenle mutasyona uğramış ve bir erkek kerevitin döllemesine ihtiyaç duymadan, kendi başına üreme becerisini geliştirmiş.
Sadece iki ayda kendi başına 200-300 döllenmiş yumurta üretebilen bu dişiler, bulundukları tatlı sudaki ekosistemleri ele geçirmeye başlamışlar.
Bir feminist rüyanın gerçekleşmesi gibi görünüyor: Erkeklere hiç ihtiyaç duymayan kadın kolonileri!
Benekli kereviti ilginç kılan şey, bütün bu evrim sürecinin 30 yıl içinde olup bitmesi.
Darwin hayatta olsaydı bu habere ne kadar sevinirdi kim bilir!
Erkekleri hayatlarından uzak tutmak konusundaki en büyük uzmanlar da Çin kadınları sanırım. Yıllar önce bir gazete haberinde okumuş ve Radikal'de de yazmıştım.
Çin'de sadece kadınların konuştuğu bir gizli dilin varlığı tespit edilmişti.
Hunan eyaletinde tesadüfen keşfedilen bu dil, günümüzde sadece çok yaşlı bazı kadınlar tarafından konuşuluyor.
Nu Şu adı verilen bu özel ve gizli lisanın, imparatorluk döneminde ağır toplumsal baskı yaşayan kadınların kendi aralarında anlaşabilmek için uydurdukları bir dil olduğu tahmin ediliyor.
Amaç kadınların kendi aralarında konuştuklarının erkekler tarafından anlaşılmasını önlemekmiş. Bir tür kuşdili gibi.
Hatta kentli okumuş kadınlar, bu gizli dil için özel bir alfabe bile geliştirmişler ki bugünkü Çin alfabesinden tamamen farklı kesik çizgilerle yazılıyor.
Kadınlara ne eziyetler çektirdiler ki kadınlar kendileri için erkeklerin sızamayacağı özel bir alan yaratmak amacıyla gizli lisan bile geliştirebilmişler?
Erkeklerden uzakta huzur içinde yaşamayı tercih eden çok kadın var.
Mesela Canhabaque Adası... Bu ada, Batı Afrika'da Gine - Bissau'ya bağlı 88 parçalık Bissagos Takımadaları'nın en küçüğü. Portekiz sömürgecilerine karşı uzun süre direnmişler ve kendi toplumsal yapılarını korumayı başarmışlar.
Anaerkil bir toplum bu. Evlilik, erkeklere kadınla aynı evde yaşama hakkını bile sağlamaya yetmiyor. Bir kral var ama kadınların oluşturduğu bir meclis tarafından seçiliyor.
Güney Meksika'daki Juchitan köyü bilinen en eski Meksika yerlileri olan Zapotekleri barındırıyor. Bu köyde her şey kadınlar tarafından yönetiliyor. Genç kızları evlilik öncesi ilişkilerden korumak için de erkek biseksüelliğinin son derece yaygın olduğu bir toplum.
Swahili dilinde "umut" anlamına gelen Tumai köyünde ise sadece kadınlar ve çocuklar yaşıyor. Kadınların köy sınırları içinde cinsel ilişkide bulunmaları yasak, köy dışında böyle bir macera yaşadıktan sonra eğer bir erkek çocuk doğarsa, 16 yaşına geldiği gün köyü terk etmesi gerekiyor.
Minangkabau halkı Endonezya'nın Sumatra Adası'nda Bukittingi köyünde yaşıyor. Nüfusları 5 milyon kadar ve Müslüman bir toplumun da anaerkil yapıya sahip olabileceğinin tek örneği! Mülk anadan kıza geçiyor, ana soyu devam ediyor, erkek çocuklar 7 yaşına gelince bir dini merkezde eğitilmek üzere ana evinden ayrılıyorlar ve bir daha da o eve dönemiyorlar. Bu köyde bir erkeğin resmi olarak kazanabileceği tek rol "dayı" olmak!
Genel tabloya bakıldığında pek de öyle "bir rüya ülkesi" çağrışımı yaptırmıyor insana. Anaerkil ya da ataerkil olsun fark etmiyor, bir toplumsal cinsiyet, diğerine göre baskınsa ikincil görülen cinsiyet eziliyor.
Öyle görünüyor ki en iyisi toplumsal cinsiyet rollerinin eşitlendiği modern bir toplum olabilmek. 2005 yılında IPSOS'un Elle dergisi için yaptığı bir araştırma var. Araştırmaya göre, 2025'e gelindiğinde kadın - erkek ilişkilerinin süresi şimdikinden çok daha kısa olacak. Araştırma kadınların yüzde 58'inin, erkeklerin ise yüzde 44'ünün bu durumu bir gerçek olarak kabul ettiğini ortaya koyuyor.
Ve bir "kötü" haber daha:
Erkeklerin sadece yüzde 20'si gelecek 20 yıl içinde erkeklerin kadınlara daha fazla ilgi duyacaklarına inanıyor! Kadınlar biraz daha iyimserler ama buna inanan kadınların oranı da ancak yüzde 46. Neyse ki çok genç kuşaklar için bir umut ışığı var.
"Trend araştırmacısı" Prof. Werner Habermehl'in düşüncesine göre 30 yıl içinde erkekler, yine bildiğiniz bizler gibi erkeklerden olacaklar: Kendisine gülümseyen bir kadın gördü mü aklı başından giden tipler!
John Updike şöyle söylemiş:
"Dünyada kadınlar ve erkekler arasında olan duygudan daha heyecanlısı yoktur."
Updike'ın altını çizdiği bu gerçeğe "iman ederek" büyüdüğüm için bu erkeksiz (ya da kadınsız) toplulukların bir geleceğinin olmayacağına da inanıyorum.
Araştırmalar ne söylerse söylesin: Kadınları seven erkekler, erkekleri seven kadınlar hep olacak. Onların sayısı da bizler gibi "demode" tiplere yeter diye düşünüyorum!
"Kadınsız (ya da erkeksiz) hayat, oh ne rahat" diye düşünenlere "Kurbağa Prens" masalını hatırlatmak isterim. Her masal, bir gerçekten çıkmıştır ve sonunda o gerçeğe referans olur.
Düşünün bir bakalım: Kendinizi en son ne zaman bir prens / prenses gibi hissettiniz?
Maaşınıza zam aldığınızda mı, takımınız galip geldiğinde mi? Yoksa o çok özel kadının - erkeğin dudakları, dudağınıza değdiğinde mi?
Erkek ya da kadın fark etmez, karşı cinsle ilgili tercihlerimiz, aslında kendi kişiliklerimizin bir yansımasıdır.
Doğru erkeği ya da kadını bir türlü bulamadığından yakınanlar ve "artık bir erkeğe / kadına ihtiyacım yok" diyenler bir kez durup düşünmeli. "Acaba ben onun için doğru kişi miydim?" diye!
Paulo Coelho'nun 'Simyacı' isimli romanında, sadece iki kere gördüğü bir rüyanın peşine takılıp bilmediği bir ülkeye kadar giden İspanyol çoban sonda şöyle diyordu:
"Gerçekte kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir."
Hayatın kendisine karşı cömert olmadığını düşünen yalnız erkekler ve kadınların düşünmesi gereken bir konu bu.
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. “Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |