Acı mı, komik mi olduğunu tam olarak değerlendiremediğim haberi günlük sabah rutinimi izlerken aldım.
“Sabah rutinim” dediğim şu: Yüzünü yıka, gazetelere hızla göz at, yürüyüşe çık!
Üç pusulanın her birini ayrı ayrı damgalayıp, bir zarfa koyduktan sonra sandığa oyumu atmamın üzerinden geçen zaman üç gün sonra 1 ay olacak.
Ama hâlâ seçim geriliminden, tartışmalarından kurtulabilmiş değiliz ve bu da doğal olarak sinirlerimizi geriyor.
Onun için sabah seansında sadece eğlenceli haberlere bakıyorum, sinirimi zıplatacak köşe yazılarından filan uzak duruyorum.
Okuduğumda, gülsem mi ağlasam mı diye tam bir karara varamadığım haber şöyle:
“Yaklaşık 3,5 yıldır birlikte olan Serenay Sarıkaya ile Kerem Bürsin, zamansızlıktan ayrıldı. İşleri nedeniyle sürekli ayrı olan çiftin, birbirlerine zaman ayıramadıkları için ilişkilerini dostça noktaladıkları söyleniyor.”
Doğrusunu isterseniz haberi okuyunca üzüldüm.
Çok güzel genç bir kadın, oldukça yakışıklı bir genç erkek. Keşke ayrılmasalardı diye düşündüm önce.
Bu sıfatları rastgele seçmedim, ikisini de yakından görmüşlüğüm var, “yıldız pırıltısı” denilen şey sanki üzerlerine serpilmiş, şahane iki genç insan.
Sonra yürürken haberdeki cümle takıldı aklıma. Kulaklığımda da Hank Marvin dinliyordum, o eşsiz Fender Stratocaster soundu ilk gençlik yıllarıma götürüyor beni. The Shadows ve Cliff Richard günlerine...
Yazının sonunda size de dinleteceğim, merak etmeyin.
Her neyse, kafama takılan şey “zamansızlıktan ayrıldılar” cümlesiydi.
Doğrusunu isterseniz aşkın boş zamanları değerlendirmek için bir hobi olduğunu pek düşünmemiştim.
Evet, bu yaşıma geldim gayet iyi biliyorum ki aşk özen ister, zaman ister filan ama “zamansızlık” nedeniyle “dostça ayrılmaya karar vermeyi” anlayamadım.
***
Aşk, bir boş zaman uğraşısı ise planlanabiliyor da olmalı.
Planlanabildiğine göre, kime aşık olunacağına da insan kendisi oturup, hesap kitap yapıp, karar veriyor olmalı.
Şöyle bir durum yani: “Dizi çekimine ara verdim, yapacak işim de yok, bari aşık olayım” diye mi başlıyor süreç?
O vakit devamı da şöyle gelmeli:
“Mehmet komik ama çirkin, onu geç! Recep desen, gözü bizi görmez, başka dünyaların insanıyız, o da olmaz. Kıvanç yakışıklı çocuk, ama karısı var, şimdi kızı üzerime saldırtmayayım. Kemal’in parası yok, yaz sıcağında Beyoğlu barlarını da çekemem. En iyisi hem genç, hem zengin, hem yakışıklı birisini bulmak!”
Bir ayrılığı halkla ilişkiler dersine çevirmek isteyenler kusura bakmasınlar ama aşk böyle bir şey değil arkadaşlar.
***
“Zaman yok, hadi dostça ayrılalım” da inandırıcı bir haber değil.
Ayrılık noktasına gelindiyse, bu öyle cici çocuklar gibi el sıkışarak geçilecek bir aşama değildir.
Theodor Reik, “Aşk ve Şehvet Üzerine: Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi” isimli eserinde şöyle diyor:
“Kaybolmakta olan aşk, kayıtsızlıktan çok, nefrete yakındır.”
Evet, birbirlerine zaman ayıramayan aşıkları bekleyen şey önünde sonunda ayrılıktır bunu biliyoruz.
Ama uzun sürmüş bir aşkın da ağrısız, sancısız bitivereceğine bizi inandıramazsınız.
Magazin basınında ciddi bir soruna da işaret ediyor bu: Oyuncuların halkla ilişkilerini yöneten şirketten gelen açıklamayı peşinen doğru kabul etmek!
Mesela Serenay Sarıkaya’nın yakın kız arkadaşlarını takip edin derim.
Gece geç saatlere kadar kimin salonundaki avizeler yanıyorsa, asıl bilgi ondadır, ben söylemiş olayım.
***
Geçenlerde yeni yayınlanan bir roman aldım. Adını ilk kez duyduğum bir yazar ama sanırım gelecek yıllarda da duymaya devam edeceğiz.
Romanın adı “Yüzümde Çarpık Bir Gülümseme.” (Boyut Yayınları.)
Bir kitabın ilgimi çekmesi için küçük şeyler yeterlidir ama bu romanı okumaya beni ne itti, bilemiyorum.
Ya kapağındaki “+18 Cinsellik İçerir” notu, ya da hemen ilk sayfasında Kirkegaard’dan yapılmış alıntı:
“Mükemmel aşk, insanın kendisini mutsuz edecek kişiyi sevmesidir!”
Romanı size anlatacak değilim, kitap kurtlarına önerebilirim.
Romanın yazarı Bilge Berze, bir de “son söz” yazmış kitabına.
Oradan bir alıntı yapacağım:
“Ancak annemin ölümüyle İstanbul’da geçici bir süreliğine de olsa yaşamaya karar verdiğimden beri fark ettiğim şey şu: Türkiye’de özellikle de belli sosyokültürel düzeye gelmiş kadınlar cinselliği, aynı erkekle değil de başka bir insanla deneyimlemek istediklerinde ‘aşık’ olmaları gerektiğini düşünüyorlar. Ve çok büyük anlam yükledikleri aşka ve aşık olduklarını sandıkları kişilere sımsıkı sarılıyorlar. Bir yerde esaret başlıyor. Oysa erkekler için durum biraz daha farklı. Çoğu erkek, yaşadığı cinselliğe çok büyük anlam atfetmeden bunun tadını çıkarabiliyor. Oysa kadın, ruhsallıktan yola çıkarak işi ilahi aşka kadar götürebilecek sanal bir gerçeklik yaratıyor kendine.”
Ne dersiniz, yazar haklı mı?
Bana yazarsanız, önümüzdeki haftalardan birinde hep birlikte tartışırız.
***
Yazıyı Serenay Sarıkaya ve Kerem Bürsin’e üzüntülerimi bildirerek bitireyim.
İnsan hafızası zaman içinde kötü duyguları siler; sadece iyi anıları saklar, onları hatırlarsınız.
Sevip de kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan çok ama çok daha iyi bir duygudur, aklınızın bir köşesinde kalsın.
Ve buyurun Hank Marvin ve efsanevi Fender’inin yaptıklarını dinleyelim. Paul Simon – Art Garfunkel şarkısı Mrs. Robinson’u bir de böyle dinleyin, bakalım siz de benim kadar sevecek misiniz?