Geçen gün gençlerle bir toplantı yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, bir mavi Vosvos minibüsün önünde otururken görünce, “hayırdır inşallah” dedim.
Artık “kült” sayılması icap eden bu harika araç, aynı zamanda gençlik isyanının da sembolü sayılır.
Çiçek çocukları hippilerin, yerleşik düzene ve Vietnam’da savaşa karşı, serbest seks ve “ot” ile ifadesini bulan isyanını simgeleyen üç – beş şeyden biridir bu minibüs.
Onun için Cumhurbaşkanı’nı hiç de yerli ve milli olmayan bu dekorun önünde görünce irkilmemem mümkün değildi.
Belli ki “ödüllü iletişimci” Fahrettin Bey kardeşimiz, bu toplantıyı düzenlerken Merkür’ün, Plüton ile olan ilişkisini hiç dikkate almamış.
Oysa Zeynep Turan, Günaydın’da “Başak – Balık aksındaki Neptünyen dolunayın nelere yol açabileceğine” dikkatlerimizi şu cümleyle çekmişti:
“İletişim gezegeni Merkür’ün, yeraltı gezegeni Plüton’a kafa tutması siyasi liderlerin kıracağı potları ifade edebilir.”
Bu öyle etkili bir gökyüzü olayıymış ki Neptün, “biz daha neler göreceğiz kim bilir” cümlesini herkesin diline dolayacakmış.
Nitekim de öyle oldu, bu gözler, mavi bir Hippi minibüsü önünde Erdoğan’ın konuşma yaptığına bile tanık oldu.
Kim bilir daha neler göreceğim, ama bu sahneyi kolayca unutmayacağıma eminim.
Biliyorsunuz bu köşe siyaset köşesi değil; bütün hafta hepimizin kafası zaten kazan oluyor, hafta sonu bari eksik kalsın diye düşünüyorum.
Onun için de magazin olaylarını ciddiyetle izliyorum ki sizlerle de paylaşabileyim.
Aslında konumuz astroloji merakının yıktığı bir yuva ile ilgili ama astrolojinin nelere yol açabildiğini daha iyi anlatabilmek için mavi minibüs örneğine de dikkatinizi çekmem gerekti.
Bilmiyorum haberiniz var mı?
Futbolcu Özer Hurmacı, 3 çocuğunun annesi olan eşi Mihriban Hanım’a, astroloji ile çok meşgul olduğu gerekçesiyle boşanma davası açmış.
İddiaya göre Mihriban Hanım, astroloji haritalarına bakarak Özer Bey kardeşimizin kendisini aldattığı sonucuna varmış ve bu da evde şiddetli geçimsizlik yaratmış.
Haber gazetelerde böyle çıktı, bilmiyorum gerçeği ne kadar yansıtıyor.
Roma hukukunun temel kavramlarından biri sayılması lazım gelen Latince Audiatur et altera pars (Diğer tarafı da dinleyelim) kuralını, adalet sistemimiz unutalı çok oldu.
Ancak bu aynı zamanda evrensel bir gazetecilik kuralı da sayılmalıdır.
Mihriban Hanım’a neden sorulmamış, onun bakış açısıyla olay böyle mi görünüyor, bu ihmal edilmemeliydi.
Mihriban Hanım’ın bu özel tutkusunun nedenlerini, derinliğini elbette bilmiyorum ancak şu kadarını söyleyebilirim ki gökyüzünün altında tek başına değil.
Yıldızların hareketlerinin ve doğum anındaki konumunun birbirleriyle etkileşerek insanların hayatlarında önemli roller oynadığına inananların sayısının çok ama çok yüksek olduğunu tahmin edebilirim.
Benim kişisel tutumum, bilimsel olarak doğruluğu kanıtlanmamış her şeye belli bir mesafede durmak olarak açıklanabilir ancak bunun bir tür bilim olduğunu iddia edenlerle çene yarıştıracak durumda da sayılmam.
Yalnız şu var: Bugün dünyamızın nüfusu aşağı yukarı 8 milyar kişi. Bunların dengeli bir şekilde 12 burç arasında dağıldığını varsaymamızda da bir sakınca yok.
Çünkü belli aylarda ya da günlerde insanların doğum yapamadığına ilişkin bir bilgiye de sahip değiliz.
Aşağı yukarı bir eşitlik söz konusu olmalı.
8 milyar kişiyi burçlarına göre dağıtacak olursam benim Kova burcuma düşen insan sayısı 666 milyon 666 bin 667 kişi olarak ortaya çıkıyor.
Şeytanın rakamı 666’ya çok benzediğini ben de şimdi fark ettim ve sırtıma doğru soğuk bir ter dalgası da inmedi değil.
Kitab – ı Mukaddes’in Vahiyler bölümünde böyle olduğu yazılı ve bu da sonuç olarak bir inanç meselesi olduğu için gerçekliğini tartışabileceğimiz bir durum değil.
Ocak ayının 21’i ile Şubat ayının 19’u arasında doğduk diye 666 milyon 666 bin 667 insanın benzer özellikler gösterebileceğine inanıyorsanız, bu sizin bileceğiniz bir iş.
Yıldızlar, milyarlarca yıldır gökyüzündeler. Bizim Samanyolu gibi galaksilerin sayısı 125 milyar adettir diye tahmin ediliyor.
Biz başka birçok galaksiyle kıyaslandığında küçük bir galaksi sayılması gereken Samanyolu’nun, son derece sıradan ve küçük bir yıldızı olan Güneş’in çevresinde dönüp duran, kendi sistemi içinde bile hatırı sayılır bir büyüklüğü olmayan Dünya isimli gezegende yaşıyoruz.
Ve yıldızlar ile etraflarındaki gezegenler ve uyduları dönmeye başladıklarından beri şaşmaz bir düzen içindeler.
Bazen bir kara delik bir bölümünü “ham” yapsa da düzen saliselik kadar bir süre için bile şaşmıyor.
Buradan yola çıkarak enlemler ve boylamları da işine katarak gelecek öngörülmeye çalışılıyor ki bana sorarsanız bırakın dağınık kalsın, gelecekte başınıza neler geleceğini yaşayarak öğrenseniz daha doğru olur.
Şunu demek istiyorum ki Mihriban Hanım, haritalara filan bakarak Özer Bey’in sadakatinin derecesini ölçemez.
Bu konuda Özer Bey’in cep telefonu ve kredi kartı ekstreleri daha çok bilgiyle doludur ancak görgülü insanlar da bu tür özel eşyaları, sahiplerinin rızası olmadan kurcalamamalıdırlar.
Aslına bakarsanız sorun tipik bir kıskançlık sorununa benziyor.
Ben “evlilik danışmanı” değilim elbette, kişisel gelişim ve yaşam koçu hiç değilim ama bu konuda teşhisimi açıklamakta sakınca görmüyorum: Mihriban Hanım gerçekten yıldız haritalarına bakarak bu sonucu çıkardıysa bu aşırı kıskançlık diye tanımlanmalı.
Ve bu da insanlık tarihi kadar eski bir duygudur.
Adem ile Havva’nın çocukları, Habil – Kabil öyküsünü hatırlatmam kaçınılmaz oldu.
Oksijen gazetesinin “Cuma Sohbeti” köşesi eksikliğini bir nebze giderecek, teolojik bir parantez açma fırsatını da böylece kaçırmamış oluyoruz.
Bu öykü eski Sümer mitolojisine kadar gidiyor.
Üç semavi dinin, Yahudi, Hristiyan ve Müslüman inancında da yeri var.
Din kitaplarında Kabil’in, Tanrı’ya sunduğu adak beğenilmeyince kıskançlık duygusuna kapılıp Habil’i öldürdüğü anlatılıyor.
İbn -i İshak’ın aktardığı ve sahih olmayan bir hadise göre de işin içinde “kız meselesi” de var.
Gerçi Hişam Bin Urve, İshak’ı “yalancılıkla” da suçlamış ama bilemiyorum, belki onlar arasında da mesleki kıskançlık vardı.
İbn – i İshak’a göre, Habil ve Kabil birer ikiz kız kardeşe sahiplermiş ve onlara birbirlerinin kız kardeşleriyle evlenmeleri emredilmiş. (Bunu ensest olarak görmeyin, başlangıçta Adem ve Havva iki kişiydiler, bu 8 milyarlık nüfusa nasıl geldik zannediyorsunuz?)
Kabil’in kız kardeşi daha güzelmiş, Kabil kıskanıp, Habil’i öldürmüş, ama dedim ya bu sahih olmayan bir hadis, bir tür “teolojik dedikodu” da diyebiliriz.
Ben bu bilgileri Diyanet İşleri’nin yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nden aktardım.
Bir aşk ilişkisinde, kıskançlık, sevdiğin insanın seni değil de bir başkasını tercih etmesinden duyulan korku, endişedir.
Kıskançlık yoksa, aşk da yoktur.
Bu düşünce, Fransız filozof Littre tarafından dile getirileli yaklaşık 120 yıl kadar oluyor.
Aşık olduğumuz insan gözümüzde dünyanın en değerli varlığına dönüşür.
En zeki, en akıllı, en güzel, en komik, en en en!
Aşık olduğumuz kişi böyle birisidir.
Şimdi tabii “aşkın gözü kördür”, “gönül ota da konar, yoka da konar” filan gibi konulara girmeyeceğim.
Önemli olana aşık olduğumuz insanı başkalarının nasıl gördüğü değildir, bizim nasıl gördüğümüzdür. Ona atfettiğimiz değerlerdir.
O zaman şimdi dürüstçe cevap verin: Böylesine “mükemmel” bir varlığın, çekip bir başkasıyla gitmesini kim ister?
Onun için aşık olduğumuz kişiyi bir tür göz hapsine alırız.
Düşünmeyiz ki bizim ölüp, bayıldığımız kişiye belki de dışarıda kimse bayılmıyordur.
Biz onu dünyanın en güzeli, dünyanın en yakışıklısı zannettiğimiz için herkesin de böyle gördüğünü düşünürüz.
Kılık kıyafetine karışırız. Biraz fazla süslense meraklanırız, hayrola?
İnanmayacaksınız belki ama eşlerinin, sevgililerinin cep telefonlarını, çekmecelerini, ceplerini karıştıranlar bile var.
Aplikasyon mağazalarına bir girin bakın, bu kadar casusluk – takip uygulamasını CIA, Mossad, MİT kullanmıyor her halde!
Bunu yapanlar arasında iyi aile terbiyesi görmüş kadınların ve erkeklerin de olduğunu biliyoruz.
Küçükken başkasının mektuplarını okumanın ayıp olduğunu öğrenerek büyümüş ama eşinin, sevgilisinin cep telefonundaki mesajları, posta kutusundaki e – postaları okumak için delice bir istek duyuyor!
İşte buna neden olan şey kıskançlıktır ve eşin – sevgilinin bir başkasını tercih edeceğinden korkmakla ilgilidir.
Yani diyeceğim o ki eğer birisini kıskanmıyorsanız iki olasılık var:
Ya o kişiye aşık değilsiniz, “bana ne, ne yaparsa yapsın” diye düşünüyorsunuz ya da “normal” değilsiniz.
Tabii, argo tabirle bunu yapacaksanız da “eşeğin gözüne su kaçırmadan” yapıyor olmalısınız!
Kıskançlık duygusunun varlığı dozundaysa bir ilişkiyi canlı ve heyecanlı tutar ama doz aşımı da o ilişkinin giderek tükenişe yönelmesine neden olur.
Anlamsız ve temelsiz suçlamalara dönüşen kıskançlık gösterilerinden varılabilecek tek yer aile mahkemesi olabilir.
Nitekim Mihriban Hanım ile Özer Bey’in durumu, bu gözlemimin bilimsel olarak da doğrulandığını gösteren bir örnek olay olarak görülebilir.
Stendhal, Aşk Üstüne isimli kitabının bir bölümünü de “Kıskançlık” üzerine ayırmış, tatlı tatlı anlatıyor.
Nedensiz kıskançlığın, sevgilinizi, rakibinizin kollarına iten bir rol oynayabileceğine de dikkat çekiyor.
Kontrolden çıkan kıskançlık duygusu, rakibinizin dikkatini sevgilinizin daha önce farkına varamadığı “özelliklerine” çekiyor.
Rakibinizin ilgisinin yönelmesi ve giderek yoğunlaşması da sevgilinizi “uyandırıyor”!
Sonra bir de bakmışsınız sevgilinizi kendi ellerinizle, bir başka kadının / erkeğin kollarına itmişsiniz.
Bu konu elbette çok su kaldıracak bir pilavın varlığına da işaret ediyor.
Ve kuşkusuz ki cinsler arasındaki ilişkilerin en önemli ve can yakıcı sorunlarından biri.
Bu da şu demek oluyor ki, ileride bu konuda yine sohbet edeceğiz.