Gazetedeki haberi okurken şükürler olsun ki "baby boomer" kuşağında dünyaya gelmişim diye düşündüm.
Çünkü meslektaşımız Funda Karayel, geçenlerde "Z kuşağının hakim olduğu bir kız ortamında" şu konuşmaya tanık olmuş, olay yerinden bildirdi:
"Ben beta karakterlerle çok iyi arkadaş olurum, sigmayla sevgili olurum ama alfayla kesin evlenirim!"
"Z kuşağı kızlar" dediğinizde en büyüğü 25 yaşında olan bir gruptan söz ediyorsunuz.
O yaşta, bu kararlılığa şapka çıkartırım, onu da söylemiş olayım ama tekrarlayacağım, "çift aşılı" kuşağa mensup olduğum için şanslıyım.
Bu arada Funda Hanım sayesinde şunu da öğrendim: Beta karakterler kendi halinde, ortalama, dikkat çekmeyen kişiliklermiş.
Alfalar ise içinde bulundukları grubun lideri olurlarmış.
Bir de içe dönük Sigmalardan söz ediyor, iddiasız, cool tiplermiş bunlar.
Bizim zamanımızda işler böyle yürümezdi.
O yıllarda kendimiz bile bilmezdik, alfa mıyız, beta mı?
Tabii kızların da haberi yoktu bu durumdan.
Onun için o yıllarda "yakışıklı mı, doktor mu, mühendis mi" gibi soruların yanıtları daha önemliydi.
Yeri geldiğinde "beni ne mühendisler, doktorlar istemişti" diye başa kakılacak bilgiler de böyle toplanıyordu.
Beni hiç sormayın; o yıllarda "Mülkiyeli gazeteci" sadece bir "imalat hatasına" tekabül ediyor, genç kızlar için hayali kurulacak büyük bir vaat içermiyordu.
Tabii genç kızlık hayallerini yıkmak istemem ama Z kuşağı da olsalar, böyle alfa – beta – gamma gibi bana fizik derslerini hatırlatan şeyleri de bilseler karşılaşacakları gerçeği söylemek zorundayım: Ezici çoğunluğu bir Türk erkeği bulacak!
Türk oğlu Türkün de alfası, betası olmaz, Devlet Bahçeli'nin tepesini attırmayın derim!
Şimdi bir araştırmadan söz edeceğim ama bu tür araştırmalara pek güvenmem aslında.
Çünkü esasen bizim milletimiz, gerçek düşüncelerini başkalarından saklamaya eğilimlidir.
Bu yüzyıllardan gelip süzülen bir özelliğimiz olsa gerek.
Gerçek fikrini söyleyenin başına gelenleri göre göre genlerimize kazınmış bir korunma refleksi sanırım; anketçilere duymak istediklerini tahmin ettiğimiz şeyleri söyleriz.
Bindiğiniz her taksinin sürücüsünün sizinle aynı fikirde olmasının nedeni halkımızdaki ani aydınlanmaya bağlı mı sanıyorsunuz?
Nitekim bir araştırmaya göre Türkiye'deki kadınların yüzde 53'ünün tercihi, sürprizler yapmaktan hoşlanan, romantik bir erkek tipi!
Yoksa onlar da bilmezler mi; bizim erkek milletinin dörtte üçüne "sürpriz yap" dersen, gelip ensene bir şaplak yapıştırabilir, kesin bilgi, yayalım!
Z kuşağındaki yavrularımıza şunu söylemeliyim ki "onla sevgili olurum, bunla evlenirim" gibi "iradi" yaklaşımlarla bir yere varamazsınız.
David Eagleman, "Incognito – Beynin Gizli Hayatı" isimli kitabında, bilinçli zihnimizin, buzdağının sadece görünen tarafı olduğunu yazıyor.
Beğenilerimize, tercihlerimize yön veren temel etken de beyin kıvrımlarımızdaki uçurumların dibine saklanmış.
Bunlara bilinç ve iradeyle ulaşabilmemiz mümkün değil.
Eagleman, insan davranışlarını anlamaya çalışırken ikili sürecin gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyor: Akıl ve duygular!
Şöyle yazıyor: "Beyin iki farklı sistem içerir: Hızlı ve otomatik olan birincisi bilinçli farkındalık yüzeyinin altında çalışırken ikincisi yavaş, bilişsel ve bilinçlidir. Birincisi otomatik, örtük, bulgusal, sezgisel, bütüncül, tepkisel ve dürtüsel olarak nitelendirilir; ikincisiyse bilişsel, açık, kurala ve derin düşünmeye dayalı olarak. Bu iki süreç birbiriyle sürekli mücadele içindedir."
Analitik psikolojinin babası Carl Jung "Her birimizin içinde tanımadığımız biri daha vardır" demişti, ama siz Pink Floyd'un Dark Side of The Moon'da söylediğini dinleyin: "Kafamın içinde biri var ama o ben değilim." (There's someone in my head but it's not me.)
Bize "güzel / yakışıklı" olarak görünen ve önce tanımlayamadığımız ama sonradan adına aşk diyeceğimiz duyguyla itildiğimiz kişiyi beğenmemizin nedeni de örtülü belleğimizde bununla ilgili kodları biriktirmiş olmamızdır.
Aklımız istediği kadar o tipten uzak durmamız gerektiğini bize söylesin, aklımızı dinlemediğimiz takdirde canımızın yanacağını deneyimlerimizle öğrendiğimiz halde yine de onu seçeriz.
Yani "gönül ota da konar yoka da" şeklindeki gayet özlü bir Türk deyişinde belirtildiği gibi gönlünüze söz geçirmeniz neredeyse mümkün değildir.
Aklın "kalk gidelim" derken, gönlün "otur halt yeme" der.
"Onla sevgili olurum, bununla eğlenirim, şununla da evlenirim" gibi hesaplar, normal olarak tutmaz.
Eğer tutuyorsa, içten pazarlıklı korkunç bir tip olduğunuzu söylemek zorundayım, kusura bakmayın.
Aşkın insan ruhu üzerinde yarattığı en önemli etki, verdiği seçilmiş olma duygusudur.
Etrafta bize benzeyen belki on binlerce insan varken, bir kadının (ya da bir erkeğin) sizi tercih etmesinin verdiği seçilmiş olma duygusundan söz ediyorum.
"Seçilmiş olmak" aslında teolojik bir kavramdır: Herhangi bir insanın doğaüstü bir kararla, benzersiz ve olağanüstü bir şey için seçilmesi.
Aşk ilişkisindeki taraflardan biri ötekine hiçbir zaman şunu söylemez: Seni seviyorum çünkü çok zenginsin, beni güzel yerlere, yemeğe-tatile götürüyorsun vs.
Birisi bunu size söylerse, onun sizi değil, sizin sağladığınız olanakları sevdiğini düşünürsünüz.
Gerçek aşk bunlarla ilgilenmez.
Tam tersine, "süje" zeki olmasa da, namussuz olsa da, alçak bir yalancı olsa da, fakir olsa da, genel güzellik değerleriyle kıyaslandığında çirkin sayılsa da ona âşık olunabilir.
Aşk da zaten budur: Seçtiğimiz birisine teslim olmak!
Bu gönüllü bir teslim oluştur ve en önemlisi neye teslim olduğunuzun da çoğu zaman farkında bile olmayabilirsiniz.
Onun için "betayla gezer, alfayla evlenirim" diye atıp tutmayın, bir de bakmışsınız sümsük bir sigmayla nikah memurunun karşısındasınız!
Kim bilir, belki de "yüz görümlüğüne" tav oldunuz.
Yaz bekarı…Norma Jean ki çoğunluk onu Marilyn Monroe olarak tanır, 1 Haziran 1926 günü doğmuştu. Sinemanın gelmiş geçmiş en çekici sarışınını birlikte analım istedim. Miksoloji tarihi, sinemanın önemli kadınları için yaratılmış ya da sonradan onlara ithaf edilmiş kokteylleri de yazıyor. Marilyn Monroe'ya bir kokteyl adanmamış olması mümkün değil tabii.2.5 shot bardağı prosecco ya da köpüklü şarap, 1 shot bardağı brandy ve bir tatlı kaşığı nar şurubunu bir büyük bardakta buzla soğutun (çalkalamayın, şarabın köpüğünü yok edecek kadar da karıştırmayın) ve flüt kadehe süzün. Pazar sabahı kahvaltı öncesinde sevdiceğinizi böyle bir kadehle uyandıracak olursanız kazanan siz olursunuz, söylemiş olayım. Ancak Marilyn Monroe'nun asıl sevdiği kokteyl "viski sour" idi. Keyifli günlerinde sabah kahvaltısı, üzerine yer fıstığı ezmesi sürülmüş iki dilim ekmek ve bir bardak viski sourdan oluşurmuş. Bu içkiyi "Yaz Bekarı" filminde de sıkça içerdi, beyaz elbisesinin eteklerinin metro havalandırmasında uçuştuğu film! Alışık olmayanlar için biraz sert kaçabilir ama gün boyu neşelendireceğine garanti veririm. 2 shot bardağı Bourbon, 1 shot bardağı taze sıkılmış limon suyu, onun yarısı kadar şeker şurubu, yarım yumurta akı, 2 – 3 damla Angostura bitter. Angostura, Binali Bey'in oğlunun hayır yapmak için giderek, test kiti ve maske dağıttığı Venezuela'nın Bolivar eyaletinin küçük bir kasabasıdır. Burada yetişen yabani otlardan damıtılan ve eskiden ilaç olarak da kullanılan acı bir "tatlandırıcı". Böylece günümüz aktüalitesine de çok uzak kalmamış oluyoruz. Her neyse, bunları içi buz dolu bir çalkalama kabına alın, 20 saniye kadar çok güçlü çalkalayın. Köpüklü, hafifçe sulanmış harika bir karışım elde edeceksiniz, bir viski bardağına süzün, varsa bir kiraz ile süsleyin. Şimdi aşk ve kiraz mevsimi, hayatınızın aşkı bu kadar çabayı hak etmiyor olabilir mi? |
* Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.