Ceyda Düvenci, eşi Bülent Şakrak ile öpüşürken çekilmiş bir fotoğrafını Instagram’a koyunca yer yerinden oynamış.
Ben de fotoğrafı Onur Baştürk’ün köşesinde gördüm, sosyal medyayı “sallayan” olayı da ondan öğrendim.
Millet bunun üzerine veryansın etmiş!
“Bize ne senin aşkından” diyen de varmış, “Allah ıslah etsin” diyen de!
Böyle bir insan cinsi türedi, eminim sizler de farkındasınızdır.
Şöhretli insanların sosyal medya hesaplarını takip edip, altına hakaret yazmak için yanıp tutuşan çok insan var.
Ve bu sadece bize özgü bir sorun değil, medeni saydığımız ülkeler için de geçerli bir durum. İngiltere’de Demos tarafından Twitter kullanıcıları arasında bir araştırma yapıldı ve üç haftalık dönemde ‘slut’ (şıllık/sürtük) ve ‘whore’ (fahişe) kelimelerinin 200 bin kişiye gönderildiği tespit edildi.
Aynı dönemde 6 bin 500 kullanıcının da 10 bin adet ‘taciz-hakaret’ mesajına muhatap olduğu ortaya çıktı.
Kadınlara yönelik hakaret mesajlarını atanların yarısının kadın olduğunu söyleyeyim.
Araştırmayı yürüten Alex Krasodomski-Jones, sosyal medyada hakarete maruz kalmanın kadınlar açısından travmatik sonuçları olduğunu söylüyor.
“İnternetteyken, internet dışındaki hayatımızdaki kadar iyi insanlar değiliz” diye anlatıyor. Evet, maalesef böyle insanlar var ve sayıları küçümsenecek gibi değil.
Kucağında bir bebekle gördüğünüz eğitimli bir genç kadın, sosyal medyada hakaret yağdıran bir canavar çıkabiliyor. Ağzından kötü söz duymadığınız bir aile babası, eline cep telefonunu aldığında sokak magandalarına rahmet okutacak bir ruh durumuna girebiliyor.
Bu ruh durumunu anlayabilmek gerçekten kolay değil.
Bir kadın oyuncunun sosyal medya hesabını takip ediyorsan, normal olarak onu beğeniyor olman gerekir.
Sevmediği, hoşlanmadığı bir insanın fotoğraflarını filan görmeyi normal bir insan niye istesin?
Koyduğu fotoğraftan hoşlanmamış da olabilirsin, bu da normal.
Bu durumda, normal olarak “kalp” işareti yollamazsın, çok rahatsız olduysan takibi bırakırsın.
Hem takip edip, hem de hakaret ediyorsanız, kusura bakmayın ama bir tahtanızın eksik olduğunu söylemek zorundayım.
Kişisel sosyal medya deneyimimin bana gösterdiği bir şey var ki, bu tiplerle mücadele edebilmenin tek yolu mesajlarını silip, engellemek. Başka yolu yok.
***
Birbirini seven iki insanın öpüşmesinden hazzetmeyenler sadece sosyal medya psikopatları da değil.
American Anthropologist Journal’da yayımlanan bir araştırmadan söz edeyim.
Hepimiz birbirine aşık olan çiftlerin öpüştüklerini düşünürüz ama antropologların son araştırması birçok kültürde insanların, dudak dudağa öpüşme eylemine soğuk baktıklarını ortaya koyuyor.
Dünya çapında 168 kültürel ortamda yapılan araştırma gösteriyor ki dudak dudağa öpüşmek evrensel bir durum değil.
Kültürlerin sadece yüzde 46’sında insanlar bunu yapmaktan hoşlanıyorlar, hepsi bu kadar.
Araştırmacılar, dudaktan romantik – cinsel öpücüğün böyle yaygın olduğunu düşünmemizin sebebinin “batı etnosentrizmi” olduğunu söylüyorlar.
Kendi kültürlerinin diğerlerinden üstün olduğuna inanan batı dünyasının medyasıyla, sinemasıyla ve diğer kültürel faaliyetleriyle bu inanışı besleyip, yaygınlaştırdığını söylüyorlar.
Dudak dudağa öpüşmenin zaman içinde yaygınlaşmış olmasının bir nedeni de şaşıracaksınız ama “sağlık”.
Hollandalı uzmanlar, on saniyelik ateşli bir öpüşme ile 80 milyon bakterinin eşler arasında yer değiştirdiğini tespit etmişler.
Eşlerin bakteri ve mikroplarını böyle değiş tokuş etmelerinin, bağışıklık sistemleri üzerinde olumlu bir etki yarattığı da biliniyor.
Evrim süreci içinde dudak dudağa öpüşmenin giderek insan toplulukları içinde yaygınlaşmasında bunun da rolünün olduğu düşünülüyor. Kazablanka filminin unutulmaz şarkısı “As time goes by”da şöyle bir bölüm var:
“Bunu mutlaka hatırlamalısınBir öpücük sadece bir öpücüktür, iç çekiş, iç çekiştirTemel şeyler sürer giderZaman geçip giderken.”
Yüzyılın belki de en önemli aşk filmine yakışmayan bir yanlış tespit bu. Hayır, bir öpücük, sadece bir öpücük değildir, ona yüklediğimiz anlamın da bir önemi ve değeri var.
Nitekim, Frank Sinatra, şarkıyı yorumlarken sözlerde küçük bir değişiklik yapmış:
“Bunu mutlaka hatırlamalısın, Bir öpücük hâlâ bir öpücüktür” diye.
London Universty College’den plastik cerrah Gus McGrouther, âşıklar arasındaki bir öpücüğün sadece basit bir öpücük olmadığını tespit etmiş.
Bir öpüşme sırasında tam olarak nelerin meydana geldiğini tespit edebilmek için lazer tarayıcıları, elektrotlar kullanarak ciddi bir araştırma yapılmış.
Elektrikle ilgili ölçümler aşk dolu bir öpücükte 34 yüz kasının tümünün olaya karıştığını ortaya koymuş.
Bu kasların hareketleri, yüz sinir nükleusları olarak isimlendirilen ve beynin belli bir kısmından gönderilen elektrokimyasal sinyallerle kontrol ediliyor.
Dudaklardaki aşırı duyarlı sinir uçları, beynin korteksinde zevk duyguları yaratan ve tutkuyu artıran daha büyük bir alana bu sinyalleri geri gönderiyorlar.
Sonra feromonlar ve bağlayıcı kimyasallar işin içine giriyor ve böylece çiftlerin birbirlerine karşı hissettikleri aşk artıyor.
Son derece doğal ve eğlendirici bir oyun olarak gördüğümüz küçük bir öpücük bir anda yaşamın tüm değerini ortaya çıkaran bir eyleme dönüşüveriyor.
Oxford Üniversitesi’nde bir grup psikolog romantik ilişkilerde öpüşmenin fonksiyonu üzerine bir araştırma yapmışlar.
18 – 63 yaş arası Kuzey Amerikalı ve Avrupalı 308 erkek, 594 kadın ile yapılan araştırma, öpüşmenin hem yeni eşi bulmak için hem de mevcut ilişkiyi korumak için çok önemli bir eylem olduğunu gösteriyor.
Araştırmayı yürüten Dr. Rafael Wlodarski, öpüşmenin kalıcı bir ilişki için vazgeçilmez olduğunu söylüyor.
Cinsel ilişki öncesinde zannedildiği kadar çok önemli bir rolü yok ama romantik bir öpücüğün birbirine iki uzaylı kadar yabancı olan kişileri bile yaklaştırabildiğini belirtiyor.
Kadınlar, erkeklere göre kendilerini bu sırada daha çekici hissediyorlarmış.
Birçok kadın için cinsel ilişki kadar önemli ve hatta “daha mahrem” sayılan bir davranış.
Parayla cinsel ilişkiye giren fahişelerin önemli bölümünün öpüşmek istememesinin nedenini de bu “his” ile açıklıyorlar.
Wlodarski, öpüşmenin mutluluğu taşıyan bir konveyör olduğunu söylüyor. Konu buraya gelince sinema tarihinin en güzel oyuncularından birini, Ingrid Bergman’ı anmadan olmaz, toprağı bol olsun.
Onu çağdaşı diğer güzel oyunculardan ayıran şey muazzam zekasıydı.
Şöyle demişti bir keresinde:
“Öpüşmek, sözcükler kifayetsiz olduğunda konuşmayı kesmek üzere doğa tarafından tasarlanmış çok hoş bir oyundur.”
Tabii insanın karşısında Inga gibi bir kadın dururken konuşmakla vakit kaybetmek istememesinde şaşılacak bir durum yok.
Öte yandan konuşmadan da onu tanıyamazsınız, o sizi tanıyamaz ve hayalini kurduğunuz o ilişki hiç başlayamaz.
O halde bir soruyla bitireyim, yanıtını kendinize siz verin:
Bir ilişkiyi derinleştirip, kalıcı kılacak olan şey bol bol öpüşmek midir, çenen düşene kadar konuşmak mı?