Mehmet Teoman sağ olsun, anılarını anlattı ve şu dar günlerde tezgaha mal koyma konusunda sıkıntılar yaşayan Babıali esnafının imdadına yetişti.
Yanlış anlaşılmasın, memlekette yazacak konu kalmadı demiyorum; her şeyden önce buna Reis izin vermiyor zaten.
Bunu sizlere tekrar hatırlatmama gerek yok tabii; unutmayalım ki "iğne yaparken çocuğumun kolunu acıttı" diye hemşire ve sağlık memurunun dövüldüğü, "bu şeftali ezik" diyen müşteri ile pazarcının tartışmasının, polisin havaya ateş açarak bastırabildiği, dört kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir meydan kavgasına dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Diğer büyük meselelerimizi sizler zaten kendinize dert ediyorsunuz, bir de buradan saymayacağım.
İşte böyle bir ortamda Mehmet Teoman'ın anıları, halının altına süpürmeye çalıştığımız insani konularımızı da tartışmamıza olanak verdi.
Teoman'ın anılarından geçen hafta da söz etmiştim; nehir söyleşiyi Metin Solmaz yapmış, önsözü de Sevin Okyay yazmış: "Anılar Saçılmış, Odaya, Her Yere!"
Tartışmayı başlatan provokasyon Ertuğrul Özkök'ün marifeti.
Özkök, Mehmet Teoman'ı "gelmiş geçmiş en sempatik seri VİP çapkın" olarak ilan etti.
Ben de "sempati" konusunun, anılarda adı geçen "rüya 11'e" sorulmasından yana olduğumu yazmıştım.
Okuyucularımdan gelen e–postalara göre kadınlar bu durumu pek de sempatik bulmamışlar, erkekler ise "helal olsun adama" ruh durumundalar.
Mektupları okurken aklıma ELLE dergisi yazarlarından Jean Carroll'un kurduğu bir internet sitesi geldi. Site 2002 yılında kurulmuştu. Dün girmeye çalıştım, "güvenli değil" uyarısı çıkınca devam etmedim.
Üyelerine hizmet veren bu site aslında bir çöpçatanlık sitesiydi ancak konumuz bu değil.
Siteyi diğerlerinden ayıran şey, kız arkadaş aramak için ilan veren erkekler hakkındaki bilgileri erkeklerin eski kız arkadaşlarının veriyor olması.
Amerikan ELLE'de bir tür Güzin Abla'lık yapan Carroll'a en çok sorulan soru şuymuş: Bir erkek arkadaş nasıl bulabilirim?
Yazar bu soruyu soranlara şakayla karışık Kentucky Derbisi'ne gidilmesini öneriyor. Bizdeki karşılığı Veliefendi Hipodromu.
Sonuç olarak bir erkek tavlamak isteyenin gitmesi gereken yer, erkeklerin sayıca çok oldukları bir yer olmalı.
Bu sorunun bir de tamamlayıcı sorusu var: Doğru erkeği nasıl bulurum?
Carroll'un bu sorulardan yola çıkarak bulduğu yaratıcı çözüm şu: Öyle bir internet sitesi yapayım ki, kızlar eski erkek arkadaşlarını, eski kocalarını ya da iyi tanıdıkları herhangi bir erkeği bu sitede anlatsınlar.
Bu anlatılanlardan etkilenen öteki kızlar da bu erkeklerle internet üzerinden haberleşebilsinler ve artık sonrasına da kendileri karar versinler.
İnternetteki çöpçatan sitelerinin en büyük sorunu, ilan verenlerin kendileri ile ilgili yalan beyanda bulunmaları.
Bekarım diyor, evli çıkıyor. Uzun boyluyum diyor, orta boylu bile değil. Sarışınım diyor, aslında esmer!
Ve zaten bu bilgiler doğru olsa bile ilanı veren erkeğin kişiliği ile ilgili ipuçları da vermiyor.
Uyurken horlar mı, yemek yerken ağzını şapırdatır mı, ulu orta gaz çıkarır mı, dişlerini düzenli fırçalıyor mu gibi insanı aşktan soğutabilecek "ayrıntılar" zaten hiç konuşulmuyor.
Bunları ancak bir erkeğin eski kız arkadaşından öğrenebilirsiniz.
Eski kız arkadaşların yorum yazacağını bilen erkekler mali durumları hakkında yalan söyleyemiyorlar, cinsel güçlerini abartıcı palavralar sıkamıyorlar.
Çünkü bu "kız kardeşlik" ruhunun temelinde öteki kızları, kötü erkeklerden koruma fikri yatıyor.
Vaktiyle internette bir arkadaşlık sitesi kurmak isteyen bir arkadaşıma bu örneği anlattığımda bana şunu söylemişti:
"Sence, herhangi bir Türk kızı, eski erkek arkadaşı için iyi şeyler söyler mi?"
Burada durakladığımı ancak arkadaşıma "ırkçı" olduğunu söylediğimi belirteyim.
Bana öyle geliyor ki Türk kızlarını bu nedenle suçlamak saçma olur, çünkü sonu kötü bitmiş bir ilişkiyse hangi milletten olursa olsun kızlar, eski erkek arkadaşları için iyi şeyler söylemezler.
Aynı şey erkekler için de geçerlidir sanırım.
Bir kadın ile bir erkeği birbirlerine yaklaştıran ve sonra belki de aşka dönüşecek ilişkinin başlangıcında çiftler birbirlerine çok özen gösterirler.
Yaptıkları bir davranışın, söyledikleri bir sözün nereye gideceğini hesaplarlar.
Hesaplılık sevilen kişinin yüceltilmesini sağlar, ulaşılmazlığını vurgular.
Erişilmez olanı elde etme isteği, tutkuyu alevlendirir.
Kavuşmayı takip eden birlikte yaşama süreci, aşk yüzünden (aşkın gözünün kör olduğu sözünü hep hatırlayın) görülemeyen kusurların da ortaya çıkmasına neden olur.
Alışkanlıklar eski özenin gösterilmesini engeller.
O güne kadar kusurlarını görmediğiniz, diğerlerinden farklı olduğunu zannettiğiniz insanın aslında ‘sıradan bir fani' olduğunu anladığınız anda da aşkın bitiş süreci başlar.
"Zülfün zülfün dediğim, meğer saçının teliymiş" sözündeki gibi yani.
Aşık olma sürecindeyken sevgiliyi yüceltmeye yönelen duygular, aşkın çözülme sürecinde de sevgilide kusurlar aramaya yönelir.
Bu aşkın bitişine akılcı bir neden bulma arayışıdır.
Onun için de eski sevgililerinin ardından insanların iyi konuşmalarını beklememek gerekir.
Mehmet Teoman, anılarında eski sevgilileri hakkında kötü tek söz etmiyor.
Şövalyece bir davranış olduğunu kabul edelim, bunu yapabilmek kolay değildir.
Ama doğrusunu isterseniz tersini merak ediyorum.
"Rüya 11'e" sorsak, acaba onlar ne anlatırlardı?
Teoman, Jean Carroll'un sitesine ilan vermek isteseydi, eski sevgilileri onun hakkında, onun kendileri için olduğu kadar cömert olabilirler miydi?
Yanıtını bilmediğim bir soru sorduğum için kusura bakmayın.
İnsan davranışları kategorize edilebilir ve genel tanımlar içinde değerlendirilebilir.
Davranış bilimleri bu nedenle var olabildi ancak tek tek bireylere döndüğümüzde genel eğilimlerden sapma olması da şaşırtıcı bir gerçek değil.
En iyisi bu sorunun yanıtını herkes kendisine versin.
Gelişim Yayınları'nın 10'uncu kuruluş yıldönümü kutlanırken Ercan Arıklı paraya kıymış ve Tarabya'da, bugün Big Chef olan yeri kapatmıştı.
O zamanki adını hatırlamıyorum, lokanta olarak servise başlar, sonradan gece kulübüne dönüşürdü.
Sahneye ilk çıkışım işte o gece oldu.
Hıncal Uluç Erkekçe'nin Genel Yayın Yönetmeniydi, ben Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı, Ali Kocatepe de Yazıişleri Müdürü.
Üçümüz sahnede Leylim Ley'i söylerken arkamızda vokal yapanlar Sezen Aksu, Nükhet Duru, Modern Folk Üçlüsü, Emel Sayın'dan oluşuyordu.
Yanlış hatırlamıyorsam Ahmet Kurtaran bizi sahneye ÇÜŞ grubu olarak davet etmişti; Çok Ünlü Şahsiyetler anlamında!
İsim babasının rahmetli hocam Prof. Dr. Kurthan Fişek olduğunu söylememe gerek var mı, bilmiyorum.
Böyle gruplar biliyorsunuz yüksek egolar yüzünden dağılır, giderler. Pop müzik tarihi bunlarla dolu.
Bizim grup o nedenle dağılmadı; ben daha yüksek maaş için Hürriyet'e transfer oldum, o yüzden dağıldı. Yüksek egodan değil, yüksek maaştan yani.
Bir bakıma sahne kariyerim Sting gibi gelişti! Bir grupla yola çıktım, sonra solo!
Gerçi benim yorumculuğum daha iyi, benzetmek ne kadar doğru oldu, bilemedim şimdi.
O günden beri de yükselen bir sahne grafiğim oldu.
Ve Ajda'nın ilk kez sahneye çıktığı Adana'da uğradığına benzer bir yumurtalı saldırıya da hiç uğramadım.
Düşünün, hiçbir yerde sahneye çıkmayan Orhan Gencebay'la bile sahnede "Batsın Bu Dünya" söylemişliğim var.
Nükhet Duru, Muazzez Ersoy, Harun Tekin, Duman, Mehmet Erdem, Yol Project, Enbe, Zeynep Bastık ilk aklıma gelenler.
"Şen olasın Ürgüp" türküsüyle Sezen Aksu'yu ağlattığıma en az 10 şahit sayarım.
Tabii tam olarak niye ağladı bilemiyorum. "Türkünün başına bu da mı gelecekti" diye mi, yoksa zamanında benimle uzun vadeli bir plak sözleşmesi yapmadığına mı hayıflandı?
Sahnedeki vokalistlerime ve söylediğim türlere bakarak yorumculuk kariyerimi "kişiliksiz" olarak niteleyen müzik eleştirmenleri de var ama bu onların kabahati değil.
Benim şizofrenik müzik zevkime paralel bir durum bu.
Spotify yıl başında dinlediğim şarkılarla ilgili bir değerlendirme yapmıştı.
Dünya yüzünde sadece ben önce Michael Buble, sonra Selda Bağcan dinliyormuşum.
Sadece ben "Kitaplar" ile başlar, Operatic pop dinler, arabesk ile bitirirmişim ki en çok Yo – Yo Ma ile duygulanan birisi için normal bir sıra sayılmalı.
Sahne hayatımda en çok anlaştığım "vokalistim" ise Nükhet Duru.
Birçok mekanda birlikte şarkı söyledik.
Gerçi gösterişli giysileri ve cazibesiyle beni sahnede eziyor, onun kolayca çıkabildiği seslere ben çıkamıyorum ama olsun.
Sayfada gördüğünüz bu fotoğraf da geçtiğimiz Cuma günü, Bodrum Susona'daki Malva'da çekildi.
Tabii fotoğraftan anlayamıyorsunuzdur, "beni benimle bırak giderken / başka bir şey istemem ayrılırken" söyledik, Mehmet Teoman'ın kulaklarını çınlattım.
"Gonzo gazeteciliğin" mucidi Hunter Thompson olsa da isim babası her zaman olduğu gibi gazetenin editörüydü.
Editörler işte böyle talihsizdirler.
Herkes Hemingway'in "vurucu, kısa cümleler ile yazdığı haberlerden" söz eder ama gün boyunca içki şişesi elinden düşmeyen bir sarhoş gazetecinin bunu nasıl olup da yapabildiğini sorgulamaz.
Kuşku duymayın ki o üslubu, aslında o haberleri okuyup düzelten, eksikliklerini tamamlatan isimsiz editörlere borçluyuz, konumuz bu değil, geçiyorum.
Gonzo gazetecilikte kurgu ne zaman başlar, gerçek nerededir, tam olarak anlayamazsınız.
Gazeteci de haberin bizzat öznesi haline gelmiştir; işte örneği yukarıda, gazetecilik okullarında örnek olay olarak okutabilirler.
T24'ün en çok okunan yazarı "Tuğrul The Gonzo" ile rekabeti aklımdan bile geçiremem ama bu haber ile çıtayı biraz yükselttiğimi Tuğrul da kabul edecektir.