Taciz suçlamasıyla karşılaşan erkeklerin bir "cadı avına" kurban gittiklerini söyleyen Catherine Denevue'ün, yanına 100 kadını da alarak yayınladığı manifestoda şöyle deniliyordu:
"Birisini ısrarla baştan çıkarmaya çalışmak suç değildir."
Geçtiğimiz hafta edebiyat dünyasından pek çok isim "tacizle" suçlandı, içlerinden biri intihar ederek hayata veda ederken, ikisi edebiyat ve yayın dünyasından dışlandı.
Bir kez daha taciz ile flörtü birbirinden ayıran hassas çizgiyi tartışıyoruz.
Tabii durumdan vazife çıkardım; taciz ile flört arasındaki çizginin nasıl çizilmesi gerektiğini birlikte düşünelim diyorum.
İzin verirseniz Ortega y Gasset'ten bir alıntı yapacağım:
"Yaşamak, daha çok yaşamaktır; insanın kendi yürek atışlarını hızlandırma arzusudur. Yaşam böyle olmadığı zaman hastadır ve kendi ölçüleri içinde bir yaşam değildir."
Bir arkadaşım ile yıllar önce bir akşam üstü viskisi eşliğinde "hayatımız üzerine" sohbet ederken bu sözü hatırlatmıştım.
"Ne yani bu yaştan sonra bir de basketbola mı başlayacağız" yanıtını duyunca, viskiden bir yudum aldım, la havle çektim ve şunu söyledim: Flört!
Flört, cinsiyetler arasındaki ilişkinin en eğlenceli, çok heyecanlı bir evresidir.
Yürek atışlarınızı hızlandıracak ve uzun süre o hızda tutacak şey flört ile başlar.
Yaşadığınızı hissedersiniz.
Yanıt aldığınızda kendinize güveniniz artar. Beğenildiğinizi, arzulandığınızı düşünürsünüz.
Ve o anda, ne kadar yanacağını hiç bilmediğiniz bir ateş için ilk kıvılcımı da çakmış olma ihtimalini hiç küçümseyemezsiniz.
Freud şöyle diyor:
"Hiçbir erkek birlikte olmak istemeyeceği bir kızla yakın arkadaş olmak istemez." Freud bunu hangi bağlamda söylüyor, az çok tahmin edebiliyorum.
Çünkü Freud'a göre haz veren, doyum sağlayan her nesnenin ve her durumun cinsel bir niteliği var.
Adamım Hermann Hesse, "başka nedenler bahane edilse de hayatta yapılan şeylerden pek çoğu kadınlar için yapılır" diye yazmıştı.
Başkalarını bilmem ama hayatım bunun için geçti diyebilirim. Ne yaptıysam hep bir kadının gözüne girmek için yaptım. Yaşamımıza giren her kadın bizde silinmez izler bırakır ama bazıları iz bırakmakla kalmaz, yaşamımızın ta kendisi haline gelirler.
O kadınlar, yeri değiştirilemez kadınlardır ve onların kafamıza çaktıkları çivilerle yaşarız. Ve Ortega Y. Gasset dostumuzun da isabetle altını çizdiği gibi böyle bir kadını tanımak için onunla flört etmek gerekir: "Kadın, ruhunu bireyselleşen erkeğe, 'genel bir erkek, gelip geçen biri, herhangi biri olmaktan kurtulan erkeğe' açar!"
Öte yandan gördükleri her kadına "sarkan" bir erkek tipi de var. Sayıları dünya erkek nüfusunun içinde çok önemli bir yer tutuyordur, buna eminim.
"Flörtöz erkek" ile "sarkan erkek" iki ayrı şeydir, karıştırmayalım lütfen.
Bunların ortak özelliği kendilerini evrenin merkezinde konumlamış olmalarıdır.
Her şeyin kendi etraflarında döndüğüne inanırlar.
Yakışıklı olduklarını, dayanılmaz olduklarını düşünürler.
Hele paraları filan da varsa, şöhretliyseler, çalıştıkları – yaşadıkları çevrede "güç sahibi" olarak görülüyorlarsa fütursuz olurlar. Narsistik bir kişilik bozukluğu içine girerler.
Elbette böyle davranmalarında bazı kadınlardan "sonuç" almalarının da rolü vardır.
Bazı kadınlar da güce yakın durmayı severler. Bu ilişkiden bir şekilde yarar beklerler.
Kadınların toplumsal yaşamdan dışlandıkları, görevlerinin çocuk bakmak ve ev işleriyle sınırlandırıldığı dönemlerde böyle bir sorun yoktu.
Tecavüz hem evlilik içinde hem de toplumda sıkça rastlanan bir durumdu kuşkusuz ki. Ancak tacizden söz edilebilecek bir "sosyal ortam" yoktu.
Taciz, çağımıza ait bir kavramdır.
Bunda anlaşabilirsek, flört ile taciz arasındaki çizgiyi daha açık belirleyebiliriz gibi geliyor bana.
Bu yüzden de tacizin aslına bakarsanız iki yüzü var.
Bir yönüyle erkeğin, kendisinden bir şeyler talep eden kadını aşağılamasının bir yolu olarak görünürken, bir başka yönüyle de "kadının ödemesi gereken bir bedel" olarak ortaya çıkıyor.
Kendilerini Tanrı'nın kadınlara bir lütfu olarak gören güç ve mevki sahibi erkekler böylece kadına yerinin ne olduğunu hatırlatıyorlar: Erkeğe zevk vermek!
Diğer yandan da "madem benim gibi olmak istiyorsun, bunun bedelini ödemeye hazır mısın?" demek istiyorlar.
Taciz olayı kahramanlarının genellikle güç sahibi erkekler, kurbanlarının ise genellikle daha yolun çok başındaki kadınlar olmasının nedeni bence bu.
Ama her toplumsal olay gibi cinsel taciz olayını da böyle tek bir nedene bağlamak elbette doğru değil.
Ortega Y. Gasset "Erkekte kendini açma içgüdüsü vardır. Erkek, ne olduğunun başkalarının gözleri önünde açıkça sergilenmediği duygusuna kapılırsa, kendi gözünde değersizleşir. Bazen kendini dışa vurma yolundaki bu eğilim hiç temeli olmasa da birtakım şeyleri yalnızca söylemiş olmanın verdiği hoşnutluğa indirgenir" derken, toplumumuzdaki en yaygın cinsel taciz biçiminin ruhi temellerini vurguluyor.
Cinsel taciz olaylarına baktığımızda ortak özelliğinin "kötüye kullanılan güç" olduğunu görüyoruz.
Errol Selkirk, "Yeni Başlayanlar İçin Cinsellik" kitabında "Daha yaşlı, daha varlıklı ve daha saygın bir erkek, cinsel arzusunu fiziksel baskı ile tatmin etmez. Kişisel riske girmeden otorite ve paranın karşı konulmaz cazibesini kullanarak istediğini elde eder" derken en yaygın taciz biçiminin ipuçlarını veriyor. Flörtle taciz arasında, özellikle iş ilişkisi içinde bulunan insanlar bakımından ince bir sınır var.
Bu sınır sadece ve sadece kadının "açık rızasından" geçer. Güzel ya da havalı olmak, dikkat çekici giyinmek, gülümsemek, arkadaşça davranmak, birlikte iş yapmak, iş yemeklerine ya da seyahatlerine gitmek şeklinde özetleyebileceğimiz durumlar birçok erkek açısından "kuyruk sallama" olarak nitelenebilir ama aslında ortada sallanan bir şey yoktur.
Birincisi, kadınların kuyruğu yoktur; olmayan bir şeyi sallayamazlar.
İkincisi, bir kuyrukları olsaydı da onu sadece istedikleri erkeklere sallarlardı, bütün erkekler alemine değil!
Kadınlarla erkekler arasında "cinsel taciz" konusundaki en temel anlayış farkı, hangi hareketin taciz olduğuyla ilgili.
Erkekler genellikle fiziki hareketleri taciz olarak görme eğilimindeler. Kadının göğüslerini ya da kalçalarını ellemek; kolunu, bacaklarını, yanağını, saçlarını okşamak gibi fiziki temasla!
Oysa kadınlar açısından cinsel tacizin gerçekleşmesi için mutlaka fiziki bir temas gerekmez.
Laubali iltifatlar, cinsel şakalar, uluorta anlatılan açık saçık fıkralar, gereksiz uzatılan konuşmalar, gereksiz gece mesailerine zorlamak, mesaj bombardımanına tutmak, birlikte yemeğe çıkma ya da bir yerlere gitme konusundaki aşırı ısrar da tıpkı fiziksel temas kadar kadınları rahatsız edebiliyor ve "cinsel taciz" olarak tanımlanıyor.
Erkeğin aklından çıkarmaması gereken şudur: Flört etmeye çalıştığım kadın rahatsız oluyor mu, olmuyor mu?
Kadın eğer rahatsız olduğunu bakışıyla, mimikleriyle, duruşuyla, hissettiriyorsa ya da açıkça ifade ediyorsa ve buna o anda son vermiyorsanız tacizci sıfatını da hak ediyorsunuz demektir.
Peki şimdi ne olacak? Erkekler, beğendikleri bir kadına kur yapamayacaklar mı? Flört tarihin çöp tenekesine mi atıldı?
Elbette hayır.
Bu insanlık tarihi kadar eski bir öykü ve birtakım densizler türedi diye insanlar hayatlarına renk ve heyecan katan bu güzel şeyden niye vaz geçsinler?
Fransız tarihçi Jean Claude Bologne, "Gönül Çelmenin Tarihi" isimli kitabında flörtün de bir tarihi olduğunu anlatıyor.
Toplumsal üretim ilişkilerindeki değişim, kaçınılmaz olarak kadın – erkek ilişkilerini de etkiliyor ve kadının özgürleşmesi bu tarihi gelişmenin ana omurgasını oluşturuyor.
Kadının özgürleşmesiyle birlikte gönül çelme yöntemlerinin ve flörtün de çehre değiştirdiğini anlatıyor.
"Tavlama cinsiyetler arasında bir karşılaşma biçimidir ve sosyolojinin incelediği tüm biçimler gibi tarihsel değişimlere maruz kalır" diye yazmış sosyolog Kintzele de.
Geleneksel kültürler "flörtü" ahlaki bir çerçevede mahkûm etmeye çalışmış olsalar da günümüzde görücü usulü birleşmelerde bile artık kızların en azından "rızası" alınıyor.
Artık ana-babasının değil, kızın gönlü kazanılmalı ki bir ilişki doğup sürebilsin.
Flört etmeden, beğendiğiniz kadının gönlünü kazanamazsınız, bunu bilir, bunu söylerim.