Henüz yaz bitmiş sayılmaz ama bu yazın en eğlenceli magazin haberi Bergüzar Korel'in eşiyle çıktığı mavi yolculuktan bir fotoğrafı ile birlikte paylaştığı şu metindi:
"Ünlü oyuncu Bergüzar Korel kilolu haliyle dikkat çekti! 4 ay önce ikinci çocuğunu dünyaya getiren ünlü oyuncunun kilolu hali gözlerden kaçmadı. 'Doğum kilolarından' hala kurtulamadığı gözlenen Bergüzar Korel'in saklanma çabaları ise işe yaramadı. Doğum sonrası aldığı kilolar ve selülitleri ile dikkat çeken Bergüzar Korel'in bu görüntüsü şaşkınlık yarattı. Çevrenin şaşkın bakışları arasında tatilini sürdüren Bergüzar Korel'i görenler 'eski halinden eser yok' demekten kendilerini alamadılar."
Paylaşıma eşlik eden fotoğraf, tam olarak bu metinde tarif edildiği gibi.
Bu alemde "güzellik baskısı" diye bir şey varsa, en çok da kameraların önünde olan genç kadınların üzerinde olmalı.
Onun için Bergüzar Hanım'ın bu çıkışı sadece "esprili" olarak nitelenirse haksızlık edilmiş olur, bu ciddi bir "eylem" olarak görülmeli.
Bu haberin mürekkebi kurumamıştı ki magazin alemi bir kez daha sallandı.
Gupse Özay ile Barış Arduç'un "en mutlu günlerinde" paylaştıkları fotoğrafa, çoğunluğu kadın olan takipçilerin yaptığı "çirkin Gupse" yorumları, dikkatimi bir kez daha "kabul edilen güzellik" kavramı üzerine yöneltti.
Oraya gelmeden bir parantez açayım.
Bir çiftin "en mutlu günü", evlendikleri gün ise bunu takip eden günlerde, çiftin mutluluğunun giderek azalacağını mı var saymalıyız?
Bir "en mutlu gün" kabulü var belli ki ve bu durumda insanın yaşamı boyunca hissettiği mutluluk duygusu grafik olarak bir çan eğrisiyle gösterilebiliyor olmalı.
Çan eğrisinin tepe noktası, nikahın kıyıldığı gün ise birlikte olunan süre uzadıkça, ilişkiden duyulan haz / mutluluk azalıyor olmalı.
(Grafiker olmadığım için çizemeyeceğim ama anlatabilirim: Yatay X ekseni yaşanılan süreyi, dikey Y ekseni ise ölçülebilir mutluluğu gösteriyor. Tanışma anından başlayarak yükselen mutluluk eğrisi, tepe noktasına nikah ile ulaştıktan sonra inişe geçiyor ve "t" noktası, çiftlerin ayrılma anına işaret ediyor.)
Adımı evlilik düşmanına çıkarmanızı istemem ama magazin gazetecilerinin, evlilik haberlerini verirken "en mutlu gün" klişesini kullanıyor olmaları bunu düşündürtüyor.
Bu vesileyle magazinci arkadaşlarımı klişelerden uzak durmaları konusunda bir kez daha uyarmış olayım.
Her ilişkinin kendisine göre bir iç dinamiği vardır ve bazıları için tepe noktası olmadığı gibi bir çan eğrisi de çizmez, Türkiye'nin Covid-19 eğrisi gibi yükselerek uzayan bir S çizer gider.
Bu hafta sonu sohbet konumuz başında da söyledim, "çirkinlik". Konuyu saptırmama izin vermeyiniz lütfen.
Bu dünyada kendisi olarak tanımlanamayan kavramlardan birisi "çirkinlik" kavramıdır.
"Güzellik" üzerine yazılmış yüz binlerce kitap, çizilmiş milyon resim, okunmuş milyar şiir vardır belki ama çirkinlik, kendi başına bir kavram olarak çok az ele alınmıştır.
Çirkinlik kavramı, güzellik ile olan ilişkisi içinde anlatılır, çözümlenir.
"Güzel", tanımlanmıştır.
Çağdan çağa üzerinde rötuşlar yapılmıştır, kabuller değişmiştir ama her zaman üzerinde fikir birliğine sahip olduğumuz bir güzellik tanımını cebimizde taşırız.
Bu kavram tek tek biz bireylerin güzel tanımlarından bağımsız olarak vardır.
Ben soğuk sarışınları güzel buluyorsam, Atila sıcak esmerleri sever mesela.
Ama bu ayrıntı, temel tarifi değiştirmez.
İşin içine "altın oranlar" girer.
Bütün ile onu oluşturan paçalar arasındaki oransal ilişkilerin şöyle ya da böyle olması güzellik algımızı oluşturur.
Bildiğiniz "mimari" bir yönü vardır bu tanımın.
"Sana göre, bana göre" değildir, evrenseldir.
İnsanlar arasındaki iletişim ile yayılır, kabul görür.
Günümüzde bu işi medya yürütüyor, güzellik algımızı biçimlendiriyor, yeniden üretiyor.
"Güzel"in ne olduğu konusunda bir kere fikir birliğine vardığımızda da geri kalan kendi tanımını buluyor: Çirkin!
İşte tam bu noktada Gupse Hanım'ın "en mutlu gününü" zehir etmeye çalışan insanların zihin dünyalarını merak ediyorum.
Bir insan, bir diğerini mutsuz etmek, sinirini bozmak ya da her ne halt etmek içinse, kendini nasıl böyle motive edebilir?
Gördüğünden hoşlanmıyorsan, niye takip ediyorsun?
Hadi meraktan takip ettin diyelim, niye bakıp geçmiyorsun da bir genç kadını görüntüsü üzerinden yargılama hakkını kendinde buluyorsun?
Eğri oturup doğru konuşalım, cennet vatanımız çok güzel bir ülke ama üzerinde yaşayan insanların ezici çoğunluğunu "güzel" diye tanımlayamayız.
Her birimiz kendimizi mutlaka beğeniyoruz, kendisini beğenmeyen orta yerinden çatlarmış çünkü.
Beni "politik olarak doğru olmayan" şeyler söylemek zorunda bırakmamanızı rica ederek, yurdum insanı ve güzellik konusunu geçiyorum.
Ama pandemi geçer de seyahat olanağı bulursanız Ulitsa Tverskaya üzerinde Garden Ring'den Kremlin'e kadar yürüyün. Sonra aynı yürüme eylemini Atakule'den başlayarak Ulus Meydanı'na kadar, Atatürk Bulvarı üzerinde tekrarlayın. Aşağı yukarı aynı mesafeyi kat edeceğinizi söyleyebilirim.
Bu deneysel yürüyüş ile ilgili sonuçları ben dahil kimseyle paylaşmayın, siz de bir an önce unutmaya gayret edin.
Her neyse!
Sosyal medya kullanımı yaygınlaştığından beri öğrendiğimiz bir özelliğimiz de toplumumuzda teşhis konulmamış ruh hastası sayısının hiç de az olmadığı.
Bu sorunumuzun sosyal medya mesajlarıyla gün yüzüne çıkıyor olmasının bir nedeni Gupse Hanım'ın "kıskanılan süje" olmasından başka bir şey değil.
Kimi şöhretini kıskanmıştır, kimi kazandığı parayı. Kimisi eşini, kimisi giysisini. Kimisi kendisi hiçbir şey iken Özay'ın "bir şey" olmasını.
"Gelip geçici" olduğu için güzel olmayı tercih etmeyen Temel ile ilgili fıkrayı biliyorsunuzdur.
Dinlerken gülüp geçiyor olsak da bu fıkra, iki cümlede temel bir gerçeğin altını çizer.
"Kalıcı" olan, tercih edilendir.
İnsan, doğası gereği elinden uçup gideceğini bildiğine değil, hep elinde tutabileceğini bildiğine meyleder.
"Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir" atasözünü ben uydurmadım her halde!
Kalıcı olan, uçup gitmeyecek olan ise cazibedir.
Altın oranları taşımıyor olsak da "cazip" olabiliriz ve cazibe biz sıradan çirkinler için güzellikten daha önemlidir.
Zaman, plastik güzelliğin düşmanıdır ancak cazibeyi yenemez.
Çünkü cazibe, deneyim ve zekayla ilgilidir. Zeki kadınların ve erkeklerin, yıllar ilerledikçe daha çekici olabilmelerinin nedeni de budur.
Öte yandan şunu da unutmayalım: Bir insanı "çirkin" diye aşağılarsanız, rahmetli anneannemin deyişiyle "Allah'ın gücüne gider".
Çünkü yaratıcı "çirkin" bir şey yaratmaz.
Sahih bir hadis, insanın rahman suretinde yaratıldığını aktarıyor.
Bu durumda hem inançlı olmak hem de bazı insanları çirkin diye sınıflandırmak mümkün olamaz.
Gupse Hanım'a sosyal medyada "çirkinsin" diye haykıranları, neyin beklediğini de böylece görmüş oluyoruz.
Ancak bu durum atalarımızın pragmatik insanlar olduğu gerçeğini görmemize de engel olmamalı.
"Rağbet, güzel ile zenginedir" atasözü, ideal olanı tespit etmez.
Toplumsal ruh durumumuz ve ahlakımız üzerine ciddi ciddi düşünmemiz gerektiğini gösterir.