Belçim Bilgin, geçtiğimiz hafta sonunda gazeteci Hakan Gence’ye şunu söyledi:
"Biri sende öyle bir iz bırakır ve gider ki hayatının aşkı tartışmasına nokta koyar. Biri çıkar ve senin devrimin olur. Ve aşk senin devrimin olursa, hayatının aşkı içindedir."
Belçim Hanım, tabii okumuş yazmış bir insan, bu belli oluyor.
"Belli oluyor" yerine belki de "bunu göstermeye gayret ediyor" demeliydim.
Nitekim "hayatınızın aşkı kim" sorusuna verdiği bu yanıt, benim gibi söyleşiyi okuyan herkesi şallak mallak etti.
Siz de kabul edersiniz ki anlaşılması oldukça zor bir cümle!
Anlamaya çalıştım ancak bunu niye yaptım bilmiyorum; anlamasam ne olacak, anlasam ne olacak aslına bakarsanız.
Oku, geç işte!
Geçemedim.
Şöyle düşündüm: Acaba Belçim Hanım, zamanında Kirkegaard okumuştu, aklında bir şeyler kaldı, cümleyi bizim anlayabileceğimiz basitlikte kurmaya çalışırken, ucunu mu kaçırdı?
Bilemiyorum tabii.
Sören Kirkegaard’ı tanırsınız, tuhaf huyları vardır ama hangimizin yok ki?
Şu cümlesini daha önce de aktarmıştım:
"Eğer yaşamını aşka göre yaşamaya hazır değilse, felsefeyle uğraşmaya kalkmasın kimse."
Toprağı bol olsun, ona göre "insan" olmak, doğum yoluyla elde edebileceğimiz bir hak değildir.
Yani ana – babanız insan diye, siz de doğunca insan olmazsınız.
İnsan olmak, bir "varış" hedefidir, "başlangıç" noktası değil.
Elbette insanlık tohumları, doğum yoluyla içimize atılmıştır ancak bunu çıkarmak, bir süreç ve bilinç meselesidir.
Sartre’ın dediği gibi "insan doğulmaz, olunur!"
Kirkegaard’a göre aşk, insana, insanlığını kavramayı öğretir.
Belçim Hanım’ın söylediği "biri çıkar ve senin devrimin olur" cümlesi acaba bunu mu anlatmaya çalışıyor?
Öte yandan söylemek zorundayım ki bu "hayatının aşkı" kavramı da bana biraz tuhaf geliyor.
Yani birçok kez aşık olmuşsun da bunlardan bir tanesi yok mu, işte o "hayatının aşkı"!
Bütün aşklarının içinde en bir numara olanı yani!
Tabii şimdi bu "en bir numara" ifadesi, yanlış Türkçe kullanımı nedeniyle Oya Baydar ve Murat Belge’nin şimşeklerini çekebilir! (Doğru Türkçe kullanımı ile ilgili bu hafta yazdıklarını kaçırdıysanız buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.)
Evet, bir insanın hayatı boyunca bir – iki kere, şanslıysa daha da fazla aşık olabileceğini kabul ediyorum.
"Aşık olmak" derken, "ilişki yaşamak" anlamında değil, buna dikkatinizi çekmek isterim.
Romanlara, şarkılara, filmlere konu olan türden gerçek aşktan söz ediyorum.
Marquez’in Kolera Günleri’nde Aşk’ta yazdığı türden bir aşk mesela:
"Böylece, sonunda bir insanın birini düşünebileceğini hiçbir zaman tasarlayamadığı bir biçimde düşünmeye başladı onu."
Bu her insanın yaşamak isteyeceği bir duygudur kuşkusuz ki.
Ve biliyoruz ki bir kere aşık olmayı başarabilen bir insan, daha sonra da bunu başarabilir.
Ortega y Gasset gibi düşünüyorum.
İnsan bir kez âşık olmayı başarabildiyse, bunu bir kez daha, bir kez daha yapabilir.
Yaşadığı şeyin ne olduğunu bilir, bir kez daha âşık olabilir.
Gasset, "bir kez bile sevmek, sevginin var olduğu konusunda ayak diremek demektir; onsuz bir evren bulunabileceği olasılığını yadsımak demektir" diye yazmıştı.
Ancak bunlar arasında bir sıralama nasıl yapılabiliyor, bunu bilmiyorum.
Hayatımın aşkı, ilk aşkım mı? Son aşkım mı? Yoksa sondan iki önceki mi?
Bittiğinde bana en çok acı çektiren mi?
Öbürlerinde daha az acı çektiysem ya da hiç çekmediysem o zaman bunları, en çok acı çektiğim ile kıyaslamak adil bir tutum olabilir mi?
Birbirine denk olmayan şeyler arasında bir sıralama yapılabilir mi?
Bana yapılamaz gibi geliyor.
Ve bu nedenle de eğer hayatınız boyunca tek bir kere aşık olduysanız "hayatınızın aşkından" söz etmeye hakkınız olabilir.
Fernando Pessoa şöyle yazmıştı:
"Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün de anımsamaktır yalnızca. Artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır."
Geçmişte kalmış bir aşkı "hayatının aşkı" olarak hatırlıyorsan, dün hissettiğini bugün de hissediyorsun demektir.
Onun için bu "hayatının aşkı" gevezeliklerinden kurtulalım derim.
Bugün elinde ne var ve onun değerini biliyor musun, önemli olan budur!