Hayalinde “savaşçı bir kadını oynamak” yatan oyuncu Ebru Şahin, “kıskanç olduğumu düşünmüyorum ve bunların sağlıklı duygular olduğuna da inanmıyorum” dedi.
Bu açıklamasını BeStyle isimli dergiye yapmış, gazeteler de oradan aktarıyorlar.
Küçücük kızların böyle kesin fikirlere sahip olmalarına bayılıyorum.
Fotoğrafından çıkarabildiğim kadarıyla 24-25 yaşlarında olmalı ve bu çeyrek yüz yılı ancak bulan hayat serüveninden kendisine bir ders çıkarmayı da başarmış: Kıskançlık sağlıklı bir duygu değil!
Ebru Şahin dizilerde oynamış, kendi başına ayakta durabilen genç bir kadın.
Kıskançlık konusunda böyle kesin konuşabiliyor olmasının nedeni de kısa da olsa yaşamında edindiği bazı deneyimlerden kaynaklanıyor sanırım.
Ve bu deneyimler tatsız anılar bırakmış olmalı ki bunun sağlıklı bir duygu olduğuna da inanmıyor.
Ebru Hanım’a, kendisinden daha tecrübeli birisi olarak söyleyeyim ki kıskançlık, insanlık tarihi kadar eski ve normal bir duygudur.
Ama bu anneler gününde rahmetli anneannemin hep söylediği bir sözü de tekrar hatırlatmadan geçemeyeceğim: Her şeyin azı karar, çoğu zarar!
Bu nedenle sevdiğimiz, beğendiğimiz, aşık olduğumuz, birlikte olduğumuz birisini kıskanabiliriz, bu çok da tuhaf karşılanmamalı.
Hatta tam tersine normal görülmeli.
Anormal olan şey, bunun nedensizce aşırıya kaçmasıdır.
***
Adem ile Havva’nın çocukları, Habil – Kabil öyküsünü hatırlayalım ki hem eskiliğinin hem de aşırılığın yaratacağı zararları benim uzun uzun anlatmama gerek kalmasın.
Hatta böylece sitemizin “Ramazan Sohbeti köşesi” eksiğini de bir nebze olsun gidermiş olabiliriz ki bunu isterseniz sahurda, isterseniz iftardan sonra okuyabilirsiniz.
Bu öykü eski Sümer mitolojisine kadar gidiyor. Üç semavi dinin, Yahudi, Hristiyan ve Müslüman inancında da yeri var. Din kitaplarında Kabil’in, Tanrı’ya sunduğu adak beğenilmeyince kıskançlık duygusuna kapılıp Habil’i öldürdüğü anlatılıyor. İbn -i İshak’ın aktardığı ve sahih olmayan bir hadise göre de işin içinde “kız meselesi” de var.
Gerçi Hişam Bin Urve, İshak’ı “yalancılıkla” da suçlamış ama bilemiyorum, belki onlar arasında da mesleki kıskançlık vardı. (Bu bilgileri İslam Ansiklopedisi’nden öğrendim, daha ayrıntılı bilgileri oradan edinebilirsiniz.)
İbn – i İshak’a göre, Habil ve Kabil birer ikiz kız kardeşe sahiplermiş ve onlara birbirlerinin kız kardeşleriyle evlenmeleri emredilmiş. (Bunu ensest olarak görmeyin, başlangıçta Adem ve Havva iki kişiydiler, bu 8 milyarlık nüfusa nasıl geldik zannediyorsunuz?)
Kabil’in kız kardeşi daha güzelmiş, Kabil kıskanıp, Habil’i öldürmüş, ama dedim ya bu sahih olmayan bir hadis, bir tür “teolojik dedikodu” da diyebiliriz. Sahip olamadığın şeyler için başkalarını kıskanmak gibi bir duygudan da söz etmiyoruz burada. Bunun normal bir durum olamayacağını kolayca biliriz. Konumuz aşk ilişkisinde kıskançlık, yola Ebru Şahin’den çıktık, hatırlatırım.
***
Bir aşk ilişkisinde, kıskançlık, sevdiğin insanın seni değil de bir başkasını tercih etmesinden duyulan korku, endişedir.
Ve bu noktada mecburen Ebru Şahin’den uzaklaşıp, Fransa sahillerine geliyoruz.
Kıskançlık yoksa, aşk da yoktur.
Bu düşünce, Fransız filozof Littre tarafından dile getirileli yaklaşık 120 yıl kadar oluyor.
Aşık olduğumuz insan gözümüzde dünyanın en değerli varlığına dönüşür.
En zeki, en akıllı, en güzel, en komik, en en en!
Aşık olduğumuz kişi böyle birisidir.
Şimdi tabii “aşkın gözü kördür”, “gönül ota da konar, yoka da konar” filan gibi konulara girmeyeceğim.
Önemli olana aşık olduğumuz insanı başkalarının nasıl gördüğü değildir, bizim nasıl gördüğümüzdür. Ona atfettiğimiz değerlerdir.
O zaman şimdi dürüstçe cevap verin: Böylesine “mükemmel” bir varlığın, çekip bir başkasıyla gitmesini kim ister?
Onun için aşık olduğumuz kişiyi bir tür göz hapsine alırız.
Düşünmeyiz ki bizim ölüp, bayıldığımız kişiye belki de dışarıda kimse bayılmıyordur.
Biz onu dünyanın en güzeli, dünyanın en yakışıklısı zannettiğimiz için herkesin de böyle gördüğünü düşünürüz.
Kılık kıyafetine karışırız. Biraz fazla süslense meraklanırız, hayrola?
İnanmayacaksınız belki ama eşlerinin, sevgililerinin cep telefonlarını, çekmecelerini, ceplerini karıştıranlar bile var.
Aplikasyon mağazalarına bir girin bakın, bu kadar casusluk – takip uygulamasını CIA, Mossad, MİT kullanmıyor her halde!
Bunu yapanlar arasında iyi aile terbiyesi görmüş kadınların ve erkeklerin de olduğunu biliyoruz.
Küçükken başkasının mektuplarını okumanın ayıp olduğunu öğrenerek büyümüş ama eşinin, sevgilisinin cep telefonundaki mesajları, posta kutusundaki e – postaları okumak için delice bir istek duyuyor!
İşte buna neden olan şey kıskançlıktır ve eşin – sevgilinin bir başkasını tercih edeceğinden korkmakla ilgilidir.
Yani diyeceğim o ki eğer birisini kıskanmıyorsanız iki olasılık var:
Ya o kişiye aşık değilsiniz, “bana ne, ne yaparsa yapsın” diye düşünüyorsunuz ya da “normal” değilsiniz.
Tabii, argo tabirle bunu yapacaksanız da “eşeğin gözüne su kaçırmadan” yapıyor olmalısınız!
Kıskançlık duygusunun varlığı dozundaysa bir ilişkiyi canlı ve heyecanlı tutar ama doz aşımı da o ilişkinin giderek tükenişe yönelmesine neden olur.
Anlamsız ve temelsiz suçlamalara dönüşen kıskançlık gösterilerinden varılabilecek tek yer aile mahkemesi olabilir.
Ben uyarmış olayım da günah benden gitsin!
***
O zaman bir şarkıyla haftayı sonlandıralım: Hikmet Münir Ebcioğlu’nun güftesi üzerine Teoman Alpay’ın düyek usulünde hüzzam şarkısını, Gökçe’den “rock usulünde” dinleyelim:
“Saçın yüzüne değse, tenini kıskanırım / Birine söz söylesen, dilini kıskanırım.”