Fransa’da bir yazar Marie Claire dergisine demeç vermiş ve 50 yaş üstündeki kadınlara aşık olamadığını, bu kadınları çok yaşlı bulduğunu söylemiş. Yann Moix isimli bu yazar şöyle diyor: “Genç kadınların vücutlarını tercih ediyorum. Bütün mesele bundan ibaret. 25 yaşındaki bir kadının vücudu olağanüstüdür. 50 yaşındaki bir kadının vücudu hiç de olağanüstü değildir.” Haberde yazarın fotoğrafı da var, insanları dış görünüşlerine göre değerlendirmek ayıptır ama bu arkadaş bunu hem de çok kabaca yaptığı için hak ediyor: Seni kim ne yapsın? Bu tür yazarlar, yazdıkları ile değil söyledikleri böyle abuk sabuk laflarla gündeme gelirler zaten. Siz Saramago’nun, Murakami’nin filan böyle sözler ettiğine şahit oldunuz mu? Öte yandan “aşık olmak” eylemi ile “harika vücut” kavramı nasıl bir araya geliyor ve birbirini üretebiliyor, onu da anlamadım. Evet bir erkek olarak harika bir vücuda sahip bir kadın dikkatinizi çekebilir ama bu ona aşık olacağınız anlamına gelmez ki. Öte yandan vücudu hiç de harika olmayan bir kadına körkütük aşık olabilirsiniz. Birbiri ile ilgisi olmayan şeyler bunlar. Yazar Moix’in kendisi de 50 yaşındaymış. Bakın adamın zaten iyi bir yazar olmadığını buradan anlayın. İsminin başına “yazar” kelimesini eklemek gerekiyor. İyi bir yazar olsaydı, sadece adını söylemek yeterdi, Fransa’dan bir örnek vereyim: Amin Maalouf dememiz yetiyor yazarken, konuşurken. Çünkü biliyoruz ki o bir “yazar”, isminin başında ayrıca bunu belirtmek gerekmiyor. Neyse, konuya döneyim, bu adamcağız da 50 yaşında ve yarı yaşındaki kızlara aşık olmaktan değil, aslında “sarkmaktan” söz ediyor. Rahmetli Ercan Arıklı’nın bir “ideal ilişki yaşı” formülü vardı: Kendi yaşını ikiye bölüyorsun, 7 ekliyorsun, mükemmel eşleşmeyi buluyorsun. Mesela ben şimdi 62 yaşındayım, ikiye bölüp yedi ekleyince 38 çıkıyor. Bu durumda hayatımdaki kadın da o yaşlarda olmalı ki onun gençlik enerjisini sömürerek daha uzun yaşayabileyim! Bu benim teorim değil, ben böyle şeylere kafa yormam. Bu tür şeyler zaten barlarda filan sohbet konusu açılsın diye anlatılır, gerçekten öyle olsun diye değil.
Yıllar önce Londra’da metro girişlerinde bedava dağıtılan günlük gazetelerden birinin köşe yazarı Katie Hind şöyle bir yazı yazmıştı: “Yaşlı adamlar çekicidir!” Katie’nin köşesindeki fotoğraf, Hasan Cemal’inki gibi elli yıl önce çekilmiş bir fotoğraf değilse aşağı yukarı 25–30 yaş civarında olmalıydı. Yaşım ilerlediği için yazıyı heyecanla okudum çünkü şunları yazacağını düşünmüştüm: Yaşlı sevgilim beni daha iyi anlıyor, omzuna başımı yaslayıp ağlayabiliyorum, benim isteklerimi bir emir kabul ediyor, etrafımda pervane oluyor, sonunda sığınacak sakin bir liman buldum vs. Ama hayal kırıklığına uğradım, adam lokantada bir şişe şampanya açmış, sonra bir şeyler olmuş, gecenin sonunda da “iki hafta çok yoğunum, seni sonra ararım” deyip toz olmuş. Yaşlı erkek – genç kadın ilişkilerinin böyle bir sorunu var sanıyorum. Öte yandan benim yaşlarımdaki erkekler ve kadınlar, yaşlıca bir erkeğin, genç bir kadına tutulmasına da sinir oluyorlar. Böylece esasen “aşksız ama huzur ve düzen içinde geçen” kendi hayatlarını kutsama çabası içindeler.
Ah bu hormonlar!
Genç kadınları, yaşı ilerlemekte olan kadınlar açısından “tehlikeli rakip” kılan şey ise aslına bakarsanız erkeklerin tamamen dışında gelişiyor. Dr. Louann Brizendine’in Kadın Beyni isimli kitabında bir tablo var. Bu tablo, kadınların yaş dönemlerine özgü hormonal değişimler ve bunun yarattığı sonuçlar ile ilgili. Kadınların yaşlarının ilerlemesiyle ortaya çıkan durumu açıklıyor. İlerleyen yaşlarda, östrojen ve projesteron salınımlarının azalıp, giderek yok olması şu sonuçlara yol açıyor: Günü atlatmaya odaklanma ve duygusal iniş çıkışlar. Menopoz sırasında sağlıklı kalmaya ve kendine özen göstermeye odaklanma. Sonrasında da “Ne yapmak istiyorsan onunla ilgilenme, başkalarının dertlerine kafayı daha az yorma.” Şimdi teorik olarak bu yaşlardaki kadınların rakibi sayılması lazım gelen 30–40 yaşlarındaki genç kadınların durumu ise şu: Cinsel anlamda çekiciliğe önem verme, aşk arayışına düşme, ailenin önemini kaybetmesi, bir eş bulma ve kariyer gelişimine odaklanma. O dönemde erkeklerde de kuşkusuz başka türlü hormonal değişimler oluyor. Ama bu değişimin kadınlara göre çok daha farklı seyrettiğini de biliyoruz. Belki bu farklı yöndeki değişimlerin çakışması tetikliyor olabilir, “azgın teke sendromunu.”
Frank Sinatra, en sevdiğim şarkısı “It was a very good year”da 17 yaşından itibaren giderek büyüyen bir erkeğin kadınlarla ilişkisini anlatır. Son bölümünde ki artık ölümü beklemektedir, şöyle der:
“Ama şimdi günler kısaldı Yılların sonbaharındayım Şimdi yaşamımın yıllanmış bir şarap olduğunu düşünüyorum: Ağzına kadar tortuyla dolu eski bir fıçıdan Berrak ve tatlı dökülüyor.”
Her ne kadar çocukça davranışlarım olduğunu söyleyenler olsa da artık olgun bir erkek sayılırım. Ve tıpkı Frank Sinatra’nın şarkısındaki gibi şunu biliyorum: Bir erkek için yaşamın anlamı, birlikte olduğun kadındır. Bir erkeğe yaşadığını hissettiren şey, sevgiyle bağlandığı bir kadın ile birlikte geçirdiği anlardır. Vücudunun nasıl olduğunun, yaşının kaç olduğunun ne önemi var?