Alice, "harikalar diyarındaki" yolculuğunun hemen başında, bir kuyudan aşağıya düştüğünde karşılaştığı tavşana, önünde uzayıp giden iki yoldan hangisini seçmesi gerektiğini sormuştu.Tavşanın yanıtı şöyleydi: "Nereye gideceğini bilmiyorsan, seçeceğin yolun önemi yoktur."
Bu söz ne zaman aklıma gelse cennet vatanımızın politikacıları gözümün önünde resmi geçit yapar.Lewis Carroll, Alice Harikalar Diyarında'yı yazarken aklında memleketimizin siyasetçileri mi vardı acaba diye düşünür, yanıt bulamam.
Elbette kendilerine soracak olsak nereye gittiklerini çok iyi bildiklerini söyleyeceklerdir.Ancak benim gibi dışarıdan bakan, herhangi bir siyasi partinin yandaşı olmayan bir gazeteciye soracak olursanız aynı kanaatte olmadığımı söylerim.
Günlük rüzgârların önünde savrulmak, bizim memlekette temel bir siyaset yapma biçimidir.Ve asıl olan nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontmaktır.
Araya deprem felaketi girmemiş olsaydı yazmayı planladığım yazı da tam olarak bununla ilgiliydi.Bilmiyorum sizler de fark ettiniz mi, bu ülkede ilk kez bir siyasi metin, biz vatandaşlara çok ciddi sözler verdi.
Eskiden adı Altılı Masa olan ancak artık Millet İttifakı adıyla seçimlere doğru yürüyen ittifakın açıkladığı, "yol haritası" da denilen "Ortak Politikalar Mutabakat Metni" adını taşıyan bildirideki bazı noktalardan söz etmek istiyorum.
Geçmişte de bazı seçim beyannamelerinde bu tür konular yer aldı ama hatırladığım kadarıyla bunu vaat eden partiler iktidara gelemediler.
İktidara gelenlerin de vaatlerini kısa sürede unutabildiklerini de hatırlatarak devam edeyim.Kendimi bildim bileli memleketimizde kanunlar şöyle çıkar:
Kanun metni bakanlıklarda hazırlanır. Sonra sanki TBMM'de hazırlanmış gibi bir grup milletvekili altına imza attıkları metni, tasarı olarak TBMM Başkanlığı'na verirler.
Oradan ilgili TBMM komisyonuna gider. Bürokratlar, milletvekillerine kanunun gerekçelerini anlatırlar, soruları yanıtlarlar.
Komisyon tartışmaları, iktidar milletvekillerinin tasarıyı hızla oylayıp genel kurulda görüşülecek hale getirmeleri için gösterdikleri çabalar üzerinden yürür. Muhalefetin uyarıları, eleştirileri dikkate alınmaz.Kanun TBMM'de görüşülürken ilgili sivil toplum kuruluşları feryat eder: Bu kanun şunu bozar, bunu mahveder, şurası şöyle değişirse daha iyi olur gibisinden!
Kendileri söyler, kendileri dinlerler.Ve bugüne kadar bunun değiştirileceğine ilişkin bir vaat de hiçbir siyasi partinin programına, beyannamesine girmedi.
Ortak yol haritasındaki şu sözlerin altını bu nedenle çizdim:
"Kanunlar görüşülürken ilgili sivil toplum ve meslek kuruluşlarının görüşlerine başvurulması genel kural olacak."
Metnin bütününe baktığımda TBMM'nin özellikle iktidarı denetleme konusundaki yetkilerinin güçlendirildiğini gördüm.
Mesela yazılı soru önergelerine yanıt vermeyen bakanlara yaptırım uygulanması sözü veriliyor.Eski Türkiye'de soru önergelerini yanıtlamayan ya da geç yanıtlayan bakanlara en azından "uyarı" cezası verilirdi. Şimdi o bile yok, bakanların milletvekillerini bir dövmedikleri kalıyor.
Ve en önemli bulduğum konulardan biri de şu:"Kesin hesap komisyonu kurulacak, başkanı muhalefetten olacak. Sayıştay raporları bu komisyona gelecek ve muhalefet her türlü dosyayı görecek."
Önceki hafta da yazmıştım: Bir demokraside olmazsa olmaz sayılması gereken konulardan biri de "bütçe hakkı" denilen kavramdır.
Vatandaşların, vergilerinin nereye harcandığını, bu harcamanın yerinde olup olmadığını bilme hakları vardır ve bu hak Meclis tarafından kullanılır.
Bir süredir Sayıştay raporları gizli kalıyordu, milletvekilleri bile bu raporları göremiyorlardı.
Hatta Sayıştay'ın yaptığı bazı incelemelerin bir rapora dönüşmeden dosyalar içinde arşivlerde unutulmaya terk edildiğini de biliyoruz.
Kamu kurumlarının vakıflar ya da özel şirketler kurarak Sayıştay incelemesinden kaçtıkları da bir sır değil.Mesela son deprem felaketinin ardından depremzedeler için düzenlenen Tek Yürek Kampanyası'nda toplanan 115 milyar lira nasıl harcanacak, bu harcamaları kim, nasıl denetleyecek? Bunları bilmiyoruz.Çünkü Erdoğan yönetimi, toplanan 115 milyar lirayı deprem için kurduğu Afet Yeniden İmar Fonu'na dahil etmedi.
Neden? Bilmiyoruz.Elbette kimseyi peşinen suçlu ilan edemeyiz.
Ama bu tür konularda şeffaflık ve denetimin herkese açık olması, kuşkuları önler.Zaten düşük güven toplumunda yaşıyoruz, hiç olmazsa bazı konularda birbirimize güvenmeye başlayabiliriz.
Onun için kesin hesap komisyonu başkanının muhalefetten seçilmesini, Sayıştay raporlarının açık olmasını önemsiyorum.
Bu aynı zamanda yolsuzlukların azalması gibi bir sonucu da yaratacaktır.Nitekim rüşvet ve yolsuzluklarda zaman aşımının kaldırılacağı ve ihalelerde rastlanacak yolsuzlukların kamuoyuna açıklanacağı vaatleri bunun için var.
Demokrasilerde güçler ayrılığının önemi bu tür konularda ortaya çıkar.
Yürütme gücünü kullananların yargı ve yasama üzerinde kurdukları, kuracakları hakimiyet, vatandaşların hukukunun ve parasının nereye, nasıl harcanacağı ile ilgili denetimin içini boşaltır.Bizde Sayıştay bu nedenle bir yüksek yargı kurumudur ki idarenin akçeli işlerini Türk milleti adına yargılayabilsin.
Ancak Hakimler ve Savcılar Kurulu iktidarların emrinde olunca bu gerçekleşemez.
Yargıç bağımsızlığı ortadan kalkarsa, yargıç güvencesi yok sayılırsa idare yargıyı parmağında oynatır, istediği kararların çıkmasını sağlar.
Yol haritasında HSK'nın ikiye ayrılması ve Hâkimler Kurulu'ndan Adalet Bakanı ve Adalet Bakan Yardımcısı'nın çıkartılacağı sözünü bu nedenle önemsedim.
Oxford English Dictionary'ye göre "yanına kâr kalmak" deyimi, İngilizcede ilk kez Aldous Huxley'nin 1923'te yayınlanan "Antic Hay" isimli romanında kullanılmış.
Türkçede böyle bir deyim ilk kez ne zaman kullanıldı, bilemiyorum. İnternette aradım, taradım, bulamadım.İngilizlerden çok önce kullanmış olma ihtimalimizi küçümsemeyin.
"Cezasızlık kültürünü" içselleştirmiş bir toplum, elbette bu kavramı daha önce kullanmış olmalı.Dil, günlük ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere gelişir.
Bu deyimi bana hatırlatan Ortak Politikalar Mutabakat Metni'ndeki bir başka vaat oldu.
"Verdiği kararlarla AİHM ya da Anayasa Mahkemesi tarafından devletin tazminata mahkûm edilmesi halinde söz konusu cezanın kararı veren hâkimden tahsil edileceği" kuralı çok önemli.
Bilmiyorum hatırlar mısınız, AİHM kararları ve Anayasa'ya aykırı kararlar veren hakimlere yasal güvence getirilmesi işi Fetullahçı çetenin yargıya hâkim olduğu günlerde yapılmıştı.
Böylece vatandaşların hukukunu ısrarla çiğneyen yargıçların cezasız kalmasının önü de kesilmiş olacak. Anayasa'yı, AİHM kararlarını yok sayan yargıcın bu eylemi "yanına kâr kalmayacak"!
Anayasa Mahkemesi'ne hülle ile bu mahkemede görev yapabilecek düzeyde olmayan yargıçların atanmasının da yolu kesilecek.
Ve çok önemli bir başka vaat: Eğer Millet İttifakı seçimi kazanır ve TBMM çoğunluğunu ele alabilirse savcılar ile avukatlar, mahkemelerde aynı düzeyde oturacaklar.
Savcıların, avukatların amiri gibi daha üst bir makamda oturarak yargılamanın yapılması önlenecek.Aldığım notlar bu kadar değil ancak bu haftalık yerimiz bu kadar.
Önümüzdeki haftalarda da bu konuları konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz nasıl olsa.
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |