Issız Adam filminin Yunanistan’da yapılan yeni çekimini izlerken oğlanın, kıza davranışlarına bakıp şöyle düşündüm: "Bu Çağan Irmak’ın yarattığı ıssız adam karakterinden çok farklı, sıradan bir pasif – agresif."
Dönüş yolunda uçaklarda dağıtılan gazetelerden birinde gelecek yıla ilişkin yıldız falımı okurken irkildim:
"Bu yıl savaşçı gezegen Mars, yılın son altı ayında evinizde ileri geri hareket edecek ve sesinizi duyurmak için çevrenize baskı yapacaksınız."
Bunun üzerine bir başka gazetede de önümüzdeki yıl "üç tutulmanın" aşk evi, sosyal ev ve değişim evimde gerçekleşecek olmasını okuyunca panikledim.
Astrologlar haklı mı?
2020 yılında ben de filmdeki pasif agresif karaktere mi dönüşeceğim? Bir beş saniye sonra ya da 250, kilometre uzakta doğmuş olsaydım, bu problemi hiç mi yaşamayacaktım yoksa daha da ağırlaşacak mıydı?
Kafamda böyle bin bir soruyla İstanbul Havaalanı’na indim, uzun bir yürüyüşten sonra pasaport polisine "İyi akşamlar" dedim, pasaportumu uzattım.
Ve sonra kafama şu soru takıldı: Niye kendisine "iyi günler, günaydın, iyi akşamlar" filan dediğim kamu görevlileri, duyma yeteneklerini tümüyle kaybetmiş gibi davranıyorlar?
Mesela pasaport polisiyle işimiz iki dakika bile sürmüyor, tamam ama iyilik dileklerimizi değiş tokuş etsek, kendimizi daha iyi hissetmez miyiz?
Yoksa diye düşündüm, sosyal evimdeki tutulma başlayalı çok zaman oldu da ben mi farkında değildim?
Pasif – agresif olmuştum da haberim mi yoktu?
Bu kavramı kolayca tahmin edebileceğiniz gibi ilk ortaya atanlar ABD’li psikiyatristler oldu.
Amerikalılar sayesinde psikiyatrik sorunlarımızın sayısı her geçen yıl artıyor. Mesela Amerikan Psikiyatri Derneği’ne göre 1968’de psikiyatrik hastalıkların sayısı 182 iken 1980’de 265’e, 2000’lerin hemen başında 365’e çıkmıştı.
En son "selfitis" (selfie çekme tutkusu) hastalığını da listeye eklemişlerdi, belki hatırlarsınız.
Her neyse pasif agresif tutumlar, benim gibi sıradan meraklılar için şu anlama geliyor:
Başka insanların isteklerine karşı aktif tepki göstermek! Bu "aktif tepki" çoğu zaman direnç odaklı bir eyleme dönüşüyor.
Filmdeki oğlan da bunun tipik bir örneği gibiydi.
Sevgilisi "zeytinyağlı yaprak sarma" mı istedi? Bir yandan küçümsüyor, diğer yandan "patlıcan kızartmayı" işaret ediyor.
Böyle bir şey.
Özellikle kadın – erkek ilişkilerinde sıkça gördüğümüz bir durum.
Buna "flört şiddeti" de deniliyor, sonu cinayete de varabilen kaba şiddetten söz etmediğimi belirtmek isterim.
Mor Çatı’nın bununla ilgili bir rehber yayınladığını da söyleyeyim.
Flört şiddeti orada şöyle tanımlanıyor:
"Flört şiddeti, sevgilinin sana karşı fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal ve dijital şiddet göstererek senin üzerinde egemenlik kurmayı, seni kontrol etmeyi ve gücünü göstermeyi hedefler."
Bu cümlede çok fazla "sen – sen" denmesi de hoşuma gitmedi.
Bu yıldızların hareketleri beni gerçekten her fırsatta arıza çıkartan bir tipe mi dönüştürüyor bilmiyorum ama şunu söylemek zorundayım:
Çok yakın olmayan kişiler arasında ikinci tekil şahıs ile hitap, bizim toplumsal kültürümüzde eleştirilmesi gereken bir tutumdur ve hitap edilenin daha aşağıda bir konumda olduğunu ima eder. Ben söylemiş olayım, belki ileride düzeltirler.
Bunu nasıl anlayacağınızın ipuçları da internette var, işte bir kaç örnek:
* Sevgilinin duygu durumunda ani değişimler oluyorsa, sana birden öfkelenip fevri davranıyorsa (Dayaktan söz etmiyoruz burada, o bildiğiniz kaba şiddet.)
* Sevgilin seni aşırı kıskanıyorsa ve sahipleniyorsa, kıskançlık yaparak sevgisini gösterdiğini düşünüyorsa, bu kıskançlık gösterisi seni boğmaya başlamışsa
* Sevgilin senden izin almadan telefon ya da bilgisayarını karıştırıyorsa
* Sevgilin günün her saati sana ulaşmak istiyor, ulaşamadığında öfkeleniyor ya da küsüyorsa
* Arkadaşların ya da ailenle vakit geçirdiğinde sevgilin sana öfkeleniyor ya da küsüyorsa
* Sevgilin her konuda onu haklı bulman gerektiğini düşünüyorsa
* Sevgilin senin fikirlerini dikkate almıyor, önemsemiyor ve küçümsüyorsa
* Sevgilin sana sürekli yapman gerekenleri söylüyorsa...
Tabii bunun sadece erkeklerin, kadınlara uyguladığı türden bir şiddet olduğunu düşünmeyin.
Tam tersi de mümkün, kadınlar da sevgililerine karşı flört şiddeti uygulayabiliyorlar.
Bu durumda ne yapmalıyız?
"Aşk böyle bir şey, ne yapalım" demeyeceksiniz.
Hiçbirimiz Schopenhauer değiliz ki aşkın sonsuz acıların kaynağı olduğunu düşünüp, başımıza gelenlere katlanalım.
Schopenhauer, "aşık olduğumuzda büyük bir haz ile duygularımızın tatmin olduğunu düşünüp, herhangi bir ders çıkarmak yerine aptallığımızı sürdürdüğümüze" inanırdı.
Artık o devirler geçti, aptallığımızı sürdürmek zorunda filan değiliz.
İki sevgiliden söz ediyorsak, bunların birbirlerinin hayatını güzelleştirmek için bir arada olduklarını varsaymalıyız.
Sevgilisinin hayatını çekilmez hale getirmek, zorlaştırmak için değil.
Boş zamanında bizi düşündüğünde içinde güzel duygular uyanmalı, "ay iyi ki şu anda başımda değil" duygusu yaratmamalı.
Durum böyle değilse, varlığı ruhunuza yük haline geldiyse "ama ne yapalım o da böyle bir tip işte, yine de seviyorum" demeyin, oralarda oyalanmayın, hemen toz olun!
Zordur tabii ama bunu yapın, hayat böyle saçmalıklara tahammül edilecek kadar uzun bir şey değil.
Böyle birisiyle günlerinizi harcayacağınıza "yalnız ve çılgın" olmak daha iyidir!
Size Mazhar – Fuat – Özkan’dan bir şarkı armağan ediyorum:
"Sen ve ben / Aynı şeyleri düşünürken / Aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere sevinirken / Anlaşamadık gitti / Sonunda bitti!