Şarkının nakaratı, "I wanna what love is / I want you show me / I wanna feel love is / I know you can show me" diyordu. (Aşkın ne olduğunu bilmek istiyorum / Bana senin göstermeni istiyorum / Aşkı hissetmeyi istiyorum / Biliyorum, bana gösterebilirsin.)
Foreigner grubunun bu şarkısını ilk dinlediğim gün Roma'daydım, 1985 Eylül ayının ilk günleriydi.
Aradan geçen onca zamana rağmen bu kadar net hatırlayabiliyor olmamın nedeni, meslek hayatımdaki önemli bir dönüm noktasına denk gelmiş olmasıydı.
Playmen dergisinin Türkiye yayın hakkı için İtalya'daydım, Vittorio Veneto civarındaki bir kulüpte dinlemiştim, mekanın adı aklımda kalmamış.
Kulübü dolduranlar, kadın – erkek, bir ağızdan şarkıya eşlik ediyordu.
İtalyan pop müziğinin, zirvede olduğu günlerde, bir Amerikan pop şarkısının İtalya'da ezbere söylenebiliyor olmasına biraz hayret de etmiştim.
O yıllar Al Bano, Zucchero, Ricci e Poveri, Rafaella Cara, Adriano Celentano, Eros Ramazzotti yıllarıydı. San Remo'nun, müzik endüstrisine her sene yeni şarkıcıları, grupları armağan ettiği günler…
Ne oldu da İtalyan pop müziği de Türk pop müziği gibi duraklama devrine girdi, bilmiyorum.
O güne kadar nasıl oldu da bu şarkıyı duymadım diye kendi kendime söylendiğimi, ertesi sabah da Ricordi'den plağı aldığımı hatırlıyorum.
Ve o şarkı, aradan geçen 36 yıl sonra bu kez New York'ta karşıma çıktı.
Suzan Sabancı Dinçer'in ev sahipliğinde, Mica ve Ahmet Ertegün onuruna düzenlenen TAS gecesindeydim.
Sahnede artık yaşlanmış ve ölümler nedeniyle eksilmiş de olsalar Foreigner grubu vardı; vokalde ise muhteşem bir gospel korosu.
Artık ben de ezbere biliyordum, nakaratları salonu dolduran yüzlerce Türk ve Amerikalı ile birlikte büyük bir koro halinde söyledik.
Salondaki misafirlerin neredeyse hepsi ayaktaydı; "ağır abi" kontenjanından olanlar hariç tabii.
Rolling Stone dergisinin "bütün zamanların en iyi şarkıları" listesine girmiş bir şarkı bu.
Yazının "Gonzo gazetecilik" bölümü böylece sona eriyor.
Şimdi hep birlikte düşünelim bakalım, birisi bize "aşkın ne olduğunu bilmek istiyorum" diye sorsaydı, ona ne anlatırdık?
Roland Barthes, "Bir aşk söyleminden parçalar" isimli kitabında "ilk açılma geçtikten sonra ‘seni seviyorum'un hiçbir anlamı yoktur" diye yazıyor.
Birisine ilk kez "Seni seviyorum" dediğinizde, bu yeni bir sözdür.
Yaşadığınız, hissettiğiniz duyguyu, doğrudan bir ifade ile karşınızdakine söylemiş, "açılmış" olursunuz.
Bunu poker oynarken oyunu açmaya benzetirim. Elinizde yeterli kâğıt vardır, oyunu başlatırsınız.
Ama bu tek başına yeterli değildir. Sonra da konuşmaya devam etmeniz gerekir, yoksa sizi masadan atarlar.
Yeni kâğıt istemek için, oyunu arttırmak için, sonunda da kâğıtları açmak için konuşmaya devam etmelisiniz ki aşk ilişkisi de bunu gerektirir.
Bir kere ilk mesajı verip "Seni seviyorum" dedikten sonra devam etmelisiniz. Sözlerinizle, davranışlarınızla içinizdeki duyguyu karşı tarafa sonsuz bir akış şeklinde tekrarlamalı, ilişkiyi derinleştirmelisiniz.
Erkeklerin çoğu için bir kere söylemenin yeterli olduğunu biliyoruz.
"Seni sevdiğimi söylemiştim zaten" bir özür değildir, kadınlar bunu sıkça duymak isterler.
Bu boşa harcanmış bir zaman değildir, iki kelimeyi az söyleyerek enerji tasarrufu yaptığınızı düşünmüyorsanız tabii!
"Onu ne kadar sevdiğimi keşke daha çok söyleseydim" diye daha sonra pişmanlık getirmemek için, bunu şimdi, vakit varken yapmalısınız.
Bilmiyorum ne kadar doğru; Japonca'da "seni seviyorum" anlamına gelen bir cümle dizimi yokmuş.
Ben Japonca bilmiyorum; okuduklarımın yalancısıyım.
Gerçi bu devirde okuduklarımızın hepsine nasıl inanabiliriz, onu da bilmiyorum. İnternette yalan yanlış o kadar çok bilgi var ki!
Neyse, bunu daha önce de yazmıştım zaten, bugüne kadar bununla ilgili bir düzeltme almadığıma göre, bu bilginin doğru olduğunu varsayabilirim.
O halde başa dönüyorum, Japonca'da "seni seviyorum" anlamına gelen bir cümle yokmuş!
Japon aşıklar birbirlerine bu türden cümleler söylemezlermiş.
"Gülüm, nar çiçeğim, mor menekşem, sarı mimozam, beyaz manolyam" gibi hitaplar da kullanmadıkları söyleniyor.
Çünkü Japonya'da "sevgi, aşk" gibi duyguların sözlerle değil, hareketler, mimikler, jestler ve davranış kalıplarıyla anlatılabilecek bir duygu olduğuna inanılıyormuş. O inanılmaz Japon zarafetinin dile yansıması olsa gerek.
Kiraz çiçeklerinin çevrelediği, dingin ve zamanın sanki hiç akıp gitmiyormuş gibi göründüğü bir coğrafyada, demek ki insan davranışları ve dil de böyle gelişiyor diye düşünüyorum.
Amerikan filmlerinde neredeyse her sahnede insanların birbirlerine "seni seviyorum" dediklerini duyuyorum.
Herkes, herkese bunu söyleyebiliyor, sevgili olmaları gerekmeden.
Baba çocuğuna, kasiyer müdürüne, polis şefi kendisini kurtaran itfaiye müdürüne o son sahnede duygulu bir bakış fırlatıp "seni seviyorum" diyebiliyor.
Türkçe'de böyle kullanmıyoruz, "seni seviyorum", sadece birbirine karşı "hisli duygular" besleyenlerin kullandıkları bir kelime dizilimi. Ama bunun kolayca söylenebiliyor olması, gereklerini yerine getirdiğimiz anlamına da gelmiyor.
İçeriğinden kopuyor, karşındaki insanı "tavlamak" için kullanılan bir silaha dönüşüyor.
Oysa bu sözler, söylenmeden önce bin defa düşünülmesi ve her şeyden önce yüreğinin derinliğinde hissederek söylenmesi gereken sözler.
Sözler yetmiyor aslında; kendi başına çok bir anlam ifade etmiyor.
Tıpkı Japonların yaptığı gibi hareketler, jestler, mimikler ve davranışlarla destekleniyor olmalı ve bunlar da rol kesmek için değil içten gelerek yapılıyor olmalı ki söz anlam kazansın! Çünkü bu sıradan bir cümle değildir.
Ağzınızdan çıktığında bunun sorumluluğu da omuzlarınıza biner. Eğer bunu taşıyamayacak zayıflıklarınız varsa, cümle ağzınızdan çıkmadan önce bir yutkunun ve susun derim.
Sevginiz yeterince olgunlaşmamışsa bir kadına ya da erkeğe bunu söylemek "ayıptır, günahtır, yazıktır!"
Ve sadece bir kere söylemek de yetmez! Çok sık da tekrarlmak gerekir, duyana da iyi gelir. Çok tekrarladığınız için dırdır yapmakla suçlanmayacağınız en kısa cümle de budur!
Elbette göstermek de gerekir. Sine qua non! (Olmazsa, olmaz!)
Milyonlarca erkeğin ve kadının da bilmediği budur. Ve zaten sadece bunu bilmedikleri için hayatlarını sonsuz bir sıkıntı içinde geçirmeye mahkum edilmiş gibi yaşıyorlar.
Erkek aklı, kadınlara göre daha basit ve sıradan olduğu için erkekler bunu bir kere söylemelerinin yeterli olduğunu zannediyorlar. Kadın aklı daha karmaşık olduğu için onlar her seferinde aynı cümleyi duyunca mutlu oluyorlar, onun için sorup duruyorlar, "beni seviyor musun?"
Ve sevgili erkek okuyucular, şunu söylemeliyim ki bu, yanıtı tek olan bir sorudur, çoktan seçmeli değildir:
"Bakalım, kim bilir, belki, tabii" gibi yanıtlarla karşılanamaz.
İçinizden hiç bir şey gelmiyorsa bile Rousseau gibi yanıtlayabilirsiniz: "Ben de!"
Toprağı bol olsun şöyle demişti: "Düşselleştirilmiş biçimiyle bu yanıt, bütün sevinç söylemini başlatmaya yeter!"
Birçok konuda olduğu gibi ben Nietzsche'nin izleyicisiyim. Şöyle diyor: "Seni seviyorum cümlesinin biricik yükselme biçimi onu sert söylemek, ona bir ön adın açılımını vermektir: ‘Arianne, seni seviyorum' der Dionysios."
Ama bundan daha da iyisi, gerçekten sevdiğini karşındaki insana hissettirebilmektir.
"Seni seviyorum" demenin bir anlamı var ve bu anlam kuşkusuz ki söyleyene de bir sorumluluk yüklüyor dedim.
Hem bunu söyleyip hem de sevdiğini söylediğin insanın canını acıtan davranışlar içinde olmamalısın mesela.
Birisine "seni seviyorum" dedikten yarım saat sonra ya da ertesi akşam gözlerin fırdöndü gibi çevrede "seni seviyorum" denilecek yeni birisini aramasın.
Sevdiğini söylediğin insan önemli bir hata yapmış da olsa eğer sen hala ona içinden "seni seviyorum" diyebiliyorsan, diyorsan buna göre davranmalısın.
Eğer bu sorumlulukları üstlenmiyorsan da zırt pırt "seni seviyorum" demen, birisini sevdiğine değil, ancak senin koca bir yalancı olduğuna işaret edebilir!
Bir de "seni seviyorum" yerine "I love you" diyen Türkler var, bu da ayrı bir mesele. İkiniz de Türksünüz, Türkçe biliyorsunuz, bu cümle neden İngilizce söyleniyor o halde?
Bence bunun nedeni sözü söyleyenin aslında durumdan o kadar emin olmamasından kaynaklanıyor.
Ama tabii bir şey de söylemesi gerekiyor o zaman "I love you" diye yuvarlayıp geçiyor.
Hem söylemiş oluyor, hem söylememiş!
Birisi size böyle derse, hemen bu yazıyı hatırlayıp oradan hızla uzaklaşın derim!