Evlendikten sonra ayrı evlerde yaşadıklarını açıklayan Fazıl Say ve Ece Dağıstan, "sosyal medyada eleştirilerin hedefi" olmuş.
Ece Dağıstan "Kimse birbirinin üzerine çökmedi ilişkimizde" derken, Fazıl Say şu mesajı sanal aleme bırakmış:
"2 ev var demek, günde 2 kere sevişiyoruz demek. Bir o evde, bir bu evde. Adamların 10'a kadar sayamadığını kabullenmiştik de bunlar 2'ye kadar bile sayamıyor."
Fazıl Say'ın bu mesajında birilerine gönderme var ama ne olduğunu tam anlayamadığım için bulaşmayayım diyorum.
Bana sormazlar ama sorsalardı, bu hayat pahalılığında iki evi çevirmenin iktisat bilimi açısından rasyonel bir açıklamasının olmadığını söylerdim.
"Zenginin malı, züğürdün çenesi" durumuna düşmemek için konunun bu yönünü burada kesiyorum.
Tabii sosyal medya böyle çalkalanınca bizim her şeye maydanoz ünlü kişiliklerimiz de geri kalmamışlar, tartışmaya katılmışlar.
Kimi destekliyor, kimi "Size ne kardeşim" diye hariçten gazel okuyanlara çıkışıyor kimisi de "Ama bu da olmaz ki" diyor.
Hafta sonlarında, günün ruhumuzu karartan meseleleri ile canınızı sıkmamak için eğlencelik konular arayan bendeniz de haliyle bu kavgada bir iki yumruk sallamak zorundayım, artık kime denk gelirse!
İtalya'da yıllar önce yapılan bir evlilik araştırması, evliliklerin yüzde 43'ünde, ilk 30 ayın sonunda sevgisizliğin baş gösterdiğini ortaya koyuyor. 48. aydan sonra bu giderek çekilmez bir hale geliyor.
İtalya'da, boşanma istatistiklerinin de doğruladığı bir sonuç bu: Boşanmalara en çok evliliğin ilk 5 yılında rastlanıyor.
TÜİK'in geçtiğimiz ay sonunda açıkladığı 2020 Türkiye Evlenme Boşanma İstatistikleri'ne göre boşanmaların yüzde 35,3'ü evliliğin ilk 5 yılında, yüzde 20,7'si ise evliliğin 6 – 10 yılı içinde gerçekleşti.
Bunun için evlilik terapistlerinin önerisi "tedavi amaçlı ayrılık"!
Çiftlere iki ile üç yılda bir, bir ile beş ay arasında değişen sürelerle birbirlerinden ayrı kalmaları öneriliyor.
Böylece, çiftlerin birbirlerini özleyecekleri, yeniden buluştuklarında birbirlerine daha çok özen gösterecekleri ileri sürülüyor.
Tabii benzer bir şekilde "tedavi amaçlı ayrılık" sürecinden geçen birileriyle karşılaştıklarında nelerin olabileceğini kestirebilmek mümkün değil.
Yanıtsız başka sorular da var: "Taburcu" olup başka bir ilişkiye geçenler açısından sorun yok belki ama geride kalan ne yapacak?
Bu "tedavi" sırasında çocuklara kim bakacak?
"Tedavi"nin zorunlu kıldığı ekstra giderler nasıl karşılanacak?
Wilhelm Schmid, "Aşk – Neden Bu Kadar Zordur Ve Yine De Nasıl Mümkün Olur" isimli kitabında aşkın "nefeslenmeye" ihtiyacı olduğunu söylüyor. (Çeviren: Tanıl Bora, İletişim Yayınları.) Kesintisiz bir haz ve hoşluk duygusunun mümkün olamayacağına dikkat çekiyor.
Bunu söylerken, İtalyan evlilik terapistlerinin önerdiği gibi bir "ara vermekten" söz etmiyor ama. Bu tür bir "nefeslenme", bitişe doğru atılmış ürkek adımlardan ibarettir.
Birbirlerine âşık olduğunu düşünen çiftin bir tarafı ya da her iki tarafı için de aslında aşkın bitmekte olduğunu gösterir. Ama insanoğlu bu; acı gerçeklerle yüzleşmeyi sevmez, bitişi kabullenmek istemez.
Onun için de böyle şeyler icat eder ki bizim magazin basınını takip ederseniz haftada bir – iki örneğine tanık olabilirsiniz. Daha önce kaç kere yazdığımı hatırlayamam ama şunu hep söylüyorum:
Aşkın bitebileceğini reddetmemekle birlikte, kendisini yeniden üretebileceğine inanırım.
Eğer birliktelik şu ya da bu şekilde sürmeye devam ediyorsa, çiftler birbirinin gözünü oyma aşamasına geçmemişlerse, birbirlerini yok saymıyorlarsa, aşkın kendisini yeniden üretebilmesi mümkündür.
Schmid bunu anlatmaya çalışıyor.
Bir aşk ilişkisinde kesintisiz bir mutluluğun ve hazzın mümkün olamayabileceğinin altını çizdikten sonra aşkın "nefeslenmesi" için "düzlem değiştirmenin" yararlı olabileceğine vurgu yapıyor.
Çünkü aşk, tek bir düzlemde ilerlemez. Hangisi diğerinden önemlidir bilmiyoruz, kişiden kişiye değişebilir ama bir aşk ilişkisinin tek boyutlu olmadığını biliyoruz.
Cinsellik, ruhsal uyum, ortak düşünceler, hayaller, hedefler gibi birçok boyutu vardır.
Bunlardan birinde bir sıkıntı doğduysa, "nefeslenmenin yolu", henüz sıkıntı çıkmayan alanda yoğunlaşmaktır.
"Mutluluk uzmanı" Kaliforniya (Riverside) Üniversitesi'nden psikoloji profesörü Sonja Lyubomirsky, "huzurlu ve mutlu bir evliliğin sınırlı bir raf ömrü vardır" diyor.
Biz insanların uyum sağlamak ile ilgili yeteneklerimiz var. Mesela ağır fiziksel acılara maruz kalmış insanların ağrı eşiklerinin yükseldiğini biliyoruz.
Bunun bir benzeri de haz ile ilgili, daha önce de sözünü etmiştim. Buna "hedonik adaptasyon" adı veriliyor.
Bunun için aldığımız hazzın uç sınırlarda olması gerekmiyor üstelik.
Günlük yaşantımızda hissedeceğimiz sıradan hazlar için de böyle bir hedonik adaptasyon geçiriyoruz.
Küçüklüğünden beri istediği her şey satın alınan bir çocuğun, artık yeni hiçbir oyuncak için heyecanlanmaması gibi!
Boğaz manzaralı bir eve taşınınca her gün manzarayı seyretmek isteyen birisinin, bir süre sonra kafasını çevirip manzaraya bakmaması gibi ya da! Elbette kişisel–romantik ilişkiler için de geçerli.
İlk buluşmalar, el ele tutuşmalar, kaçamak öpücükler, sonunda kavuşma!
Ama insan bu tadına doyulmaz hazza da bir uyum gösteriyor, alışıyor. Hedonik adaptasyon geliştiriyor.
Sonja Hanım, uzun süreli ilişkilerin de böyle bir hedonik adaptasyondan zarar göreceğinden söz ediyor. Cinsel tutkunun ve cinsel uyarının ise hedonik adaptasyona özellikle yakın olduğuna dikkat çekiyor.
(Sonja Lyubormirsky'nin Mutluluk Beyinde Başlar ve Nasıl Mutlu Olunur isimli kitapları Türkçede de yayınlanmıştı.)
Cinsel hazza hedonik adaptasyon ile ilgili Melbourne (Avustralya) ve Stony Brook'da (ABD) yapılan bir araştırmanın sonuçları ilginç.
Çiftlere gösterilen erotik resimlerin başlangıçta onların cinsel fantezilerini uyardığı ama bir süre sonra tepki sıklığının giderek azaldığını, aranın açıldığını gösteriyor.
Sonja Lyubormirsky, Amerikalı yazar Raymond Chandler'den bir alıntı aktarıyor:
"İlk öpücük sihirli, ikinci öpücük samimi, üçüncü öpücük rutin." Bilimciler hedonik adaptasyon ile baş etmenin yolunu "hazza ara vermek" olarak gösteriyorlar.
Yani "bünye alışmasın" diye kendinizi hazza kaptırmayacaksınız.
Tam da burada sözü Halil Cibran'a bırakmak istiyorum ki işin sırrını herkesten daha iyi anlatmış:
"Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız. Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız. Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz da boşluklar olsun. Ve Tanrısal âlemin rüzgârları esip, dolanabilsin aranızda. Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın. Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun sevgi. Birbirinizin kadehini onunla doldurun, ama aynı kadehe eğilip içmeyin. Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın. Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer 'yalnız' olduğunu unutmayın. Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır. Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın. Çünkü ancak 'hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan. Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın; Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır. Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez."
(Halil Cibran, Ermiş, Çeviren: Aytunç Altındal, Anahtar Kitaplar Yayınevi.)