Bir roman ya da öykü okuyan herkes, oradaki kahramanlar ile ilgili olarak kafasında bir imge yaratır.
Benim için edebiyat uyarlaması filmlerin en büyük problemi de budur.
Romanı okurken başka tipler hayal ederim, beyazperdedeki görüntü, kendi yarattığım imge ile örtüşmez, filmden soğurum.
Şarkılar böyle değildir ama.
Bir şarkıdaki kahraman ya sizsinizdir ya da hayatınızın aşkı.
Öyle bir aşk "gerçek zamanlı olarak, şu anda, burada" bulunmayabilir.
Salt bir tasarımdan, hayalden ibaret de olabilir.
Hayatınız boyunca onu beklemiş ama bulamamış da olabilirsiniz.
Tam bulduğunuzu zannettiğiniz anda uçup gitmesini de şaşkınlıkla karışık bir kalp ezikliği içinde izlemiş de olabilirsiniz.
Şanslı olup olmadığınız duruma göre değişebilir ama somut, elle tutulur, gözle görülür bir kişilik de olabilir.
Onun için şarkıları içselleştirmek kolaydır.
Herkesin "benim şarkım" diyebileceği bir şarkı mutlaka vardır
Tabii normal insanlardan söz ettiğimi belirteyim.
"Avare gezginler" için, her şarkı, kalbimizdeki bir ize karşılık gelir "işte benim şarkım" diyebileceğiniz şarkı sayısı çoktur.
Toplumları birleştiren şeyleri bir çırpıda sayabiliriz: Ortak inançlar, bayrak, ortak vatan, etnik aidiyetler. Ders kitaplarında da böyle yazılır zaten, biz de onu küçüklüğümüzden itibaren ezberler, içselleştirir, sonra da sorgulama gereği de duymadan kabulleniriz. Ama bunun dışında bazı şeyler vardır ki farkına varmadan bizleri bir ortak paydada birleştirir. İnançlarımızdan ve etnik kimliğimizden bağımsızdır.
Türk de olsak, Kürt de; Ermeni ya da Rum da olsak; Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ya da inançsız da olsak bizi birleştirir. Onlar toplumların görünmeyen tutkallarındandırlar.
Çünkü kişisel duygularımıza hitap ederler. Çoğu zaman bunun farkında bile olmayız. Şarkılar böyledir.
Arkadaşım olmasına hiç ihtimal vermeyeceğimiz, kırk gün düşünsek aramızda ortak bir nokta bulamayacağımız kişilerle bile bizi "ortak" hale getirirler.
Allah sizi inandırsın, Recep Tayyip Erdoğan ile bile böyle bir ortak noktam varsa o da mutlaka bir şarkı üzerinden kendisini ortaya koyar.
Bu memlekette, bir kez olsun âşık olmuş, aşk acısı çekmiş bir insanın, bir tek kez bile Sezen Aksu şarkısı dinlemeden bu duyguyu yaşayabildiğini söylemesine asla inanmam.
Yıldızların üzerinde oturup, dünyadaki resmimize bakabileceğimiz zemini bize o sağlar. Herhangi bir şarkısını dinlerken bize hiç benzemeyen insanlarla aynı duyguyu yaşar, hissederiz. Kim ki tersini söyler, kuşkuyla bakarım, acaba doğru mu söylüyor diye. Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa uzanıp, gözümüzün yaşını Hisar’a doğru yüzdürmek istediğimizde aynı şeyi hissederiz. Solcu, sağcı, dinci, laik, Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan olmamız, terk edilmenin acısını farklı farklı yaşamamız sonucunu doğurmaz.
Çekip giden bir sevgilinin ardından bakakalırken burnumuzu sızlatıp, göz pınarlarımızda yaşların birikmesine neden olan şey o ortak duygudur.
Bize elini uzatacak, duygularımızı bizden daha iyi ifade edecek bir şarkı ararız, dilimize takılacak şarkı mutlaka onun bir şarkısıdır.
Kanımız damarlarımızda çılgınca bir hızla akmaya başladığında, yıldızları teker teker yakma gücüne sahip olduğumuzu düşünmemizi sağlayan o şarkılardır.
Günün birinde her şeyin "daha fazla" olduğunu hissettiğimizde, yaşamın yüzüne bakmaktan nefret ettiğimizde, bize anlamlı gelen her şey anlamını yitirdiğinde ona sarılırız.
Fransızcada "monstre sacre" diye bir deyim var. "Kutsal canavar" anlamına geliyor, efsanevi, kişilikleri ve eserleriyle toplumu etkileyen sanatçılar için kullanılan bir deyim bu. Edith Piaf, Fransızlar için bir "monstre sacre"dir. Sezen Aksu da bu cennet vatanın insanları için aynı şeydir.
İkisinin de "minik serçe" olması sadece bir tesadüf olabilir mi yoksa bu bir "işaret" mi?
Sezen Aksu şarkılarıyla hazırlanan bir müzikli oyun bu hafta perde açtı: İzmir’in Kızları.
Fonda Urla var. 24 Sezen şarkısı eşliğinde bir aşk öyküsü izleyeceksiniz.
Bugün Bodrum ismiyle bildiğimiz Halikarnasos’lu tarihçi Heredot 2 bin 600 yıl önce şöyle yazmıştı:
"Bir kentin tarihini şairler ve müzisyenler yaratır, tarihçiler sadece onları kaleme alırlar."
İzmir’in tarihini yaratan şair sayısı da müzisyen sayısı da bir ansiklopediyi dolduracak kadar çok olur.
Birkaçının ismini sayıp, diğerlerine karşı saygısızlık yapmak istemem.
Sezen Aksu, bu tarihi yaratan müzisyenlerden biri.
Ve şimdi şarkılarından yaratılan bir müzikli oyun ile İzmir’in tarihine bir tuğla daha koyuyor.
Gabriel Garcia Marquez, "Benim Hüzünlü Orospularım" isimli uzun öyküsünde 90. yaş gününde kendisi için özel bir kutlama planlayan, sıradan bir gazetecinin yaşamının son doğum gününde kendisiyle hesaplaşmasını anlatıyor.
Hayatının son günlerinde, daha önce hiç yaşamadığı bir duygunun farkına varıyor, aşık oluyor.
O güne kadar parasını ödemediği hiç bir kadın ile sevişmemiş bu yaşlı erkek, aşk ile tanıştığında şunu söylüyor:
"Sonunda gerçek yaşam buydu işte, kalbim kurtulmuş, yüz yaşımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can çekişmesi içinde aşktan ölmeye mahkûm olmuştu!"
Mutlu bir can çekişmesi içinde aşktan ölürken, kulağınızda bir Sezen Aksu şarkısının çınlayacağının farkında mısınız?