Türkiye’nin, İdlib’deki askeri gözlem noktası Morik’e takviye olarak gönderdiği askeri konvoy, bir Suriye uçağı tarafından bombalandı.
Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre “Rusya ile işbirliği ve diyaloğa aykırı saldırıyı şiddetle kınadık.”
Bakanlığın açıklamasına göre bu bombalama sırasında üç “sivil” ölmüş.
Haliyle “sivillerin askeri bir konvoyda ne işi olduğunu” merak ettim.
Bu “siviller” geçip gitmekte olan askeri konvoya su – gazoz – simit satmaya çalışan kişiler miydi?
Yoksa konvoyun içinde bulunmalarının nedeni, “Kızılay personeli” filan olmaları mı?
Sorumun yanıtını Metin Gürcan’ın attığı bir tweette buldum.
Gürcan, eski bir asker, bilim insanı, stratejist.
Attığı tweette bir fotoğraf var, altında şu yazılı:
“Suriyeli kaynaklara göre Suriye SU 22’leri tarafından vurulan Faylak al Sham’a ait pick up’ın konvoyumuz içindeki resmi.”
Feylak el Şam, Müslüman Kardeşler bağlantılı ve Suriye Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin unsurlarından biri.
Suriye için “vizyonu” şeriat düzenine dayalı bir devlet kurmak.
Suriye ve Astana sürecinin diğer iki unsuru İran ve Rusya tarafından “terörist” olarak görülen bir grup bu.
Sedat Ergin, geçtiğimiz hafta iktidarın “düşünce” kuruluşu SETA uzmanlarından Ömer Kızılcık’ın bir yazısından söz etti.
Kızılcık, İdlib sorunu ile ilgili değerlendirmesinde Türkiye’nin muhalif gruplara tanksavar silahları ve Grad füzeleri sağladığını, böylece muhalif grupların 38 kilometre karelik bir alanı ele geçirmelerine yardım ettiğini yazıyor.
Kızılcık’a göre Türkiye, bu hareketiyle “kendi çıkarlarına karşı hareket edilmesinin bir maliyeti olacağını” Suriye ve Rusya’ya göstermiş.
Acaba, Türk askeri konvoyundaki bir terörist unsurun bombalanması, buna verilen bir yanıt mı?
Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan’ın ideolojik körlüğü nedeniyle Suriye’de büyük bir bataklığın içine çekildi.
Önceki gün de askerlerimiz, sıcak bir çatışmanın hedefindeydiler.
Bu işin nereye varabileceğini düşünmek bile ürkütücü.
Artık öyle görünüyor ki silahlı muhalif gruplar da İdlib’i terk etmek zorunda kalacaklar.
Bunların bir bölümünün hamisi de Türkiye.
4 milyon Suriyeli göçmenin yanına şimdi bir de sırtlarını sıvazlayıp, ellerine silah tutuşturduğumuz bu teröristleri mi “misafir” edeceğiz?
***
Vaktiyle Recep Tayyip Erdoğan’a ağız dolusu hakaret etmemiş olsaydı, bugün maiyet memuru bile olamayacak olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kayyım atamaları ile ilgili olarak şöyle konuştu:
“Bizim teröre müsamaha göstermemizi bekleyenler yanılır. Terörü ve terörizmi özellikle halkın helal oylarıyla belediyelerde merkez haline getirmeye çalışanlara da devletin, kuralların, hukukun ve Anayasa’nın sessiz kalmasını beklemek son derece yanlıştır.”
“Açılım süreci” boyunca PKK’nın şehirleri, kasabaları cephaneliğe çevirmesini seyreden, buna engel olmak isteyen asker ve polise “yerinden kımıldama” emrini veren demek ki AKP iktidarı değil, Suriye hükümetiymiş!
Bakan Soylu, kendisini çok akıllı zannediyor.
Kimsenin itiraz edemeyeceği gerekçeler ileri sürerek, yaptıkları “idari darbeyi” meşrulaştırmaya çalışıyor.
Tekrar baştan alıp, tane tane anlatalım, belki Soylu bile anlar:
1 – Teröre müsamaha gösterilmez. Teröristlere ve terör örgütü üyelerine nasıl cezalar verileceği kanunlarda yazılı. Bu cezaları verecek organ mahkemelerdir, idare değil.
2 – Belediyeler, terörün merkezi olmuş, belediye gelirleri teröristlerin emrine sunulmuş ise bununla ilgili delilleri toplamak, savcıya vermek polisin yani Soylu’nun işi.
Bunları toparlamadan, savcıya iddianame yazması için geçerli belgeleri sunmadan “ben öyle gördüm” demekle olmaz.
3 – Anayasa ve hukuk diyor ki hakkında mahkeme kararı olmayan herkes suçsuzdur. Onun için önce suçu kanıtlayacaksınız.
4 – Suçu kanıtlama gereği duymuyorsanız, bir hukuk devletinden söz edemezsiniz. Böyle şeyler diktatörlüklerde olur. Soylu, yine eski günlerine geri dönüp, Erdoğan’a laf sokmaya mı çalışıyor?
***
Egemen Bağış’ın Prag’a Büyükelçi olarak atanması haberi bir dedikodu değil, gerçekmiş.
Bildiğimiz nedenlerden dolayı bugünkü Türkiye’yi temsile bi - hakkın layık bir kişi Bağış.
Biliyorsunuz, Büyükelçiler memleketlerini tayin edildikleri ülkede en üst düzeyde temsil ederler.
Gittikleri ülkenin devlet başkanına bir de mektup götürürler ki bu mektup Türkiye’deki Reis –i Cumhur’un, Prag’daki gölgesi olduklarını anlatır.
Bu görev için Bağış’ın ismini ortaya atan kişinin Dışişleri Bakını Mevlüt Çavuşoğlu olduğunu sanmıyorum.
Adı Bakan da olsa, cesaret edip böyle bir şeyi Reis’e teklif edemezdi.
Bu doğrudan Reis’in aklına gelmiş olmalı.
Ya da Bağış’ın eşi Emine Hanım’a ağladı, o da eşine rica etti filan. Aksi, bu iktidar döneminde işlerin nasıl yürüdüğünü bilenler için mümkün değil.
Şimdi sıra Bağış ailesinin taşınmasına geldi.
Neyse ki takım elbiseleri koyacak gamboçlar ve ayakkabıların ezilmesini önleyecek ayakkabı kutuları önceden tedarik edilmişti.
Gamboçlar ve ayakkabı kutuları zaman içinde bir parça hafiflediler ki bu da nakliye giderlerinin düşük olmasını sağlamak bakımından işe yarayacak.
Prag’daki yabancı misyon da eminim ki yeni TC Büyükelçisi’ni merak ve heyecan içinde bekliyordur.
Davetlerde Bağış’ın takım elbiselerine özel bir ilgi göstereceklerini de şimdiden söyleyebilirim.
Her ülkenin gizli servisi, yeni Türk büyükelçinin cemayüzevvelini kendi büyükelçilerine bir bilgi notu halinde iletmiş olmalı.
İçlerinde yeni Türkiye’nin ahlaki değerlerine vakıf olanlar var ise eminim şöyle diyeceklerdir: Yakışır! --------------------------------