Dini gelenekler kılıfı altında tecavüze uğrayan kız çocuğunun öyküsü kutuplaşmış bir toplumdan beklenilen şekilde gelişti.
Bir kesim için bu tür vicdansızlıklar, siyasallaşıp, tarikatlaşarak özünden koparılmış bir dindarlığın sonucu.
Bundan bir adım daha ileri gidip, dindarların tümünü aynı kefeye koyan küçük bir azınlık da vardır elbette.
Diğer kesim için ise her türlü belgesiyle gözümüzün önünde olan olay aslında gerçek bile olmayabilir!
Laikçilerin uydurduğu, “fırsat bu fırsattır” diyerek milletin inançlarını aşağılama çabası!
Ancak ortada da koca bir dosya var.
Ses kayıtları, fotoğraflar, 6 yaşında kıyılan dini nikâh, küçük yaşta hamilelik kuşkusu, hekimin durumdan şüphelenip yaptığı suç duyurusu, kemik testinde yapılan sahtekarlık vs.
Soğuk kanlılıkla adil bir yargılama yapılmasını niye bekleyemiyoruz o halde?
Yargılanıp mahkûm edilmeden önce herkesin suçsuz sayılması gerektiği ile ilgili kuralı içselleştirememiş olmamızın tek sorumlusu biz miyiz?
Kim bilir belki de adalet sistemine güven duymadığımız için kendi yargılamalarımızı yapıp, kararlarımızı veriyor ve insanları suçlu ilan edebiliyoruz.
Adil yargılama ile ilgili o kadar kötü örnek yaşadık ki.
Bu olayda küçük kızın o yıllarda yaşadığı çaresizlik ve dehşeti o kadar derinlerde hissediyoruz ki yargılamanın adil olmayabileceği ihtimaline karşı tedbir alıyor gibiyiz.
Toplumu bu nedenle suçlayabilir miyiz?
Olayı ört bas etmeye çalışan savcı gözümüzün önünde dururken, haklarında ağır cezalar istenen zanlılar tutuklanmadan salıverilirken, mahkeme tarihi için delil karartmaya uygun uzun bir süre verilmişken adalete güvenmediğimiz için suçlanabilir miyiz?
Çok daha hafif suçlamalarla tutuklu yargılananlar hafızamızda tazeyken, bu zanlıların serbestçe delil karartmaya olarak verecek şekilde salıverilmesini nasıl yorumlayabiliriz ki?
Bazı hâkim ve savcıların, tarikata bağlılıklarının, Anayasa ve kanunlara olan bağlılıklarından daha üstün olabildiğini hep birlikte görüp, yaşamadık mı?
Siyasallaşmış bir yargının, yürütmenin başından aldığı işaretle insanları delilsiz, mesnetsiz ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm edebildiğini bilenler, aynı işaretle suçluların salıverileceğini düşünürlerse bu kimin hatasıdır?
***
Ceza kanunumuzda bu tür suçlar için “istismar” kelimesinin kullanılmasının nedeni ve kaynağı nedir, bilmiyorum.
Ancak bu kelimenin, suçun ağırlığı ile ilgili algıyı azalttığı da bir gerçek.
Arapçadan dilimize girmiş olan “istismar” kelimesi, TCK Büyük Sözlük’te “birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme” olarak tanımlanmış.
Kubbealtı Lügatı, Arapça “semere” (meyve, kar, fayda) kök kelimesinden “işletme, faydalanma” olarak tarif ediyor.
Aynı şekilde “taciz” kelimesi de durumu yeterince açıklamıyor.
TDK’ya göre Arapçadan dilimize giren “taciz”, “tedirgin etme, rahatsız etme” anlamına geliyor.
Altı yaşında bir kız çocuğunun evlendirildiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte başlayan tartışmalarda, işlenen suç ile ilgili olarak bu kelimelerin kullanılması, suç algısını hafifletiyor.
Elbette hukuk adamları kanun ne diyorsa onu kullanmak durumundalar ancak biz bilelim ki bu suçların adı “istismar” ya da “taciz” değil, düpedüz “tecavüz”dür!
***
İran, Rusya ve Türkiye temsilcileri arasında “Astana Formatında” geçtiğimiz Kasım ayında yapılan toplantıdan sonra yayınlanan ortak açıklamada bir bölüm var ki ister gülün ister halimize ağlayın diye sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Açıklamanın 5. maddesinin ikinci paragrafında “Fırat’ın doğusunda” sivillere karşı YPG tarafından yapılan ayrımcı muameleler kınanıyor ve bu üç ülke temsilcilerinin “zulme karşı derin endişe duydukları” ifade ediliyor.
İran, Rus ve Türk yetkililerin “zulüm” diye tanımladıkları konulardan biri, yapılan açıklamaya göre “barışçıl gösterilerin bastırılması”!
Açıklama şöyle:
“Bu bağlamda ayrılıkçı grupların Fırat’ın doğusunda barışçıl gösterilerin bastırılması, zorla silah altına alma ve eğitim alanındaki ayrımcı uygulamaları da dahil olmak üzere sivillere yönelik artan saldırıları ve her türlü zulmüne karşı derin endişe duyduklarını ifade etmişlerdir.”
İran, ülkesindeki gösterilere katılanları idam ile yargılıyor; yakalama, yargılama, infaz arasındaki süre 15 gün!
Rusya, henüz kimseyi idam etmedi ama ülkesindeki barışçı gösterileri şiddetle bastırıyor, ciddi hapis cezaları veriyor.
Türkiye’de idarenin barışçıl gösterilere tahammül edemediğini, her toplantının, basın açıklaması girişiminin bile polis şiddetiyle dağıtıldığını biliyoruz.
İnsan hakları açısından durum vahim olmasa bu açıklamayı belki tebessümle karşılardık ama sanırım oturup halimize ağlamak daha gerçekçi bir tutum olur.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |