30 Eylül 2012 günü AKP'nin 4. Olağan Büyük Kongresi'nde, o tarihte Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, 63 maddelik bir manifestoyu okudu.
O manifestonun birinci maddesi şöyleydi: "Partilerin kapatılması kaldırılacak." Aynı manifestonun dördüncü maddesi de şuydu: "Parti kapatmalarına son verilecek."
Hürriyet'te 2 Ekim 2012 günü yazdığım kongre izlenim yazımda bu iki maddenin neredeyse birbirinin aynısı olmasına dikkat çekerek şu yorumu yapmıştım:
"Yoksa kendileri de mi bu manifestoyu ancak bu kadar ciddiye alabiliyorlar?"
Evet, bu kadar ciddiye alıyorlardı çünkü bütün bunlar Recep Tayyip Erdoğan için iktidar oyununda yapılması gereken hamlelerden ibaretti.
Bu partinin her şeyi demek olan Recep Tayyip Erdoğan, politika sahnesinde benzerlerine çok sık rastlanan bir karakter aslında.
Bir gün öyle, diğer gün böyle konuşabilir.
Onun bugün savunduğunu, üç ay sonra savunmaya kalktığınızda bir de bakarsınız ki hain olmuşsunuz.
Erdoğan için önemli olan tek bir konu var çünkü: İktidarını sürdürebilmek!
O bunu yüceltip bir "dava" kılığına sokmayı da başarıyor ve kitleleri buna da inandırabiliyor ama temel derdi hiç değişmiyor: Ne olursa olsun, neye mâl olursa olsun iktidarda kalabilmek!
Bir tek adam yönetimi kurmak hayaliyle çıktığı başkanlık sistemi yolculuğu, onu Devlet Bahçeli'ye mahkûm etti.
Artık iki temel meselesi var:
1 – Bahçeli ile ittifakı her şart altında muhafaza etmek.
2 – Karşısındaki ittifakı bozabilmek.
HDP'nin kapatılma davası, Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmesi, dokunulmazlıklarının kaldırılması artık an meselesi olan HDP'li milletvekillerinin yargılanabilmesi de bu iki mesele için kendisine bir çözüm gibi görünüyor.
Bir yandan Bahçeli'nin ağzına bir parmak bal çalarken, diğer yandan Kürt meselesi üzerinden CHP – İyi Parti ittifakını parçalayabileceğini hesaplıyor.
Bu girişimlerinin yetersiz kaldığını gördüğü gün daha ileri adımları da atabileceğini, CHP ve İyi Parti'nin üzerine de benzer şekilde gidebileceğini aklımızda tutalım.
Bütün bunların ardındaki kişi, daha iki hafta önce "insan hakları eylem planı" açıklayan, herkese daha çok demokrasi vadeden Erdoğan'dan başkası değil.
Türkiye, Erdoğan rejiminde demokrasiden hızla uzaklaşıyor.
Bir demokrasinin olmaz ise olmazı serbest seçimlerdir.
Halkın seçip, kendisini temsile memur ettiği kişilerin elinden bu yetkiyi zorla almanın adı da darbedir.
Bunun silahlı bir güç tarafından yapılıp yapılmadığının bir önemi yoktur.
Birisinde adı askeri darbe olur, diğerinde sivil darbe!
Kuşkusuz ki şimdi bir sürü hukuki tıraş dinleyeceğiz.
Yaptıkları işin hukuk içinde alınmış bir karar olduğunu anlatmaya çalışacaklar.
Erdoğan'ın her söylediğine kayıtsız şartsız inananlar dışında kimseyi kandıramayacakları da bir başka gerçek.
Demokrasiye inanan herkes, bu girişimin adını doğru koyarak yola çıkmalı: Bu, tipik bir sivil darbedir!
Seçilmiş belediye başkanlarının yerine devlet memurlarının tayin ederek başlattıkları, Yargı marifetiyle "TBMM'nin bazı üyelerinin görevlerini kısmen veya tamamen yapamaz hale getirmeye" kadar vardırdıkları bir sivil darbe!
AKP zihniyetinin, aradan onlarca yıl geçse bile alnından silemeyeceği bir kara leke!
Yeniden seçilip dokunulmazlık kazandığı halde yargılanması durdurulmayıp, milletvekilliği düşürülen Enis Berberoğlu olayı ile Ömer Faruk Gergerlioğlu olayı birbirinin ikiz kopyası.
Gergerlioğlu ile ilgili yargılama, milletvekili seçilmesiyle birlikte durdurulmalıydı.
Mahkeme bunu yapmadı, hüküm verdi. Temyiz makamı Yargıtay bunu yapmalıydı.
O da yapmadı.
Üstelik Yargıtay'ın elinde Anayasa Mahkemesi'nin Enis Berberoğlu kararı da vardı.
Aynı karar TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un elinde de vardı, o da tıpkı Yargıtay'a doldurulmuş parti militanları gibi davrandı.
Anayasa Mahkemesi'nin Berberoğlu kararı son derece açık.
Hayatında bir gün bile hukuk okumamış bir kişinin anlayacağı netlik ve basitlikte.
Milletvekilinin dokunulmazlığı seçildiği gün başlar ve bu sırada süren bir yargılama var ise bu yasama dönemi sonuna kadar durdurulur!
Gergerlioğlu olayında da aynı süreç işleyecek.
Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verecek ve Gergerlioğlu'nun milletvekilliği yeniden başlayacak, buna kuşku yok.
Peki Yargıtay, uzun süredir beklettiği kararı neden tam da bu döneme denk getirerek verdi?
Neden Mustafa Şentop, mahkemenin yok hükmünde sayılması gereken kararını alel acele okutarak, milletvekilliğini düşürdü?
Neden bu olay, tam da HDP hakkında kapatma davasının açıldığı gün gerçekleşti?
Bütün bunların tesadüf olması mümkün mü?
Erdoğan'ın yargısı ve Erdoğan'ın Meclis'teki memuru, bunları patronlarının izni, bilgisi ve talimatı olmadan yapabilecek çapta kişiler midir?
Kuşkusuz ki Erdoğan'ın işaretini almadan sandalyelerinden bile kalkamazlar, değil ki böyle ağır bir kararı uygulamaya soksunlar.
O zaman düşünelim: Erdoğan ne yapmak istiyor?
Bu ilerisi için planladığı daha büyük bir hamlenin öncüsü mü?
Bu girişimlere, kamuoyunun göstereceği tepkiyi görerek, gelecekte yapacağı hamlenin zamanlamasını mı ayarlayacak?