Kara Havacılık'ta görevli Binbaşı H.A., Ankara'da bir taksiden inip, MİT yerleşkesine girdiğinde tarih 15 Temmuz 2016, saat 14.45 idi.
O andan başlayarak darbe girişiminin bastırıldığı ve Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'ın, Başbakanlık tarafından kullanılan Çankaya Köşkü'nün bahçesine helikopterle indiği 16 Temmuz 2016, saat 8.32'ye kadar yaşananları biliyoruz.
Ancak 15 Temmuz 14.45'ten, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'ın, Akıncı Üssü'ne götürülmek üzere derdest edildiği saat 21.00'e kadar geçen sürede yaşananların mantıklı bir açıklamasını hâlâ öğrenebilmiş değiliz.
Olayın iki baş kahramanı zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, TBMM'de darbeyi araştırmak üzere kurulan komisyona gelip, soruları şahsen yanıtlamayı reddettikleri için de yanıtlanamamış sorular 6 yıldır ortada duruyor.
Bu soruları darbe girişimini izleyen günlerde ve daha sonra darbe girişimin yıldönümlerinde hatırlattım, aldığım yanıt sessizlikten ibaret.
Darbe girişiminin altıncı yılında, 15 Temmuz 2016 günü şehit olan 251 vatandaşımızın bu soruların yanıtlarını hak ettiklerini bir kez daha hatırlatarak soracağım ki unutulmasın, günün birinde yanıtlarını alabilelim.
1 – Kara Havacılık'ta görevli Binbaşı'nın "üç helikopterle MİT Müsteşarı kaçırılacak" ihbarı Org. Akar ve Müsteşar Fidan tarafından nasıl oldu da bir "darbe girişimi ihbarı" olarak değerlendirilmedi?
Bunun bir darbe girişimi olarak değerlendirilmediğini şuradan biliyoruz:
Bu ikilinin Genelkurmay'daki toplantısının ardından MİT Müsteşarı, zamanın Diyanet İşleri Başkanı ve Suriye Ulusal Koalisyonu eski başkanı Muaz Hatip ile akşam yemeğine gitti.
Darbe bekliyor olsaydı, her halde "aman çorbam soğumasın" diye 20.20'de koşturarak Genelkurmay'dan ayrılmazdı.
Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı'na "git bir Kara Havacılık'a bak bakalım, ne oluyor" talimatı verdi.
O da gidip, pergolada bir çay içtikten sonra durumun sakin göründüğünü söyledi. Oysa o sırada helikopterler hangarlarda darbe girişimi için hazırlanıyordu.
Genelkurmay Başkanı, saat 18.30'da MİT Müsteşarı'na "seni rahatlatalım" diyerek, birliklerine şu emirleri verdi:
* İkinci bir emre kadar Türk hava sahası askeri araçlara kapatılacaktır.
* Havada bulunan tüm uçaklar ve helikopterler derhal yere indirilecektir.
* Zırhlı birliklerin herhangi bir nedenle kışla dışına çıkışı yasaklanacaktır.
MİT Müsteşarı, neyden endişe ediyordu ki "rahatlatılması" gerekti?
Buradan Fidan'ın bir darbe girişiminden kuşkulandığı, buna karşılık Akar'ın işi o kadar da ciddiye almadığı sonucunu mu çıkarmalıyız?
Zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, "darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı'nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini" söylemişti.
O tarihte Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakal da bu "başka emirlerin" ne olabileceğini şöyle anlatmıştı:
"Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin' emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz'da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı."
Öte yandan MİT'in, TBMM Araştırma Komisyonu'na gönderdiği raporda da O.K.'nın darbe ihbarında bulunmadığı, MİT Müsteşarı'na saldırı ihbarında bulunduğu belirtiliyor. Şöyle bir bölüm de var bu raporda: "MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY'nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte, TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığından, darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbara daha önceden ulaşılamamıştır." "TSK bünyesinde istihbarat toplanamaması" konusu mazeret uydurmaktan ibaret.
MİT'in, üst düzey askerlerle ilişkili FETÖ'cüleri takibine bir engel yoktu ve bunların sivil giysilerle bir evde toplandıklarını bulması işten bile değildi.
Darbe girişimi ile ilgili kararlar da FETÖ'nün imamlarıyla, sivil giysili generallerin böyle bir toplantısında alınmıştı.
Şimdi cümlenin başına dikkatinizi çekmek istiyorum:
"MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY'nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte…"
Demek ki yetersiz bir istihbarat da olsa MİT, Fetullahçıların bir darbeye kalkışabileceği bilgisine sahip.
Bunu bilen MİT Müsteşarı, kendisinin kaçırılacağı ile ilgili ihbarı nasıl olup da bir "darbe girişiminin başlangıcı" olarak göremedi?
Akar ve Fidan, bu ihbarı darbe girişimi ihbarı olarak görmedilerse ne zannettiler?
Bazı askerler, helikopterleri de kullanarak Müsteşar'ı kaçıracaklar ve fidye isteyecekler diye mi düşündüler?
"Bazı askerler", buna cüret edebilecekler ise bu, çok daha büyük başka bir planın işareti olarak görülmeliydi.
Akar ve Fidan, bu hatalı değerlendirmeyi hangi zihinsel süreçlerin sonunda yaptıklarını açıklamadılar, hatalarını da kabul etmediler.
Onların bu hatasının bedelini o gece hayatını kaybedenler ve yaralananlar ile bütün Türkiye ödedi.
İşin ilginci, bu darbe girişimi sırasında ailesi ile çok ciddi ölüm tehlikesi atlatan Cumhurbaşkanı da bunun hesabını sormadı.
Birini terfi ettirip Milli Savunma Bakanı yaptı, diğeri hâlâ aynı görevde devam ediyor.
* * *
2 – MİT Müsteşarı, niye Cumhurbaşkanı'nı hemen uyarmadı?
Genelkurmay'daki "değerlendirme" devam ederken MİT Müsteşarı, Marmaris'te bir otelde tatil yapan Cumhurbaşkanı'nı aradı.
Cumhurbaşkanı'nın istirahatte olduğunu öğrenince, konunun hayati önemde olduğunu söyleyip, uyandırılması için ısrarcı olmadı.
Koruma Müdürüne, bir olay olursa, Cumhurbaşkanı'nın güvenliğini sağlayıp, sağlayamayacağını sordu.
Koruma Müdürü, yeterli adamı olduğunu, güvenliği sağlayabileceğini söyledi.
Bu ikili, ağır silahlarla donanmış askerlerin, Cumhurbaşkanı'nı ele geçirmeye çalışırlarsa, koruma ekibindeki polislerin ellerindeki hafif silahların korumaya yeteceğini nasıl düşünebildi?
3 – Darbe girişimi başladığında MİT Müsteşarı neden Cumhurbaşkanı'nı bir kez daha aramadı?
Üstelik, daha önce hiç görülmemiş şekilde asker yaverleri, Cumhurbaşkanı'nın yanında değillerdi.
Tatile götürülmedikleri gibi, Erdoğan'ın nereye gideceği de kendilerinden saklanmıştı. Koruma Müdürü, yaverlerden birinin Cumhurbaşkanı'nın yerini öğrenmek için çok ısrarcı olduğunu da daha sonra söyleyecekti.
Dördüncü sorumuz bu bahisten geliyor:
4 – Bu durumda Cumhurbaşkanı'nın yaverlerini götürmemesini ve bulunduğu yeri onlardan saklamasını nasıl değerlendirmeliyiz?
Cumhurbaşkanı bir darbeden mi şüpheleniyordu ki yaverleri Ankara'da bıraktı ve yerinin onlara söylenmemesi talimatını verdi?
Cumhurbaşkanı bir darbeden şüphelenerek asker yaverlerini "ekip", tatile çıktıysa, nasıl oldu da Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, Binbaşı H.A.'nın ihbarını "bir darbe girişimi ihbarı" olarak değerlendirmediler?
O tarihte henüz başkanlık sistemine geçilmemişti ve MİT Müsteşarı, doğrudan Başbakan Binali Yıldırım'a bağlıydı.
Müsteşar Fidan, Cumhurbaşkanı'nı aradı, konuşamadı ama sonra dönüp Başbakan'ı da aramadı.
"Böyle bir ihbar var, talimatınız ne olur" diye sorma gereğini duymadı.
Başbakan Binali Yıldırım daha sonra şöyle anlatacaktı:
"Darbe girişiminin başladığını biz hemen hemen 15 dakika sonra öğrendik. Kimden öğrendik, yakın korumalarımızdan ve vatandaştan, eşimizden, dostumuzdan öğrendik. Ondan önce bize tehdidin boyutu hakkında bir bilgi gelmiş değil."
5 – MİT Müsteşarı, niye Başbakan'ı bilgilendirmedi?
Binali Yıldırım, uyarılmış olsaydı, Cumhurbaşkanı'na ulaşıp onu bilgilendirebilir ve Cumhurbaşkanı'nın daha en başında olaya müdahalesine olanak sağlanmış olurdu.
15 Temmuz ile ilgili soruşturmalar ve davalar daha çok darbecileri hedeflediği için, masanın diğer tarafındaki sorumlular ile ilgili etkin bir soruşturma yürütülemedi.
TBMM Komisyonu'nun AKP'li üyeleri de herkesi dinlediler ama bu iki kamu görevlisini dinlemek konusunda ısrarcı olmadılar.
Komisyonun hazırladığı rapor da ortada yok.
Lagalugaya getirildi ve rapor, yayınlanmadan kayboldu.
Eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanı Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı'na "Gidip ifadenizi verin" deselerdi, anlardık ki onlar da bu konu aydınlansın istiyorlar. Ama böyle bir talimat verilmedi.
Bu konunun karanlıkta kalması Erdoğan ve Yıldırım'ı hiç rahatsız etmiyor mu?
6 – Genelkurmay Karargahındaki önemli görevlerdeki subayların çok büyük bölümü, darbe girişimine katıldı.
Hatta darbe girişiminin liderliğini bu subayların yaptığı bile söylenebilir.
Yukarıda da hatırlattığım gibi bir MİT raporu, Fetullahçı çetenin bir darbeye kalkışabileceğini vurguluyordu.
Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, elinde böyle bir rapor varken, karargahındaki subayların Fetullahçılar arasından seçilmiş olmasını nasıl açıklıyor?
Bunu bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu: TSK geleneklerine göre, Genelkurmay Başkanı'nın açık onayı olmadan karargahına herhangi bir subayın otomatik olarak tayini söz konusu olamazdı.
Mehmet Partigöç, Mehmet Dişli gibi Fetullahçı çetenin önemli isimlerinin Fetullahçı olduğunun TSK içinde yaygın olarak bilindiği de bir başka gerçek.
Hatta Mehmet Dişli'nin darbe girişiminden önceki Yüksek Askeri Şura'da "mutlaka emekli edilmesi" konusunun gündeme geldiğini, bunun "devlet tarafından engellendiğini" de Ahmet Davutoğlu, henüz AKP ile yolları ayrılmadan önce açıklamıştı.
Akar, karargahına bu isimleri neden seçtiğini ve MİT raporuna rağmen neden ısrarla orada tuttuğunu da açıklamalı.
7 – Darbenin bastırılmasının ardından Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, bir helikopter ile Çankaya Köşkü'ne geldi ve buradan darbecilere karşı yürütülen harekâtı yönetti.
Kendisini derdest edip, Akıncı Üssü'ne götürenlerden biri olan Mehmet Dişli de yanındaydı ve Akar, helikopter inince Dişli'nin tutuklanmasını istemedi.
Dişli, o gün akşam üzerine kadar Başbakanlık Kriz Merkezi'nde kaldı, biraderi Türkiye'nin Hollanda Büyükelçisi Şaban Dişli'ye bilgi verdi ve ancak akşamüzeri merkeze gelen polislerce tutuklandı.
Akar, Dişli'nin helikopterde kendisiyle birlikte gelmesine niye itiraz etmedi, niye inince tutuklatmadı? Bu da hala yanıt bekleyen bir soru.
8 – Onun için hep bu soruyu soracağız: Bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi?
15 Temmuz'da hayatlarını kaybedenler, bugün aramızda olabilirler miydi?
Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğu sürece bu sorulara yanıt alamayacağımızı da artık biliyoruz.
Çünkü, Erdoğan, ilk günden beri darbe girişiminin ardındaki gerçekleri öğrenmek için en küçük bir adım bile atmadı.
TBMM Komisyonu'nu çalıştırtmadı, Akar ve Fidan gibi kamu görevlilerinin bu komisyona ifade vermeleri için ısrarcı olmadı.
Eğer Erdoğan önümüzdeki seçimi kaybeder ve gerçekleri öğrenmek isteyen birisi Cumhurbaşkanı seçilirse, bu dosyaların yeniden açılacağını ümit edebiliriz.
Unutmayalım ki bu suçta "zaman aşımı" yok!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir? Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya’da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi Denizli Lisesi’nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara’da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi’nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş’e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu’nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları’nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları’nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet’e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu’nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık’ın 1 Numara Yayıncılık’a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30’u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu’nun CEO’luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018’den itibaren T24’te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı”, “Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma”, “Aşktan Sonra Hayat Var Mı”, “Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür” isimli kitapları yayımlandı. “Aşk Herşeyi Affeder mi” isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. “Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci” olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |