Gencecik insanların hunharca katledilmesiyle sonuçlanan rehine kurtarma operasyonunun başarısızlığının tartışılması, koalisyonun iki ortağını çok rahatsız etti.
Büyük ortak ve onun liderinin bu konunun sorgulanmasından niye rahatsızlık duyduklarını anlamak zor değil.
İktidar sorumluluğu onların boynunda ve dünyanın her yerinde başarıyla gerçekleştirilen operasyonların olumlu puanı iktidarların hanesine yazılıyorsa, başarısızlık da iktidarların hanesine yazılır.
Bundan kaçış yok!
Devlet Bahçeli'nin açıklamalarını da herhalde "büyük ortağa yaranma çabası" olarak nitelemek daha doğru olacak, çünkü kendisi muhalefette olsaydı bayramlık ağzını nasıl açardı, hepimiz gayet iyi biliyoruz.
Erdoğan'ın sinirlendiren ve standart aile terbiyesi sınırları içinde ayıplanması gereken sözler sarf etmesine neden olan mesele, Kemal Kılıçdaroğlu'nun sorularına yanıt veremeyecek durumda olması.
Çünkü, 6 yıla yakın süredir terör örgütünün elinde rehine olarak bulunan asker ve polisleri kurtarmak için herhangi bir girişimde bulunmadığı açık.
Elbette terör örgütleriyle pazarlık etmek, devleti yönetenler açısından kolayca içe sindirilebilecek durumlar değildir ancak Erdoğan, bugüne kadar olduğu gibi bu işte de "istihbarat örgütünü" kullanabilirdi.
Devletin istihbarat örgütü, Suriye'de bile rejim ile dirsek temasını sürdürebiliyorsa, PKK'ya erişebilecek sivil ya da yabancı resmi kurumlarla niye bu konuyu görüşmedi?
Yerel seçimlerde Apo'ya aracı gönderen Erdoğan, niye rehineler için Apo'ya aracı göndermekten imtina etti?
Bu soruların yanıtları yok.
Yanıtı olmadığı için de bu konunun sorgulanmasını "terör örgütünün amaçlarına hizmet" diye yaftalamak peşinde.
Eğer Türkiye'de demokrasicilik oynamıyor olsaydık, mesele yoktu.
Çünkü demokratik olmayan rejimlerde, iktidarın sorgulanması her zaman böyle bastırılmaya çalışılır: Terör örgütüne mi hizmet ediyorsun? Dış güçlerin maşası mısın? Gerçek amacın nedir?
Demokrasilerde ise iktidarların her türlü eylem ve işlemi, eleştirilebilir, sorgulanabilir.
İktidarlar için acı verici ve yaralayıcı da olsa, muhalefet sorgulamaktan vazgeçmez.
Teorik olarak demokrasileri, ülkeleri daha iyi yönetebilme olanağı veren bir rejim yapan şey de budur.
İktidarlar, hata yaparlarsa şiddetle eleştirilmekten çekindikleri için işleri düzgün yürütmeye çalışırlar.
Tabii bizimkine dört dörtlük bir demokrasi diyemiyoruz.
Ama kırık dökük de olsa demokrasi işte.
Evet, Erdoğan ve Bahçeli'nin gururları bu nedenle incinebilirler ama bütün memleketin gelecekte daha çok acı çekmesindense bugün iki kafadarın incinmesi daha iyidir.
İktidar ikilisine tavsiyem budur: Zor ama buna alışmaya gayret edin.
2023 Haziran'ından sonra aynı sert eleştiri hakkına siz de sahip olacaksınız, çekinmeyin!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kentlerimizi dört gruba ayırarak Mart ayının başından itibaren kademeli olarak normalleşme sürecinin başlayacağını açıkladı.
Şubat ayının bitmesine 10 gün kaldığına göre, bir hafta sonra "düşük riskli" olarak kabul edilecek bazı kentlerimizde normalleşmenin başlayacağını söyleyebiliriz.
Söyleyebiliriz ancak acaba doğru bir karar mıdır, diye tartışmakta da yarar var.
Görebildiğim kadarıyla Sağlık Bakanlığı, özellikle mutasyonlu virüs yayılımından sonra hızlı normalleşmenin tehlikeli olacağını düşünüyor.
Bakan çıkıp açıkça bunun tehlikelerinden söz etmiyor ama konuşmalarına hakim olan tondan bunu çıkartabiliyorum.
Yanılıyor da olabilirim tabii, bakan kendisi bir açıklama yapmadığı sürece spekülasyonlara açık bir konu bu.
Eminim sizler de takip ediyorsunuzdur, Birleşik Krallık'ta ortaya çıkan mutant virüsün bulaşma hızı ve öldürücülüğü daha yüksek.
Türkiye'de de bu mutant virüsün giderek yayıldığını biliyoruz.
Türkiye, mutant virüsün dünyada en hızla yayıldığı 6. ülke.
Bu yüzden de sürü bağışıklığı kazanabilmemiz için aşılamamız gereken nüfus da artıyor.
Eski tip virüs için yüzde 60'ın aşılanmasının yeterli olacağı söyleniyordu, mutant virüse karşı sürü bağışıklığı için nüfusun yüzde 80'inin aşılanması gerekiyor.
Bu bilgileri, pandeminin başlamasından sonra yaptığı analizlerle "Koronavirüs'ün Nostradamus'u" diye ünü yayılan Tomas Pueyo'dan aktarıyorum.
Dileyenler, Pueyo'nun "Variants v. Vaccines" isimli makalesine internetten ulaşabilirler. Bu makaleden yapılmış derli toplu bir özet de İskender Öksüz'ün Karar'daki köşe yazısında var ki ben bu yazı vesilesiyle makaleden haberdar oldum.
Herkesin sıkılıp, bunaldığını, birçok işletmenin batma noktasında olduğunu, işsiz ve çaresiz insanlarımızın sayısının hızla arttığını elbette biliyorum.
Ancak hızlı normalleşme kararını vermeden önce iki kere düşünmek gerek.
Her türlü maddi hasarı tamir edebilmek mümkündür ancak giden canlar, geri gelmez.
Erdoğan yönetiminin acele etmesinin nedeninin, zor durumdaki esnafa ve işini kaybedenlere bir an önce bir kapı açmak isteği olduğunun da farkındayım.
Ancak Erdoğan yönetiminin, Türkiye'nin elindeki tüm imkanları bu insanlar için seferber etmediğinin de farkında olduğumu belirtmek isterim.
Hiçbir zaman kullanamayacağı bir silah sistemine "tiko para" 2 milyar 400 milyon dolar ödeyebilen bir ülke, önceliklerini iyi belirlerse, zor durumdaki her vatandaşını koruyabilir.
Bunu bilir, bunu söylerim.
Teyit.org isimli bir internet sitesi var, bilmiyorum farkında mısınız?
Bu sitenin amacı, sosyal medyaya yansıyan şüpheli bilgileri ve medyaya yansıyan haberleri doğrulamak.
Bunu taahhüt ettiği için Facebook gibi kuruluşlar tarafından da ciddi bir bütçe ile destekleniyor.
Boğaziçi Üniversitesi'ndeki protesto gösterileri sırasında polis şiddetine maruz kalan öğrenci Şeyma Altundal, yerlerde sürüklenmiş, ters kelepçeyle gözaltına alınmış ve bu sırada düşürdüğü baş örtüsünü yeniden takmasına da polis engel olmuştu.
Bu iddialar üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü de tersini iddia eden bir video yayınlamış, bu haber de iktidar medyası tarafından Altundal'a karşı linç operasyonunda kullanılmıştı.
Teyit.org, bu videonun gerçeği yansıtmadığını tespit edip, raporladı.
Ancak neden olduğunu bilmediğimiz şekilde, bu video üzerinden yalan haber yapan gazete, internet sitesi ve televizyonları raporlamadı.
Teyit.org'un editörünün açıklamasına göre paylaşım bölümü "elle" yapıldığı için raporda bu yayınlar yer almamış.
Oldukça tuhaf bir durum.
Her şey elektronik ortamda yürüyor ancak raporun bir bölümü "elle" yapılıyor.
Bana öyle geliyor ki bu işe de "iyi saatte olsunlar" karışmış.
İktidar medyasının, Facebook'ta engellenmesi ya da kısıtlanmasını istemeyen "bir gizli el, raporu ellemiş"!
Kötüye kullanılan iktidar gücünün, her şeyi bozacağının bir örneği de bu.
Ve öyle görünüyor ki bu iktidar gidene kadar, bu ülkede bozulmadık, çürütülmedik her hangi bir kurum kalmayacak.