Bundan önceki örneklerde olduğu gibi Amasra'daki iş cinayetinin ardından, eleştirilerini dile getiren muhalefet, iktidar cephesi tarafından "acı bir olayı siyasete alet etmekle" suçlandı.
MHP Genel Başkanı bir adım daha ileri gidip bu eleştirilerin samimiyetini de sorguladı: "Maden ocağındaki patlamayı bahane ederek felakete siyasi bir içerik katmak için el ovuşturanlar samimi değil!"
Bu memlekette "samimiyet" bahsine en son girmesi gereken birisi varsa sanırım o da Bahçeli olmalı.
Dün Erdoğan için söyledikleriyle, bugün Erdoğan için yaptıkları ortada duruyor. Hangisini söylerken samimiydi, hangisini söylerken samimi değildi, hepimizin kafası karıştı.
Onun için bu işlere hiç girmeyelim derim.
Ancak "siyaset yapmanın" bu şekilde olumsuzlanmasının üzerinde durmamız gerek.
Siyasetin amacı toplumun sorunlarını çözmektir, bunun için yapılır.
Gerçi esasen Hazine olanaklarından semirmek amacıyla siyaset yapıldığını da biliyoruz ama tanımı gereği siyasetin amacı, sorunları çözmektir.
Sorunların nasıl çözüleceği ile ilgili fikri ayrılıklar, siyasette farklı oluşumları yaratır.
Ve toplumsal hayatın her aşamasında siyaset vardır.
Nasıl ki bilmem nerede açılan bir baraj nedeniyle siyaset, "eser yaratma" ile övünebiliyorsa, falanca yerde devletin olanaklarının doğru kullanılmaması nedeniyle meydana gelen kaza da siyasi eleştirinin konusu olur.
Madenlerden sorumlu bakanı, siyaset seçer. O görev, siyasi bir görevdir. Yardımcısı da siyaseten tayin edilir.
Maden işletmesinin genel müdürünü de siyaset seçer. O da aynı siyasetin devamı olarak alt kadrolarını.
Bu kadrolar, ellerindeki olanakları sonuna kadar doğru kullanırlarsa kazalar azalır, bu siyasetin başarısı sayılır.
Kazalar artıyorsa da sorumlu yine siyasettir, başarısızlıktır, muhalefet de bunu elbette diline dolar ki vatandaşları bu yanlış siyasetin mimarı konusunda uyarabilsin.
Mesela, maden kömürü çıkartmaya devam etmek için geçtiğimiz yıl 1,5 milyar TL zarar etme kararı siyasi bir karardır.
Hükümet bu zararı göze alır çünkü maden sahalarının olduğu bölgelerde başka bir şekilde istihdam yaratamamıştır.
Maden bölgesinde yaşayan insanlarımızın tümden işsiz kalmaması için bu zararı göze alırken, zararı daha da büyütmemek gerekçesiyle üretimi daha az işçiyle yapmaya çalışmak, bazı güvenlik önlemlerini es geçmek de siyasetle ilgilidir.
Rödovans sözleşmeleriyle maden sahalarını özel sektöre açmak, onların kâr maksimizasyonu saikiyle hareket edeceğini bile bile denetimleri zamanında ciddiyetle yapmamak da siyasi bir tercihtir.
Bu örnekleri arttırabilirim ancak gereksiz laf kalabalığı olur.
Sorunun aslı, siyasi sorumluluk kavramıyla ilgilidir.
"Dicle'nin kıyısında kaybolan kuzudan" kim sorumluysa, Amasra'da patlayan grizudan da o sorumludur.
Recep Tayyip Erdoğan'ın, 20 Mayıs 2014 günü söylediği bir sözü hatırlatayım:
"Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır."
Amasra'daki iş cinayeti, Türkiye'yi yönetenlerin "mesuliyeti altındadır"!
Devletin kurumları kelimenin tam anlamıyla dökülüyor. Çünkü o kurumlarda en yüksek makamdan işletmenin meydancılığı görevine kadar her kadro "siyaseten uygun olana" tahsis ediliyor, işi bilene, layıkıyla yerine getirecek olana değil.
İmam hatipten mezun olmak, partiden bir kartvizit sahibi olmak, cuma namazlarında boy gösterip, mümkünse bir tarikata kenarından da olsa ilişmek, kamuda görev almak için "yeterli şart" haline gelmiş durumda.
O kişi o işi hakkıyla yerine getirecek bilgiye, donanıma sahip mi? Bu kimsenin umurunda değil.
Zaten bulundukları makamlara böyle tercihler ile gelmiş kişilerin, işlerini yapmak gibi bir dertleri de yok.
Salla başı al maaşı, kimsenin işine burnunu sokma, çünkü işini iyi yapmamakla suçladığın kişinin torpili, seninkinden büyük birisi olabilir.
Bunların hepsi, siyasetin eseridir, siyasi kararlarla gerçekleşir.
Onun için muhalefetin bu siyasi durumu eleştirmesinde şaşılacak bir durum yok.
Demokrasilerde işler böyle yürür, bizim eksikli, çeyrek demokrasimizde de elimizde kala kala bu kaldı.
Yönetenlerin siyaseten sorumlu olmadıkları düzenler, totaliter, faşist rejimlerdir.
Sadece öyle ülkelerde siyasi eleştiri hoş karşılanmaz, zaten siyaset de yasaktır.
AKP ve MHP'nin hayalini kurduğu Türkiye, böyle bir Türkiye midir: Siyasetin sınırlarını, iktidar çizecek, muhalefet de o sınırı geçmeyecek.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlı Dezenformasyonla Mücadele Birimi diye bir birim kuruldu.
Bunlar bir de bülten yayımlamaya başladılar ve bültenin ikinci sayısı Amasra'daki iş cinayetinin ardından yayımlandı.
Dezenformasyonla Mücadele Bülteni'ne göre Amasra'daki işletmede "Sayıştay raporlarındaki öneriler dikkate alınmış, hatta mevzuatın gerektirdiğinden daha fazla tedbir alınmış".
Bülten'e göre kaza, fazla fazla alınan bu önlemlere rağmen meydana gelmiş.
Nasıl olmuş da öyle olmuş, burası bir muamma.
Sanırım alınan fazla önlemlere rağmen kazanın meydana gelmesini "kader planına" bağlamanın ilk adımı bu bülten.
Kazanın ardından Adalet Bakanlığı beş ayrı savcıyı görevlendirmişti. Müfettişler filan da incelemelerine devam ediyorlar.
Ama gördüğünüz gibi Fahrettin Bey'in adamları olayı çoktan çözmüşler, eksiklik ve ihmal yokmuş, her tedbir fazlasıyla alınmış!
O zaman savcılar filan niye evlerinden barklarından uzakta oralarda incelemeler yapıyorlar, anlayamadım.
Keşke Adalet Bakanı'nı da arayıp ona da söyleselerdi bu bulgularını, savcılara boş yere harcırah ödenmesine de gerek kalmazdı.
Ne dersiniz, bu kazanın sorumluları hakkında herhangi bir işlem yapılma olasılığı yüzde kaç?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir? Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |