Ankara'da elden ele dolaştığı söylenen ancak kamuoyuna resmen açıklanmayan bir araştırmaya göre "siyasi tercihi olmayan, gizleyen veya söylemek istemeyenlerin oranı" yüzde 36'ya çıkmış.
Türkiye gibi bir ülkede, "siyasi tercihi olmayan" bir kitleden daha kalabalık "siyasi tercihini açıklamak istemeyen" olduğunu varsaymalıyız.
Türkiye gibi seçimlerde katılım rekorları kırılan bir ülkede, vatandaşlar siyasi tercihlerini açıklamaktan kaçınıyorlarsa, bunun bir tek nedeni vardır: Korku!
Bu korkularında haksız olduklarını söyleyebilir miyiz?
Anketçi kimin adamı? İhbar eder mi? Memuriyetten atarlar mı? Başıma vergicileri sararlar mı?
Böyle korkular varsa en iyi çözüm "kararsız" görünmektir ama bu kararsızlık bile bir tür karar anlamına gelir.
Ve kuşkusuz ki bundan en çok çekinmesi gereken de iktidar partisidir.
Bu ilginç araştırmayla ilgili bilgiyi Nuray Babacan'ın Hürriyet'te yayımlanan kulis haberinden aldım.
Araştırmanın bir diğer ilginç sonucu, partilerin çekirdek seçmen kitlesinin küçülmesi.
Yani şartlar ne olursa olsun bir partiyi takım tutar gibi tutup, oy veren insanların sayısı azalıyor.
AKP yöneticilerini kara kara düşündürüyor olmalı bu sonuç.
Bir diğer sonuç; oy kullanırken ailenin ortak tutum takınması geleneği çözülüyor.
Kadın ve genç seçmenler, özellikle taşrada "ailenin ortak siyasi tutumunun dışında" davranma eğilimi gösteriyor.
Bu durum taşrada böyleyse, geleneksel ilişkilerin hızla çözüldüğü büyük kentlerde daha da yaygın diye düşünmek yerinde olur.
Babacan, araştırmanın kim için, hangi kuruluş tarafından yapıldığını belirtmemişti.
Ancak bu araştırma Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son çıkışlarını anlamlandırmamızı da sağlıyor.
Son günlerde sizin de dikkatinizi çekmiş olacağı gibi Mehter gümbürtüsü ortalığı sarmış durumda.
Cumhurbaşkanı bir kez daha "Hristiyan batıya" savaş ilan etti.
Fransızlar meğerse bir geri zekalıyı Cumhurbaşkanı seçmişler.
Almanlar desen Nazilik'ten hâlâ kurtulamamışlar, cami basıyorlar.
Kim olduğunu bilmediğimiz "bir Amerikalı yetkili" Türkiye'ye F-35 filan verilmeyeceğini söylemiş, tabii Cumhurbaşkanı onu söylediğine pişman ediyor!
Çünkü Cumhurbaşkanı'nın "içeride" anlatacağı başka bir hikâyesi artık kalmadı.
Ekmek isteyene "pasta ye" demiyor ama "keyif çayı" teklif ediyor.
Ekonomi pandemi öncesinde de duvara çarpma işaretleri veriyordu, serbest düşüş sürüyor.
Partisinin adı bile boşa çıktı, memlekette ne adalet kaldı, ne kalkınma.
Davet usulü yapılan ballı ihalelerle beslenen bir avuç inşaat oligarkından başka kimse hayatından memnun değil.
Onun için Beylerbeyi, otağını "Davutpaşa'ya" kurdu, sefer Batı'ya yapılacak.
Bir süre Batı'nın ne kadar emperyalist, kötü kalpli, Müslüman düşmanı olduğunu dinleyeceğiz.
Fransız mallarına boykot daveti yapıldı bile. (Ancak Almanların endişe etmesine gerek yok, çünkü o zaman Mercedes'lerden inmek zorunda kalırlar. Mercedes'e binemeyen bir Türk kamu görevlisini, kim adam yerine koyar ki?)
Böyle böyle 2023 Haziran'ına kadar ulaşabileceğini düşünüyor.
Artık başka çaresi kalmadı çünkü: Yurtta kavga, dünyada kavga!
"Vuruşarak çekilmek" dedikleri şey bu mu yoksa?
Cumhurbaşkanı'na "evimize ekmek götüremiyoruz" diyen esnafın sözleri, Erdoğan'a abartılı geldiği gibi bana da abartılı geldi.
Oysa memlekette "askıda ekmek" kampanyası başladı ve söz konusu esnaf akşam evine giderken en yakındaki askıda ekmek noktasına uğrayarak, ekmeğini alabilirdi.
Son seçim sonuçlarına baktım, hem TBMM seçiminde, hem de Cumhurbaşkanı seçiminde Cumhurcular Malatya'da yüzde 70 oy almışlar.
Yani askıda ekmek kampanyasının tam gaz yürütülebileceği bir vilayetimiz söz konusu.
Acaba sorun askıda ekmek noktalarının yerlerinin bilinmiyor olmasında mı?
Cumhurbaşkanının iletişim müdürüne önerim şu ki hemen bir akıllı telefon uygulaması yazdırsınlar. Hatta bu aplikasyon, HES üzerinden de çalışabilir, böylece filyasyon işini de aradan çıkartmak mümkün olabilir.
Vatandaşlar bu uygulamayı indirdiklerinde, bulundukları yere en yakın askıda ekmek noktalarını rahatça bulabilirler. Dağıtım noktasını, askıda kaç ekmek kaldığını kolayca görmeleri sağlanarak eve ekmek götürme sorununun çözümü yolunda bir ilerleme kaydedilebilir.
Ancak Cumhurbaşkanı'na iki eleştirim var:
Birincisi, ekmeğin içerdiği glüten nedeniyle sağlık için çok da yararlı olmadığını vatandaşlara hatırlatma fırsatını kaçırmış olması beni üzdü.
Vatandaşlara, yemeklerin yanında ekmek yiyeceklerine, avokadolu kinoa salatası önerebilir, böylece genel sağlık harcamalarımızın düşmesine de katkıda bulunabilirdi.
İkincisi ise çaydan alınacak keyfin maksimizasyonu için hükümetin kılını kıpırdatmıyor olması.
Cumhurbaşkanı, ekmek dağıtımından habersiz görünen esnafa bir paket çay da vermiş, "keyif çayı bu, bu çayı iç" demiş.
Takdir edersiniz ki İngilizler kadar olmasa da bizim de çay kültürümüz gelişmiş sayılır.
Keyif çayının yanında bir tatlı kurabiye olsun, bir tuzlu çörek olsun insanın canı istiyor haliyle.
Mesela rahmetli anneannem çaya misafir davet ettiğinde en az iki çeşit tuzlu, iki çeşit tatlı kurabiye, kek vs. hazır ederdi. Börekleri saymıyorum bile!
Acaba küçük paketler halinde Antep kahkesi ya da Maraş çöreği de dağıtılsa, nasıl olur?
Akşamüstü bir dilim Bergama tulumu ile yarım gevrek, çaydan alınacak keyfi arttırmaz mı?
Biz çocukken, Antalya'da akşamüstleri bir tahinli çörek çıkardı ki yanında bir demlik çay içilir!
Gerçi şimdiki tahinlerin de eski tadı yok ama ne yapalım.
Cumhurbaşkanı vatandaşın çay içerken keyif almasını istiyor, Saray'daki danışmanlar bu kadarını olsun düşünemiyorlar mı?
Her şeyi ben mi hatırlatmak zorundayım?
Şevval Şahin'i artık tanımayan kalmadı zannediyorum.
Bizim magazin basınının kullanmayı çok sevdiği klişe ile söyleyecek olursam, kendisi "tescilli güzel"! 2018 yılında Türkiye Güzeli seçilmiş.
Son günlerde de yetersiz Türkçesiyle, katıldığı / düzenlediği Korona partileriyle çok popüler.
Geçen gün CNN Türk'te bir programa katılmış ben sonradan bir bölümünü internetteki kayıtlardan izleyebildim.
Şevval Şahin, deyim yerindeyse bir tuzağa düşürülmüş ve programı yürütenler de akılları sıra onun bu haliyle dalga geçiyorlar.
Sunucu kadınlar hangi ülkede yaşadıklarını zannediyorlar, bilmiyorum ama belli ki dünyadan çok da haberleri yok.
Çocukluğundan beri yabancı ülkede yaşamış, büyümüş bir insanın Türkçe konuşurken zorlanmasına niye şaşırıyorlar?
Çocukluğundan beri Türkiye'de yaşadığı halde Türkçe konuşup, yazamayan o kadar çok insanımız var ki.
Türk çocuklarının PISA sınavlarında "Türkçe okuma, anlama" sınavında 36 OECD ülkesi arasında 32'nci olduğumuzu biliyorlar mı acaba?
Ve ne kadar ayıp bir genç kadına "Geçimini kim sağlıyor?" gibi imalı sorular sormak.
Sunucular ile bir gün ben de bir program yapmak isterim, bakalım onlar genel kültür konularına ne kadar vakıflar, merak ettim.