Hakimler ve Savcılar Kurulu seçimini, at pazarlığına benzetirken aslına bakarsanız ben de rahatsız oldum.
Rahatsız oldum ama yine de yazdım çünkü AİHM ve AYM kararlarında da vurgulandığı gibi, eleştiri mahiyetindeki düşünce açıklamaları rahatsız edici hatta şoke edici de olabilir ki eleştiri yerine ulaşsın.
Memleketin savcı ve hakimlerini tayin edecek, özlük işlerini idare edecek bir kurum için seçim yapılacak ve bu bir seçimden daha çok at pazarlığına benzeyecek!
Ancak bu pazarlığı yapanlarda böyle bir rahatsızlık emaresi de görünmüyor.
Türkiye'yi bir maceraya sürüklediği artık açıkça ortaya çıkan "Ala Turka başkanlık sistemi" için Anayasa değişikliği yapılırken, HSK'nın seçim yöntemi de değişti.
7 üye TBMM tarafından seçiliyor
Bu yedi üyelik için 118 kişi başvuruda bulundu. Bayramdan sonra bu başvurular TBMM'de oluşturulan alt komisyonda 21 kişiye indirilecek.
Sonra TBMM'de yapılan oylama ile 7 üye belirlenecek.
Seçilecek üyelerin ilk turda üçte iki oranında oy almaları gerekiyor. Bu çoğunluk sağlanamaz ise beşte üç çoğunluk aranacak, o da bulunamaz ise en çok oy alan iki aday arasında kura çekilecek. Bu işlem 7 kez tekrarlanacak ve yedi üye belirlenecek.
Rejim, bu konuda işi şansa bırakmak istemiyor.
Çünkü olur da kuraları "karşı taraf" kazanırsa, artık mahkemelere emir vermek, beğenmediğin kararı veren hakimi başka şehre tayin etmek, soruşturma tehdidi ile hakimleri ve savcıları hizada tutmak mümkün olamayacak.
Onun için AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş, muhalefete şunu önermiş: "Yedi üyeden beşini biz seçelim, ikisi sizin olsun."
Elitaş, CHP'li Engin Altay'ın "üç olmaz mı" dediğini aktarıyor ancak muhalefet böyle bir pazarlık yapmadığını söylüyor.
Gördüğünüz gibi "millet adına karar veren" hakimleri tayin edecek kurul, "sizden – bizden" hesaplarıyla oluşturulmaya çalışılıyor.
Hatırlarsınız bunu en son Fethullahçılar ile yapmışlar, o zamanki adı HSYK olan kurumu Fethullahçı çete ile böyle paylaşmışlardı.
Belli ki alışkanlıklarından kurtulamıyorlar.
Kurmak istedikleri rejimde bağımız yargıya yer yok, işi tesadüfe bırakmak istemiyorlar.
Bu kurula hukuk bilgisi ile yargı düzenimize saygınlık ve tarafsızlık kazandıracak hukukçuları seçelim diye bir dertleri yok.
"Beş bize, iki size" demek aslında bu kurulu "arpalık" olarak gördüklerini de ortaya koyuyor.
Prestijli bir makama tayin edilip, ceplerine para, altlarına otomobil, ofislerine sekreter konulacak ve sonra ne emredilirse ona göre tavır alacak insanların bulunduğu bir arpalık!
"Atın ölümü arpadan olsun" felsefesine inandıkları için de işi bir at pazarlığına dönüştürmekte beis görmüyorlar.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsrail'in Gazze'ye saldırılarının ardından şunu söyledi:
"İsrail'in saldırılarını hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor."
"Ümmet" kelimesi, hangi milletten olursa olsun, Müslümanların tümünü tanımlıyor.
Yani içinde Malezyalısı da var, Faslısı da, Müslümanlığı seçen İtalyan'ı da!
Çavuşoğlu'nun resmi sıfatı ise TC Dışişleri Bakanı!
TC vatandaşları içinde nüfus kağıdında Müslüman yazanlar büyük çoğunluğu oluşturuyor ama Yahudiler, Hristiyanlar, Ezidiler, ateistler, deistler de var.
Onun için TC'nin bir Bakanı konuşurken, ümmetin değil, vatandaşlarının dini inançlarına yada inançsızlıklarına eşit mesafede olması gereken laik Cumhuriyet'in bir bakanı olduğunu hep aklında tutmalı!
Öte yandan "ümmet" bizden ne bekliyor, sorusunun yanıtını da kendisi verebilecek durumda değil.
Çağımızda homojen bir ümmetten söz etme olanağımız yok, milli aidiyetler bunun önüne geçmiş durumda.
Birbirinin camisine bile bombayla saldırabilen, inancını kendisi gibi yaşamayanlara bile "din dışı" gözüyle bakan bir topluluk "ümmet" diye tanımlanabilir mi?
Filistin'de yaşanan dramı dinler arasında bir savaş gibi konumlamak ise büyük hata.
Bu Yahudiler ile Müslümanların savaşı değil.
Filistinliler arasında Hristiyanlar da olduğu gibi, İsrail'in Yahudi vatandaşlarının hepsi de böyle bir zulmü destekliyor değil.
Sivillerin üzerine ister askerinle bomba at, ister gerillaların ile roket!
Sivillere yönelik her türlü şiddeti eleştirelim ve bunu bir din savaşı gibi görmekten vazgeçelim.
Kim yaparsa yapsın, bu insanlığa karşı işlenmiş bir suç.
Sorunun bu boyutunu öne çıkarırsanız, Batı'da da, Doğu'da da derdinizi daha iyi anlatabilir, zulüm gören sivillere daha iyi sahip çıkabilirsiniz.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "şampiyonluk kutlamalarının tam kapanmadan sonra yapılması hususunda tedbir alınması gerekiyor" dedi.
Enteresan bir kişilik İçişleri Bakanı.
"Tedbir" denilen şeyi, böyle bir durumda alması gereken kim?
Herhalde Turizm Bakanlığı ya da Hayvanları Koruma Derneği değil!
Tedbir alması gereken bir kurum varsa, kendisi o kurumun başında bulunuyor.
Bakan bunu söylerken, şampiyonluk kutlamalarının virüsün yayılmasına neden olabileceğinden endişe ediyor.
O zaman kendisine bir görev veriyorum: Camide teravih kılmak yasakken, gece vakti on binlerce insanın eline birer Filistin bayrağı verip, İsrail temsilciliklerinin önüne gönderen kimdi?
Bu eylem, örgütsüz, kendiliğinden gelişmiş bir eylem olamaz.
İddiaya girerim, ellerinde Filistin bayrakları taşıyan o insanların ezici çoğunluğunun evinde bir Türk bayrağı da yoktur.
Bakan bunu soruştursun:
Bu örgüt kimlerden oluşuyor? Parasal kaynakları nelerdir? Bunca bayrağı bir gecede nasıl hazır edip, on binlerce insanın eline verebildi? Bir gece yarısı bu kadar insanı ayaklandırabilen bir örgütün yol açabileceği tehlikeler nelerdir?