Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, koronavirüs aşısı yaptırdıktan sonra (14 Ocak 2021) gazetecilere şunu söylemişti:
"25-30 milyon doz aşı Çin'den gelecek. Almanya ile olan irtibatlarımız var, bunun yanında bizim kendi çalışmalarımız var. Onlar da Mayıs civarında devreye girecek."
Ondan iki hafta önce, 27 Aralık 2020 günü Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da 'Oscarlı yandaşa' şu demeci vermişti:
"Üç ay içinde 30-35 milyon kişiyi aşılamış oluruz."
Sağlık Bakanlığı'nın Covid-19 Bilgilendirme Platformu'nda yayımlanan bilgiye göre 29 Nisan 2021 günü itibariyle birinci doz aşı uygulanan vatandaşlarımızın sayısı 13 milyon 641 bin 989 idi. İkinci doz aşı yapılan vatandaşlarımızın sayısı da 8 milyon 919 bin 366 olarak açıklanmıştı.
Aşı iki doz olarak uygulandığına göre gerçekte hastalığa karşı aşılananların sayısı ikinci doz aşı ile ilgili olarak açıklanan rakamdır: 8 milyon 919 bin 366 kişi!
Bakan, üç ayda (Mart sonuna kadar) 30-35 milyon kişiyi aşılamaktan söz ediyordu, dört ayda (Nisan sonu) aşılanan sayısı Bakan'ın söylediği rakamın dörtte birinden az!
Ve dün de öğrendik ki Türkiye'nin elinde aşı kalmamış, Bakan "Önümüzdeki iki ay boyunca aşı kıtlığı yaşanacak" diyor!
Bu yüzden daha önce BioNTech için 28 gün olarak uygulanan aşı aralığı 6-8 haftaya çıkarılmış.
Bunun ilk doz aşıyı yaptıranlar için bir sakınca yaratıp yaratmadığını önümüzdeki süreçte anlayabileceğiz.
Eğer aşı aralığı iki aya kadar uzatılabiliyorsa "Bunun için neden aşının tükenmesini beklediniz de eldeki aşıları daha fazla insana yapmadınız" diye sormak gerekiyor.
Bunu daha önce öneren hekimler de olmuştu.
Erdoğan yönetimi, salgını yönetmekte başarısız olacağının ilk ipuçlarını henüz işin başındaki maske dağıtımı işinde ortaya koymuştu aslında.
İsteyen herkese maske PTT aracılığıyla gelecek dediler, sonra fikir değiştirip eczanelerden alın dediler, sonra yine fikir değiştirip tanesi 1 liradan satılabilir demeye karar verdiler.
Geçtiğimiz yılın Mayıs-Haziran aylarında, BioNTech başta olmak üzere Oxford ve Moderna aşılarının sonbaharda erken kullanım izni alabileceği belli olmuştu.
Türkiye, o vakitte aşı siparişi veremedi çünkü "aracı şirket" meselesini kendi aralarında bir türlü çözememişlerdi.
Dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birine sahip olan Türkiye gibi bir ülkenin aşısız kalmasının temel nedeni budur: Aşı işinden kimin nemalanacağına geç karar vermiş olmaları!
Bu yüzden Türkiye, parası olmadığı için aşı siparişi veremeyen, aşıya ulaşamayan ülkeler arasına girmiş bulunuyor!
Ve kendi himmete muhtaç hale gelmişken oraya buraya 100 bin doz, 150 bin doz aşı bağışlıyorlar, bununla hava atıyorlar.
Türkiye'de her gün bir uçak düşmüşçesine insanımızı toprağa veriyoruz.
Ülkeyi zamanında kapatamadıkları için, zamanında aşı siparişi veremedikleri için bugüne kadar 90 binden fazla insanımızı kaybettik.
Bu rakamı Sağlık Bakanlığı'nın tablolarında göremiyorsunuz. Prof. Dr. Onur Başer'in hesaplamasıyla ilgili T24'te yayımlanan habere buradan ulaşabilirsiniz.
Bütün bunların siyasi bir bedeli olmayacak mı?
Gerçekleri çarpıtmak, Siyasal İslamcıların bütün dünyada ve özellikle de Türkiye'de en çok kullandıkları siyasi propaganda yöntemlerinden biri.
Son sokağa çıkma kısıtlamaları çerçevesinde içki satışının da yasaklanmasını eleştirenlere İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun verdiği yanıt, bu zihniyetin tipik bir örneği.
Soylu, şöyle diyor:
"Dünyada da birçok kısıtlama var. İnanın İngiltere'den, Fransa'ya kadar birçok örnek var. Alkol tartışmasından rahatsız değilim. Geçmiş dönemde de yapıldı."
Bakan böyle diyor ama gerçekler bunun tersi.
Fransa ve İngiltere'de marketlerde içki satışı yasaklanmadı.
Yasak, açık havada ya da bar ve publarda içki satışı ile ilgiliydi ve o zaten Türkiye'de de yasak, kimsenin de bu yasağa itiraz ettiği yok.
Öte yandan içkiler ile virüsün bulaşması arasında bir ilişki olduğunu gösteren herhangi bilimsel bir çalışma da yok.
Salgın süresince bazı ülkelerin uyguladığı içki yasakları, kalabalıkların lokanta, bar, park gibi yerlerde toplanmasını önlemek için yapıldı; hiçbir devlet insanların evlerinde otururken ne yapacaklarına karışmayı aklından geçirmedi.
Marketlerde içki satışını yasaklamak bize özgü.
Çünkü, bizim Siyasal İslamcılar bunu, vatandaşların özel hayatlarına müdahale için bir fırsat olarak gördüler.
Onun için "İngiltere'de, Fransa'da bile yasaklandı" diye gayet rahat sallayabiliyorlar.
Başta da söyledim: Gerçekleri eğip bükmek, Siyasal İslamcı propaganda mekanizmasının en çok kullanılan silahıdır!
Tıpkı "camileri ahır yaptılar, çocuklara zorla bira içirdiler" yalanları gibi.
TikTok'ta "pasaportun kullanıldığı yerler" konulu bir mizahi video yayımlayan çift gözaltına alındı, kelepçelenerek Adliye'ye götürüldü, savcı "devletin egemenlik alametlerini alenen aşağılama" suçundan yurtdışına çıkma yasağı konulmasını istedi, hakim de bu isteği ikiletmedi, denetimli serbestlik kararı verdi.
Hayır, dalga geçmiyorum, bütün bunlar aynen yaşandı.
Merak ettim, çiftin çektiği videoyu izledim.
Pasaportu kullanarak fırından tepsi çıkarıyorlar, pasaportu bardak altlığı olarak da kullanmışlar, kitap ayracı olarak kitabın arasına koymuşlar.
Ve sosyal medyada buna tepki gösteren bazı tipler yüzünden de başlarına gelmeyen kalmamış.
Bu pasaportu, "devletin egemenlik alameti" olarak ben de diğer vatandaşlarımız gibi taşıyorum.
Şu anda sahip olduğum pasaport, sayısını net olarak hatırlamıyorum ama ya beşinci pasaportum ya altıncı.
Uzun yıllar boyunca üç pasaportu kapaklarından birbirine zımbalayarak kullandığımı da söyleyeyim.
İşim gereği çok yurtdışına gittiğim için vize sayfaları kısa sürede doluyordu.
Yani söyleyeceğim şu ki "devletin egemenlik alameti" olarak TC pasaportu, medeni dünyada çok matah bir şey sayılmıyor.
İnanmayan, cebine bir pasaport koyup uçağa binsin ve "ver elini Avrupa, Amerika" desin!
Yeşil pasaport, gri pasaport gibi uygulamaların nedeni de biz sıradan vatandaşların elindeki pasaportun her sınır kapısını, istenildiği her zaman açamıyor olmasıdır.
Ve bundan da daha kötüsü, böyle bir videoyu çeken iki gencin elleri kelepçeli olarak hakim karşısına çıkarılıp, bir de özgürlüklerinin kısıtlanmasıdır.
Sadece bu bile savcı beyin pek hassas olduğu anlaşılan "devletin egemenlik alametleri" konusunda insanı tereddüde düşürüyor.
Bu gençler, aynı filmi mesela Birleşik Krallık pasaportu ile çeken iki İskoç genci olsalardı bırakın savcıyı, hâkimi, karakolu bile görmezlerdi.
Bu çocukları suç işlemişler gibi yakalayan polis amiri, bundan suç çıkaran savcı, savcıya "bana böyle taleplerle gelmeyin" demeyen hâkim, pasaportu tutamaç yapıp fırından tepsi çıkarmaktan çok daha fazla bu devletin imajına zarar veriyorlar.
Vergi mükelleflerinin parasını böyle abuk davalar için çarçur etmeleri de cabası!