Binali Yıldırım parmağındaki yüzüğün hikmetini önceki gün havuz kanalında açıkladı:
“Oğlumun hediyesi, üzerindeki taş Kabe’deki İbrahim makamındaki taştan koparılmış.”
Makam – ı İbrahim, Kabe inşa edilirken Hz. İbrahim’in iskele olarak kullandığı bir taş.
20 santim kalınlığında ve bir kenarı 38, diğer kenarı 36 santimetre olan beyaza oldukça yakın sarı , alacalı bir renge sahip olan bu taşın üzerinde ayak izi olduğuna inanılan iki çukur da bulunuyor.
İnternette fotoğrafları var, bu taşın bulunduğu yer bir muhafaza içine alınmış.
Bir kaç kez umreye giden bir arkadaşıma sordum, bu taştan bir parça koparmayı bir yana bırakın, elle dokunmanın bile mümkün olamayacağını da söylüyor.
Zaten etrafına bir küçük bina inşa edilmiş, taş da bu binanın içinde bir cam fanus içinde muhafaza ediliyor.
Neresinden baksanız 4 bin yıllık bir tarihten söz ediyoruz.
Ve birileri bu taştan bir parça koparıyor, bunu bir yüzüğe mıhlıyor, Binali Bey’in hayırlı evlatlarından biri de onu satın alıp babacığına armağan ediyor.
O da bu taşı parmağında taşıyor, böylece Hz. İbrahim ile arasında bir bağ oluşturuyor.
Bu bağdan yola çıkarak ilerleyecek olursak teolojik tartışmalara girmek zorunda kalırız.
“Hz. İbrahim taşı bir put mudur” sorusuna kadar varacak teolojik tartışmalar.
İşin bu kısmını uzmanlarına bırakmam gerek.
Ben gazeteci merakımla böyle bir taşın kaç lira edebileceğini düşündüm.
Bu taşa bir fiyat biçilebilirse, ondan koparılıp bir yüzüğe mıhlanan parçasına da bir değer biçilebilir.
Ama hayır, taşa maddi bir değer biçilemiyor. Tıpkı Hacerü’l Esved’e de değer biçilemeyeceği gibi.
Bunların manevi anlamları, maddi bir değer taşıdıklarının düşünülmesine bile izin vermeyecek kadar yüce çünkü.
Peki Binali Bey’in oğlu bu yüzüğü kaça aldı acaba?
Sonuç olarak bu gemi almaya benzemiyor. Elde edilebilmesi bile birçok insanın canına mal olabilecek bir taş bu.
Binali Bey hiç mi merak etmedi bunu acaba: “Oğlum teşekkür ederim ama bu gerçek olabilir mi? Bu gerçek olsa senin paran bu yüzüğe yeter mi? Birisi seni dolandırmış olmasın?”
Ama belli ki bunlar aklına bile gelmemiş. Yüzüğün gerçek olduğuna ikna olmuş olmalı ki televizyon programında övünerek gösterip, bu hikayeyi anlatabiliyor.
Yani Binali Bey, gördüğünüz gibi bu kadar saf ve dolandırılmaya açık birisi.
Peki koskoca İstanbul bütçesi, böyle saf birisine teslim edilebilir mi?
Yoksa Binali Bey’in satın aldığı ama depolarda çürümeye terk edilen, yaklaşık yarım milyar Euro değerindeki 10 vagonlu Marmaray tren setleri de bu saflığından yararlanılarak mı yutturuldu?
Yok saf değilse, tanımı gereği çalıntı olması lazım gelen tarihi bir taşı parmağında nasıl taşıyabiliyor?
Neresinden baksanız utanç verici!
***
Hakimler ve Savcılar Kurulu, 31 Mart seçimlerinde İstanbul’da görevli ilçe seçim kurulu başkanları hakkında inceleme başlattı.
İlçe Seçim Kurulu başkanları, her ilçedeki en kıdemli hakimdir.
Şimdi HSK bu inceleme ile, YSK’nın suç duyurusunun gereğini yerine getirmiş oluyor.
Ama neyi inceleyecekler, gerçekten merak ettim.
Kanuna göre, İlçe Seçim Kurulu Başkanları, sandık kurullarının kamu görevlisi üyelerini belirlerlerken, Kaymakamlıklardan kendilerine iletilen listeleri kullanırlar.
Kanun şöyle diyor:
“İlçede görev yapan tüm kamu görevlilerinin listesi, mülki idare amiri tarafından yerleşim yeri adresleri esas alınmak suretiyle ilgili ilçe seçim kurulu başkanlıklarına gönderilir.”
İlçe seçim kurulu başkanı, bu kamu görevlileri arasından ihtiyaç duyulan sandık kurulu başkanı sayısının iki katı kamu görevlisini ad çekme suretiyle tespit eder ve bu kişiler arasından mani hali bulunmayanları sandık kurulu başkanı olarak belirler.
Sandık kurulu başkanının göreve gelmemesi halinde, kamu görevlileri arasından belirlenen üye, bu üyenin de bulunmaması durumunda en yaşlı üye kurula başkanlık eder.
İlçe Seçim Kurulu Başkanı, sandık kurulunun kamu görevlisi üyesini ve yedeğini de sandık kurulu başkanı seçilmeyenler arasından kurayla belirler.
Yani ilçedeki sandık kurulu sayısının en az iki katı kadar kamu görevlisinin belirlenmesi gerekiyor ve bu “yerleşim yeri adresleri esas alınarak” yapılmak zorunda.
İstanbul gibi çok sayıda sandığın bulunduğu büyük bir metropolde her ilçede bu kadar kamu görevlisi bulunması da normaldir. O zaman ne yapılır?
Onun yanıtı da kanunun 23. Maddesinde var:
“Üyeliklerin bu şekilde doldurulması mümkün olmazsa, eksikler, ilçe seçim kurulu başkanı tarafından, o çevrede bulunan ve sandık kurulunda görev verilmesinde sakınca olmayan kimselerden doldurulur.”
Nitekim İlçe Seçim Kurullarının, YSK’ya gönderdikleri gerekçelerinde kanunun bu maddesine çok sayıda atıf var.
İlçe Seçim Kurulu Başkanları, yeteri kadar kamu görevlisi bulamayınca 23. Maddeyi uygulamış. Bankacıların ve özel okul öğretmenlerinin sandık kurullarında görevlendirilmelerinin nedeni bu madde.
Yani aslında ortada incelenecek bir şey de yok, seçimin iptalini gerektiren bir hukuksuzluk da yok.
Her şey kanunda yazıldığı gibi yapılmış.
Ama YSK’nın uyduruk iptal gerekçesi nedeniyle ilçelerin en kıdemli yargıçları hakkında HSK müfettişleri inceleme yapacaklar.
***
Bu yazıyı yazdığım saatte, Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın televizyon tartışması henüz gerçekleşmemişti.
Bu tartışmanın yapılacağının belli olmasından sonra yazdığım yazıdaki düşüncelerim de değişmiş değil.
AKP iktidarı, bunca yıldır, devlet televizyonu da dahil her türlü iletişim aracını muhalefete kapatmak için en akla gelmeyecek işleri bile yaptı.
Devlet bankalarının kredi olanaklarının yandaş medya düzeni yaratmak için kullanılmasından tutun da muhalif medyanın her türlü baskıyla sindirilmeye çalışılmasına kadar!
Muhalefetin özellikle de televizyonda görünmesinden hiç hoşlanmayan AKP, bu tartışmayı niye kabul etti?
Bir tek nedeni var: Seçimi kazanmalarının giderek güçleştiğini gördüler ve son bir şans kazanmak istiyorlar.
İmamoğlu’nun bir hata yapmasını ve bu hatanın Yıldırım’a olan desteği arttırmasını ümit ediyorlar.
Görelim bakalım, beklentileri gerçekleşecek mi?
Sonuç ne olursa olsun İmamoğlu’nun bu fırsatı rakibine vererek ciddi bir hata yaptığını düşünüyorum.