Aydın İmam Hatip Lisesi'nde bir kadın öğretmen, önceki hafta sonu müfredat derslerini okulda gören "açık imam hatip lisesi" 9. sınıfı öğrencilerinin, Arapça dersine girdi. Sınıftaki öğrencilerden üçünün şalvarlı – sarıklı olarak sınıfta oturduğunu gören öğretmen, Ortaöğretim Yönetmeliği'ni gerekçe göstererek, sarıklarını çıkarmalarını istedi.
Öğrencilerden biri "Sen benim sarığımı çıkaramazsın. Kadın başına konuşma, zaten saçını başını açıp gelmişin, kadın başına konuşma sus. Kadın – madın demem döverim" diyerek, öğretmenin üzerine yürüdü.
Öğretmenlerini korumak için araya giren diğer öğrencilere de "Eğer Müslüman iseniz karışmayın. Siz bunları bilmezsiniz, bunların dedeleri bizim dedelerimizi astı" diye bağırdı.
Söz konusu öğrenciler ile ilgili olarak Milli Eğitim Müdürlüğü idari soruşturma başlattı. Öğretmenin suç duyurusunun savcılık tarafından nasıl değerlendirildiğine ilişkin bir haber de alamadık.
Şimdi bu gerçek olayı çarpıtalım:
Olay normal lisede geçsin. Başörtülü İngilizce öğretmeni, mesela punk giysili öğrenciyi "zincirlerini şıkırdatma, çıkar" diye uyarıyor. Bunun üzerine öğrenci, başörtülü öğretmene saldırmaya kalkıyor ve başındaki türban nedeniyle hakaretler savuruyor. Araya giren öğrencilere de "Siz bunları bilmezsiniz, Kubilay'ın kafasını bunlar kesti, bunların dedeleri Anzavur'un ordusunda Kuvvacı avlardı" diye çıkışıyor.
Eğer olay böyle cereyan etmiş olsaydı, söz konusu öğrenci ve arkadaşları şimdi tutuklu olarak cezaevinde yargılanmayı bekliyor olacaklardı.
Bu olay bütün gazetelerde manşet, televizyonlarda birinci haber olacağı gibi, Cumhurbaşkanı ve eşi öğretmeni arayarak "geçmiş olsun" dileklerini de ileteceklerdi. Bu da gazete ve televizyonlarda ayrı bir haber olacaktı tabii.
Ancak böyle olmadı. Sarıklı çocuklar tarikatın yatılı kuran kursunda eğitimlerine devam ediyorlar, bu hafta sonu yine açık lise derslerine girecekler.
"Nereden biliyorsun" derseniz, geçmiş uygulamalardan diyeceğim.
Mesela geçtiğimiz yılın kasım ayında, sokakta yürürken türbanlı bir genç kıza saldırdığı gerekçesiyle tutuklanan şizofreni hastası S. Y., şu anda 11 yıl 9 ay hapis cezası isteğiyle yargılanıyor. S. Y.'nın yıldırım hızıyla yapılan ilk yargılamasında aldığı 2 yıl 9 ay 17 günlük hapis cezası, üst mahkeme tarafından "yetersiz bulunduğu için" yeniden yargılanmasına karar verilmişti.
Ne demiştim:
"Bir başkadır" memleketimin hukuk düzeni!
Bütün vatandaşlar kanun önünde eşittir ama her zaman bazıları daha eşittir!
MHP Genel Başkanı'nın, Bülent Arınç'a ağır sözlerle saldırmasından sonra en çok merak ettiğim şey şuydu:
Recep Tayyip Erdoğan gibi "delikanlının harman olduğu Kasımpaşa'dan" çıkan bir yiğit, diklenmeden, dik durmayı başarabilecek mi?
Bu alemlerin en önemli kurallarından biri de, yola birlikte çıktığın arkadaşı satmamaktır.
Bakın Devlet Bahçeli'ye; Alaattin Çakıcı, cezaevinden Bahçeli'ye yazdığı mektuplarda ne hakaretler sallamıştı.
O günlerde Çakıcı'nın, Bahçeli'ye yazdığı mektupta iki şeyi çok ayıplamıştım:
1 – "Özeline girerim" diye tehdit savurması ki özel hayatı işin içine karıştırmak hele eski dava arkadaşları arasında yapılıyorsa utanılacak bir harekettir.
2 – "Miladı dolmuş" diye yazmıştı ki doğrusu "miadı dolmuş" şeklinde olmalıdır; bu nedenle de milli eğitim sistemimiz adına utanmıştım.
Ama bütün bunlara rağmen Bahçeli, arkadaşını satmadı. "Ne varmış özel hayatımda, gir de görelim" deme gereğini bile duymadı.
Af çıkarttırıp, cezaevinden tahliye ettirdi. Kemal Kılıçdaroğlu'nu "bakla kazığı" ile tehdit edince de sahip çıktı.
"Dava arkadaşımı satmam" dedi, övdü de övdü. Bilmeyen birisi bu övgülere bakarak Çakıcı'nın Covid - 19 aşısı bulduğunu bile zannedebilirdi.
Bu arada Erdoğan'ın yola çıkarken ve partiyi kurarken en yakınındakilerden biri olan Bülent Arınç'a da "ahmak" dedi.
Şimdi normal olarak baktığınızda Erdoğan'ın yol arkadaşı Bülent Arınç.
Biliyorsunuz sağ cenahta bir "dava" meselesi de var ve Erdoğan için Arınç, tipik bir "dava arkadaşı"!
O kadar ki önce Abdullah Gül'ü ve ardından Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı olmaya yönelten de bizzat Arınç.
Erdoğan'ın durumuna bakın şimdi:
Bir tarafta yaşça kendisinden de büyük olan, partiyi birlikte kurdukları bir "dava arkadaşı".
Diğer tarafta, iktidarda kalmak için gönlünü hoş tutmak zorunda olduğu Devlet Bahçeli.
Dedim ya Bahçeli de maşallah kendi "dava arkadaşına" öyle bir sahip çıktı ki, akıllara seza!
Ve Bahçeli, Arınç'a "ahmak" diyor, saydırdıkça saydırıyor, "çarpık" bile diyor ki bu hakaret karşısında küçük dilimi yuttum!
Bir Kasımpaşalı bu durumda, diklenmeden dik durur ve dava arkadaşını yedirmezdi.
Bu alemin raconunda, "dava arkadaşım eleştiriyi hak ediyorsa, onu da evvel Allah biz yaparız" demek vardır çünkü.
Ama heyhat!
Arınç, Erdoğan ile konuştu ve istifa etmek durumunda kaldı.
Reis, diklenmeden dik durup, hem dava arkadaşına sahip çıkmayı hem de koalisyonu korumayı başaramadı.
Dava arkadaşının kellesini verdi, koalisyonu kurtardı!
Karışık bir iş vesselam!
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç'ın Yüksek İstişare Kurulu üyeliğinden istifasıyla sonuçlanan "fikir açıklamasının" zamanlamasını beğenmedi.
"Tecrübeli bir siyasetçi ve fikir adamı olarak görüşlerini çok öncesinden zikretmesini beklerdim" dedi.
Bunu okuyunca "Davutoğlu kendisini tecrübeli bir siyasetçi ve fikir adamı olarak görmüyor olmalı" diye düşündüm.
Gerçi hakkını yemeyeyim, Erdoğan'a bir rapor verip, yanlışlarını sıralamıştı ama sonuç olarak gidip bugünkü yanlışlıkların en önemli nedeni olan Anayasa değişikliklerine de oyunu bastırmıştı.
Davutoğlu'nun bu eleştirisi, bu nedenle havada kalıyor.
Zamanı geldiğinde TBMM'de çıkıp, yapılmak üzere olan bu yanlışları bir bir açıklasa ve en azından kendi seçmenini uyarmış olsaydı, referandumda kıl payı geçen Anayasa değişiklikleri yapılabilir miydi?
Davutoğlu o gün "dava" adına susmayı tercih etti.
Farkında değildi ki onun "dava" diye anladığı şey ile Erdoğan'ın anladığı şey bambaşkaymış.