Stefan Zweig, "Bir Çöküşün Öyküsü" isimli uzun hikâyesinde XV. Louis döneminde Fransa sarayında yaşamış bir aristokrat kadının öyküsünü anlatıyor.
Öykü, sarayda gerçekten yaşamış bir kadından esinlenilmiş.
Sarayın renkli simalarından Madame de Prie, sevgilisi Bourbon Dükü'nün devlet işlerinden el çektirilmesinin hemen ardından Saray'dan gelen bir mektup alır.
Mektuptaki emir kısa ve nettir: Derhal sarayı terk ederek, Normandiya'da kendisine ait Courbepine malikanesine çekilecek ve Paris'ten uzak duracaktır.
Sevgilisi nedeniyle kullandığı iktidar gücünden ve Saray'ın hareketli, eğlenceli hayatından uzaklaştırılan bu kadın aristokrat, Normandiya'da günlerini nasıl geçireceğini bilmediği bir sürgüne gider.
Oysa Saray'daki iktidar savaşları, en yakınlarının bile arkasından çevirebildiği entrikalar ve ertesi günü düşünmeden yaşanan eğlenceli hayat, Madame de Prie için "hayatın ta kendisi" demektir.
Normandiya'daki malikanesinde düzenlediği gösterişli eğlenceler ile Paris'teki Saray yaşantısını kendisiyle birlikte sürgüne getirmeye çalışsa da artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.
Türlü vaatler ve zenginliğiyle edindiği genç sevgililer de derdine derman olmaya yetmez.
Giderek mantıklı düşünme yetisini de kaybeder ve Paris'in, Saray'ın dikkatlerini bir kez daha üstüne çekebilmek için çılgın bir plan yapar.
Bu uzun öykü Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Regaip Minareci çevirisiyle yayımlandı.
Onun için tadını kaçırmayıp, sonunu söylemeyeceğim, okursanız hoşunuza gideceğini söylemekle yetineceğim.
Kitapta Zweig'ın bir sözünün altını çizdim:
"Talihin ilerlemekte olan arabasından bir kez düşen kişi, arabaya bir daha yetişemez."
Öykü çok eski, Türkiye'de de yeni yayımlanmış değil ama ben bir tesadüf eseri bu öyküyü 2021 yılını bitirmek için artık geri sayıma geçtiğimiz günlerde okudum.
T24'ün 2022 yıllığı için yazdığım yazıya bu öyküyle başlamamın nedeni öykünün adının yarattığı bir çağrışım mıydı, yoksa öykünün kahramanının içi boş, kibirli nobran üslubunun kafamda canlandırdığı tip miydi, gerçekten bilmiyorum.
Ben öyküyü okurken manzara – i umumi şöyleydi:
Türk Lirası yabancı paralar nezdinde değer kaybetmeye devam ediyor, Maliye Bakanı "inşallah" her şeyin yoluna gireceğini düşünüyordu.
Recep Tayyip Erdoğan, kendi icat ettiği iktisat teorisinin olumlu sonuçlarını almayı beklerken vatandaşlara da "dinin gereklerini" hatırlatmayı ihmal etmiyordu.
Ve tam da yazıyı yazarken Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde, neye kızdığını henüz kimsenin bilmediği bir vatandaş Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafını yere attığı için tutuklanmıştı.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hâlâ hapisteydi, haklarındaki AİHM kararının uygulanabileceğine dair en küçük bir işaret de görünmüyordu.
Çok sevdiğim için sık sık kullandığım bir Arap atasözü var: "Hayat iki bölümdür, geçmiş bir rüya, gelecek bir dilek."
Üç yıldır, Aralık ayının ortalarında T24 Yıllık için bir sonraki yıl ile ilgili tahminlerimi yazıyorum.
Ve şimdi bir kez daha bilgisayarımın başında otururken, bitmekte olan 2021'de yaşadıklarımız gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor.
Bu geçmişe ne kadar "rüya" diyebiliriz, emin olun bilmiyorum.
İçinden iyi şeyler ayıklayabilirim kuşkusuz ama sanki giderek koyulaşan bir kâbusun içinden geçip gitmekteymişim gibi hissediyorum.
Ve şunun da farkındayım ki geleceğe yönelik çok fazla dileğim de kalmamış.
İnsanların birbirlerine saygı duyduğu, kendisi gibi olmayanların varlığını huzur içinde kabul ettiği, farklı düşünenlere eziyet edilmeyen, medeni bir ülkede yaşamaktan başka bir dileğim de yok.
Bu yazıyı yazmadan önce geçmiş yıllar ile ilgili yazdığım tahminlerime de göz attım.
Övünülecek bir durum sayılmalı mı bilmiyorum ama yanılmadığımı gördüm.
Mesela siyasi yorumcuların çoğu bu yıl için erken seçim öngörmüşler, ben seçimin zamanında, 2023 yılının Haziran ayında yapılacağını yazmışım.
2021 yılının muhalefet için bir demokrasi sınavı olacağını yazmış ve şunu sormuşum:
"Ülkenin vatandaşlarının yüzde 15'ine yakınının oyunu alan bir partiyi yok saymaya devam edecekler mi?"
Evet, yok saymaya devam ettiler.
2022'de bu tablo değişir mi?
Falcı değilim ama Türkiye'de siyasetin nasıl yapıldığını iyice öğrenecek kadar bu meslekte zaman geçirdim ve şunu söyleyebilirim ki durum bu yıl da değişmeyecek.
Bitmek tükenmek bilmeyen bir Brezilya dizisi gibi aynı şeyleri izlemeye devam edeceğiz.
Aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuca ulaşabileceğini zanneden muhalifi – muvafığı ile bir yıl daha geçireceğiz.*
* T24 YILLIK 2022 için yazdığım yazı.