AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a göre, memlekette bir darbe tehlikesi baş göstermiş bulunuyor.
Şöyle diyor:
"CHP yöneticilerinin sadece son bir haftadaki beyanlarını alt alta koyduğunuzda ortaya çıkan tablo bize bunu söylüyor. Bu zihniyetin ülkemizin 70 yıllık demokrasi tecrübesinden zerre kadar nasiplenmediği anlaşılıyor. Demokratik yöntemlerle iktidara gelmek yerine, darbeyle ülkenin yönetimini gasp etme hevesiyle hareket edenler, 15 Temmuz’da milletten aldıkları derse rağmen aynı yolda yürümekte ısrar ediyorlar."
Üşenmedim ve oturup CHP yöneticilerinin son bir haftadaki beyanlarına baktım, darbe hazırlığına işaret edecek herhangi bir şey görmedim.
Canan Kaftancıoğlu’nun AKP medyası tarafından büyütülen sözlerinden "darbe çağrısı" çıkmaz, boşuna bir zorlama.
Tıpkı AKP İl Başkanı’nın, Canan Kaftancıoğlu’nu Boğaz’ın serin ve derin sularında boğulmaya davet ettiği konuşmasından bir cinayete teşebbüs / teşvik suçlaması çıkarmanın çok zorlama olacağı gibi.
Özgür Özel’in, Saray rejiminden söz etmesinin neresine sinirlendiklerini anlayamadığımı da geçen gün yazmıştım. (2023 Haziran Güneşinde Şapka Gerekebilir – 1 Mayıs 2020)
Kaldı ki Özgür Özel, 15 Temmuz gecesi TBMM’deki darbe karşıtı toplantıda yerini alan az sayıdaki milletvekilinden biriydi.
Bunları geçelim.
Zaten daha önceki darbeler de politikacılar demeç verdi, orduyu kışkırttı diye olmadı, dönüp biraz siyasi tarih okumanızda yarar var.
Darbeleri kimin kışkırttığını anlamak, bir cinayeti çözmek gibidir. Önce şuna bakacaksınız: Darbe, kimin işine yaradı?
CHP’li değilim, bu partinin avukatı da değilim.
1960’ta çocuktum. 12 Mart’ta kendimi "devrimci" diye tanımlayan yeni yetme!
Benim yaşadığım darbeler CHP’nin yararlandığı değil, cezalandırıldığı darbeler oldu.
Hatta şunu söyleyebilirim: Memleketteki askeri darbeler ve muhtıralar silsilesinden zarar görenlerin sıralı tam listesini yapsak, birinci sıraya her eğilimden solcuları yazarız.
Siyasal İslamcılar üçüncü, dördüncü sırada kendilerine ancak yer bulabilirler.
15 Temmuz’u ise hiç kurcalamayın derim. Bu darbeye kalkışanlar, "aynı menzil–i maksuda gidiyoruz" denilerek AKP tarafından beslenip, büyütülen, son tahlilde ABD kontrolünde de olsa İslami bir rejim kurmayı hedefleyen bir örgüttü.
"Aynı menzil–i maksuda" gittiklerini söyleyen, hatırlarsınız AKP Genel Başkanı idi.
Bunun hangi maksut olduğunu birkaç kere sordum, yanıt da alamadım. Belki bu vesileyle bir açıklama gönderirler, "Birlikte ulaşacağımızı zannettiğimiz / düşündüğümüz hedef şuydu" diyerekten!
Bu örgütün darbe yapmaya cesaretlenecek kadar büyümesinden sorumlu olanların sıralı tam listesini yapsak, CHP'nin son sıralarda bile gireceği tartışılır, ama bu konuda altın madalyayı uzak ara farkla AKP kazanır.
Peki AKP Genel Başkanı, neden bir darbe hazırlığından kuşkulanıyor?
Bunun somut işaretleri mi var?
CHP bu darbeyi kiminle yapacak?
Türkiye’de elinde silahla darbe yapabilecek iki güç var: Polis ya da asker. Ya da bundan önceki amacına ulaşmış darbelerde olduğu gibi ikisi bir arada!
CHP, polisi ve orduyu kontrol edebilecek durumda mı?
Eğer öyleyse, bu iki kurum devletin normal hiyerarşisi dışına çıkmaya eğilimli ve başka odakların emirlerine açıksa bunu durduracak kişi herhalde ben değilim.
Hani başkanlık sistemine geçildiğinde böyle dertlerimiz bitecekti? Her şeye hakim olan Başkan, bu heveslere de engel olabilecekti? Niye engel olmuyor?
Onun için bırakın bu boş işleri, millete maval okumayın!
Buyurun size "yapıcı" eleştiri:
* Memleketin ciddi dertleri var: İşsizlik aldı başın gidiyor. Her dört gençten biri işsizdi, salgın yüzünden bu üçte bire çıktı, çıkacak haberiniz olsun. Bunu çözün.
* Bu yıl turizm sıfır çekmeye çok yakın, onun tedbirlerini alın.
* Dünyada petrol fiyatları yerlerde sürünürken iki günde bir akaryakıta zam yapıyorsunuz, nedenini düşünün, çaresini bulun.
Bu "darbe" mavalını yeniden piyasaya sürmelerinin nedeni AKP’nin kurduğu otoriter rejimi tahkim etme ihtiyacı hissetmesidir.
Çünkü fark ettiler ki sallanıyorlar, ilk seçimde de olgun bir armut gibi düşme ihtimali hiç de küçümsenecek bir olasılık değil.
Memleketin gerçekleri, biçtikleri bu otoriter elbiseye sığmıyor, dar geliyor.
Otokrasilerin ayakta kalabilmek için korkuya ihtiyacı vardır.
Salgının yayılması sürecinde de gördük ki iktidarın korkutma gücü, bundan iki – üç sene öncesine göre hayli azalmış durumda.
Sosyal medyayı kontrol konusunda telaşla bir şeyler yapmaya çalışmalarının nedeni bu.
Vatandaşların ilgisinin ve algısının memlekette kötü giden meselelere giderek artan oranda açılmasından endişeliler.
Türkiye nüfusunun yarısından fazlasına hizmet eden belediyeler muhalefet partilerinin yönetiminde ve vatandaşların memnuniyet düzeyi seçimden bugüne düşmedi, arttı. Politize olanların sayısı artıyor, özellikle eğitimli, genç nüfus içinde.
Bütün bu süreci geri çevirebilmenin yolu, korkuyu yaygınlaştırmak, vatandaşın siyasete giderek daha az ilgi duyar hale gelmesini sağlamaktır.
Onun için bu "darbe mavalını" yeniden piyasaya sürdüler.
Bu bahaneyle sivil toplum kuruluşlarını kontrol altına almaya yönelik girişimlerine yeniden gaz verdiler.
Memleketin bunca sorunu dururken baroların ve tabip odalarının seçim sisteminin değiştirilmesinin akıllarına düşmesinin nedeni de bu kaygıdır.
Eski ortaklarından öğrendiklerini de uygulamaya koyabilirler: Yalancı gizli tanıklar, fabrikasyon belgeler, bunları kullanan bir medya kampanyası ile muhalefeti bastırıp, ezmenin yollarını arayabilirler.
Hiçbirine şaşırmayın.
Çünkü otoriter tek adam rejimleri, bizimkisi gibi "ılımlı" olarak nitelenenler de dahil böyle ayakta kalabilirler.
FETÖ’nün, sonu darbe kalkışmasıyla biten büyük planında en önemli aşamalardan biri ordunun ele geçirilmesiydi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelecekteki komuta yapısını değiştiren, bu cemaat yapılanmasının kendisine engel olarak gördüğü subayların tasfiyesine yol açan operasyonlar bu amaçla yapıldı.
Bunu yaparken de çok miktarda fabrikasyon belge, yalancı şahit vs. kullandılar.
Dün T24’te Cemal Tunçdemir’in, Keşmir sorunu ile ilgili çok ilginç bir yazısı yayımlandı.
Tunçdemir’in yazısı, Pakistan’ın demokrasiden nasıl uzaklaşıp, ne tür bir şeriat devletine dönüştüğünün kısa bir tarihini de aktarıyor. Okumanızı öneririm: Keşmir’in kaderi, Asya’nın kaderi.
Tunçdemir’in yazısından kısa bir bölüme dikkatinizi çekeceğim.
Bir darbeyle Zülfikar Ali Butto’yu devirip yönetime el koyan General Ziya Ül Hak, ülkenin en büyük dini grubu İslam Cemaati ile işbirliği yapıyor.
Tunçdemir’in yazısından aktarıyorum:
"Ziya, 1970'lerin sonunda İslam Cemaati lideri Tufeyl Muhemmed’e, kendisine, "Butto’nun başbakan olduğu 1974 yılında, kendilerine bir muhalifi öldürmek için para verdiğini itiraf’ edecek dört yalancı tanık temin etmesini istemiş ve Butto idam edildikten sonra bu dört kişiyi hemen serbest bırakacağı sözü vermişti. Ziya’nın o dört kişiyi de, Butto’yu astıktan hemen sonra idam etmesi, İslam Cemaati’nin onunla arasına mesafe koymasının başlangıcı olacaktı."
Ne edersiniz? Yalancı tanıklarla siyasi karşıtlarını bertaraf etmek fikrini Fethullahçılar, Kenan Evren’in en iyi arkadaşı Ziya Ül Hak’tan mı almışlardı acaba?
Gördüğünüz gibi bu yollara yönelen siyasal İslamcılar, siyasi çıkar uğruna yalancı tanıklık da dahil her türlü sahtekârlığı yapabilecek tıynetteler.
Diyanet İşleri Başkanı’na mı sorsam?
Ne dersiniz hocam, siyasi çıkar ve iktidar için yalancı tanıklık, fabrikasyon belge vs. İslam’a göre mübah mıdır, haram mıdır?