Emekli amirallerin bildirisinden "darbe çağrısı" çıkaran zihniyetin aslında bir tek derdi var: Suyumu bulandırmayın!
Niyetleri, kuzuyu yemekten başka bir şey düşünmeyen kurdunki ile aynı.
Onlara göre Türkiye'de fikir açıklama hakkı sadece kendilerine ait.
Başkası herhangi bir konuda, rejimden farklı düşünmeye ve sonra da bunu açıklamaya cesaret edebiliyorsa, acayip öfkeleniyorlar.
Fikrini açıklayanların üzerine hep birlikte çullanıp susturmak istemelerinin nedeni bu.
Kendileri darbeci bir zihniyete sahip oldukları için de akıllarına gelen ilk suçlama bu oluyor: Darbe çığırtkanlığı yapma!
İnsan önce bir düşünür: Emekli amiraller neyle darbe yapacaklar? Harp okulunu bitirirken taktıkları kılıçlarla mı?
Gerçi rejim için emekli amirallerin hangi güçle darbe yapabilecekleri sorusunun bir önemi yok.
Çünkü bu zihniyete göre Çarşı Grubu bile darbe yapabilecek yetenek ve güce sahip!
Yarın Kadınlar Hamamında Sükuneti Sağlama Derneği'nin bir açıklamasından bile bu sonucu çıkarabilirler.
Rejim için bunların bir önemi yoktur, çünkü "darbeci" suçlaması gerçek darbecileri hedefleyen bir suçlama olmaktan daha çok muhalif susturma amacı taşıyan bir manevradır.
Emekli amirallerin bildirisini okumadıysanız, internette var, okuyabilirsiniz.
Ve sonra CİMER'e bir dilekçe yazıp, Fahrettin Bey'e sorabilirsiniz: Bu bildiride, darbe çağrısı olduğunu düşündüğünüz cümlenin altını çizerek bizlere de gönderebilir misiniz?
Ve onların bu çağrısıyla harekete geçerek darbeyi yapacak olanlar kimlerdir?
Elbette rejimin amirleri böyle gürültü koparınca, adliyedeki memurları da soruşturma açmak için birbirleriyle yarışacaklar.
Emin olun ki Erdoğan rejiminin adliyelerinden çıkan ilk Karakuşi iddianame de bu olmayacaktır.
Durduk yerde Montrö Anlaşması'nı değiştirmekten, anlaşmadan çekilmekten filan söz etmek serbest de, bunun yanlış olduğunu söylemek mi darbecilik ve suç?
Tarikatçı – takkeli amiralin ordunun içinde, görevinde kalması normal de buna karşı çıkmak mı suç?
Aklını ve vicdanını tarikatın şeyhine devretmiş mankurtların darbe girişimi bu ülkede yaşanmadı da Patagonya'da mı yaşandı?
Devlet Bahçeli notu: Red Kit okuyanlar hatırlayacaklardır, her mahkeme sahnesinde bir de cenaze levazımatçısı vardır ve suçlama ne olursa olsun o hep "asalım, asalım" diye bağırır. Asılacak her suçlunun üzerinden satacağı tabutun ve cenaze hizmetlerinin hesabı peşindedir.
Devlet Bey de kusura bakmasın ama her olaya elinde bir benzin kovasıyla koşarak biraz o çizgi kahramana benzemeye başladı.
Emekli amirallerin bildirisinin ardından yaptığı şu açıklamaya bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:
"Muhtıra tarzında hazırlanarak gece yarısı servisi yapılan bildiride imzası bulunan amirallerin rütbeleri sökülmelidir. Emeklilik hakları kaldırılmalı, emekli maaşları kesilmelidir."
Niye çizgi romanın karikatürize kahramanı gibi "asalım asalım" dememiş, merak ettim haliyle!
Emekli amirallerin bildirisi için darbe soruşturması açan savcılarımıza bir ihbarım var, dikkatle okusunlar.
AKP iktidara geldiği 2002 yılından günümüze kadar geçer süre içinde Türkiye, meşru hükümete karşı girişilen üç darbe teşebbüsüne tanık oldu.
Bunlardan ikisini Fethullahçı diye bilinen bir tarikata mensup kişiler planlayıp, uygulamaya soktular.
Birinci darbe girişimlerinde polis ve adliyedeki elemanlarını kullandılar.
Bir zaman süreci içinde biriktirdikleri yolsuzluk dosyalarının aynı anda açıklanmasının kamuoyunda yaratacağı balistik etkiyle Erdoğan hükümetini yıkabileceklerini zannetmişlerdi. Başarısız oldular.
İkinci darbe girişimlerinde ise doğrudan askeri kullandılar, darbeye karşı çıkan insanların üzerine ateş açtılar. Ülkenin ordusunun bir bölümü, ülkenin meclisini, polis merkezlerini bombaladı. Milletin direnişi karşısında başarısız oldular.
AKP'nin iktidarda bulunduğu 19 yıl içinde başarılı bir tek hükümet darbesi oldu.
Bir önceki seçimde halkın yüzde 49,5'inin oyunu almış bir Başbakan, ince ince planlanan bir Saray darbesiyle istifaya zorlandı, elinden hükümet yetkisi alındı. Kurulan darbe hükümetinin başına, seçimlere sıradan bir milletvekili olarak katılan bir kişi tayin edildi.
Yani son 20 yılın başarılı tek hükümet darbesinin şakşakçıları, bugün her öküzün altında darbeci bir buzağı aramayı alışkanlık haline getirdiler.
Onun için savcılarımız, gerçek bir darbe soruşturması hedefliyorlarsa, kamuoyunda kısaca "Pelikan Darbesi" diye tanımlanan bu darbeye odaklanmalıdırlar.
Pelikan Darbesi ile 28 Şubat Darbesi, birbirine çok benzer.
İkisinde de TBMM'den güvenoyu almış bulunan seçilmiş Başbakan, demokrasi dışı yöntemlerle istifaya zorlandı.
İkisinde de etkin bir beşinci kol faaliyeti vardı.
İkisinde de güvenoyu almış Başbakan, saray entrikaları ile görevden alındı.
Birisinde o tarihte "havada ikmal" diye isimlendirilen bir entrika çevrildi, diğerinde entrikaya bile gerek kalmadan, emir komuta zinciri içinde darbe gerçekleşti.
İkisinde de Başbakanlık görevi, milletvekili olarak seçilip, TBMM'ye girmiş kişilere devredildi.
Başbakanlardan birinin adı Necmettin Erbakan idi, diğerinin adı Ahmet Davutoğlu.
Savcılarımız her durumda bir darbe soruşturması açmayı alışkanlık haline getirdiler ama nedense başarılı bu tek girişim ile ilgili bir soruşturma başlatmak kimsenin aklına gelmedi.
Unutmayalım: Bu suçta zaman aşımı yok!
Cuma günü yayımlanan yazımda güvenlik soruşturması ile ilgili kanunun oylanması sırasında yaşananlardan sonraki siyasi tartışma üslubu ile ilgili bir eleştiri yapmıştım.
Yazım üzerine arayan TBMM Başkanı Mustafa Şentop ile telefonda konuştum.
Şentop, yaptığı uygulamanın TBMM iç tüzüğünden kaynaklandığını, geçmişte de benzer uygulamaların farklı TBMM Başkanları tarafından yapıldığını anlattı.
24 Şubat 1978'de Cahit Karakaş, 16 Aralık 1988'de Yıldırım Akbulut, 5 Şubat 1997'de Mustafa Kalemli, 3 Mart 2015'te Cemil Çiçek TBMM Başkanı olarak benzer bir uygulamaya imza atmışlar, bunlarla ilgili tutanakları paylaştı.
TBMM TV'nin söz konusu oturumdaki oylamanın sonuçlandığı anda kaydettiği görüntüleri de izledim.
Başkan'ın görüşmenin tamamlandığına ilişkin beyanından sonra işaretle oylama yapıldığını, oylama sonucuna divandan bir üyenin "makineye gidelim" diye itiraz ettiğini, Başkan'ın "makinesi yok ama ya" dediğini bu kayıtlardan görebiliyoruz.
("Makine" denilen şeyin elektronik oylama olduğunu düşünüyorum.)
Şentop, bu durumda oylamanın tamamlanmamış olduğunu, iç tüzük ve geleneklere göre TBMM Başkanı'nın, Başkanlık Divanı'nı toplayarak, oylamanın yenilenmesini isteyebileceğini söylüyor.
Okuyucularımın bilgisine sunarım.