Milletvekilleri, bir yılını dolduran başkanlık sisteminden şikâyetçilermiş.
Bakanların telefona filan çıkmadığından, soru önergelerine yanıt vermediklerinden yakınıyorlarmış.
Bunun için bazı düzenlemeler yapılacakmış.
Bulunan dahiyane çözümlerden biri şu: TBMM’de “nöbetçi bakan” bulundurulacak ve milletvekillerinin dertlerini dinleyeceklermiş.
Ben Türkçeye çevireyim: İş takibi için bakanları arayıp, ulaşamama sorunu bitiriliyor, herkes iş takibini nöbetçi bakanlar marifetiyle yapacak!
Referandumdan önce benim gibi sıradan gazetecilerin yazdığını bir kenara bırakın. Memleketin en önemli Anayasa hukukçuları, getirilmek istenen sistemin temel sorunlarına dikkat çekmek için adeta davul çaldılar.
Dediler ki “Sistemi böyle kurarsanız, güçler ayrılığı olmaz, TBMM bir figürana dönüşür” dinlemediniz.
Dediler ki “Önemli olan sistemin adının ne olacağı değil, güçler ayrılığının nasıl sağlanacağıdır” dinlemediniz.
Dediler ki “Yasama, yürütme ve yargı organları birbirini denetleyebilmeli, dengeleyebilmeli” dinlemediniz.
Dediler ki “Partili cumhurbaşkanı, bu siyasi partiler ve seçim kanunları ile partinin ve parlamentonun tek hakimi olur” dinlemediniz.
Dediler ki “Bu sistemde TBMM denetim gücünü kaybediyor” dinlemediniz.
Dediler ki “Bir kişi neredeyse bütün yargının tek hakimi oluyor, aman ha yargıç bağımsızlığı bir demokrasi için olmaz ise olmazdır” dinlemediniz.
Size daha ne deselerdi?
Şimdi de kalkmış, nöbetçi bakan saçmalığını icat ediyorsunuz.
Bütün Bakanlar Kurulu, TBMM kapısında tek sıra dizilse bile, bu durum TBMM’nin sistem içindeki rolünü arttırmaz.
Recep Tayyip Erdoğan’ın kafasına göre bir sistem kurdunuz.
Ne olmasını bekliyordunuz?
***
Meclis Başkanı Mustafa Şentop, Ahmet Hakan’ın programına katılıp, “Parlamenter sistem krallıkların sistemidir” diye yumurtlayınca, ben de bunu açlık nedeniyle kan şekerinin düşmesine bağlamıştım.
Programdan sonra yediği tostu, programdan önce yemiş olsaydı, bu saçmalığı yapmazdı diye düşünmüştüm.
Fakat anladım ki sorunu, kan şekeri seviyesi değil.
Çünkü geçen gün Tostçu Erol, Ankara şubesi marifetiyle yaptırdığı tostları Şentop’a elleriyle ikram etti ama tablo değişmedi.
Şentop ısrarcı: Parlamenter sistem, krallıkların, monarşilerin sistemidir. Parlamenter sistemin iyi işlediği ülkeler öncelikle krallıktır!
Biliyorsunuz kendisi hukuk okumuş. Hem de doktoralı! Profesör bile olmuş.
Bunları kim mezun ediyor, doktora veriyor diye düşünürken aklıma Burhan Kuzu’nun da Anayasa hukuku profesörü olduğu geldi, hemen bu düşünceyi kafamdan kovdum.
Tabii sonra bunların mezun ettiği öğrencileri düşündüm.
İşte şuraya yazıyorum: Öğrencileri de bu arkadaşlar gibiyse, istediğiniz kadar adalet reformu yapın, işe yaramaz.
Mustafa Bey ile bir Ayvalık tostuna iddiaya girmek isterim: Bana parlamenter sistemle yönetilen krallıkları saysın, ben de o saydığının iki misli cumhuriyet rejiminde parlamenter sistemle yönetilen ülke sayayım!
Bana otoriter – totaliter rejimle yönetilen parlamenter sistemli ülke saysın, ben onun üç misli başkanlık sistemine sahip otoriter – totaliter rejim sayayım.
***
Sanıyorum ozon deliğinin büyümesinden kaynaklanan ultraviyole ışınımlarındaki artış nedeniyle memleketimizde yeni bir sorun baş gösterdi.
Gazetede okudum, AKP İl Başkanları, referandumda kabul edilmesi için canla başla çalıştıkları başkanlık sistemindeki sorunlardan yakınıyorlarmış.
Muharrem Sarıkaya’nın Habertürk’te bildirdiğine göre il başkanları, makam ve statü tanımlamasının yarattığı belirsizlikten şikâyet etmişler.
Ben onlara söyleyeyim: Makamları, il başkanlığı. Statüleri de bu. Hepsi bu. İster al, ister alma!
Başlığı özellikle İngilizce attım.
Aslında özlü güzel Türkçemizle “işte kapı, işte sapı; ister sarıl, ister darıl” daha uygundu.
İktidar partisinin il başkanları, tek parti sisteminin “Vali – İl Başkanı” gibi bir statü ve makam istiyorlarsa, orasını bilemem tabii.
Eğer dertleri buysa, sorun bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çözümlenemez mi?
İdareye ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle il başkanlarını bir gecede vali yapmak mümkün olmaz mı?
***
Gazetelerde köşe yazmaya başlayalı aşağı yukarı çeyrek yüzyılı geride bıraktım.
En çok yazdığım konulardan biri de bir temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri yapma hakkının kullanımı karşısında polisin tutumu oldu.
Polisin görevinin, gösterileri dağıtmak değil, gösteri yapanların güvenliğini sağlamak olduğunu ayda en az bir kere yazıyorum.
Suriyeli geçici sığınmacıların, kayıtlı oldukları illere gönderilmeleri kararını protesto etmek için göçmenlerin düzenlediği mitinge bir grup saldırmaya kalktı.
Ve polis, bu kez görevini yaptı, göstericilerin güvenliğini sağladı.
Tebrik ediyorum, bu bir başlangıç olsun artık hep böyle olsun.