Sedat Peker'in iddialarının TBMM'de araştırılmasını isteyen muhalefete AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, "biz bu oyunlara gelmeyiz" yanıtını verdi.
"Hatalarımız varsa temizleriz, gereğini yaparız, kaldı ki mafya ile AK Parti en son bir araya gelecek iki kavramdır" dedi.
Mafya ile AK Parti en son ya da en baş yan yana gelecek kavramlar olabilir, bunun bir anlamı yok. Tartıştığımız konu da zaten bu değil.
Bu bir yanıt sayılmaz.
Ortada somut bir gerçek var ve o somut gerçek bu laf olsun testi dolsun mahiyetindeki yanıtla geçiştirilebilecek bir şey değil.
Bülent Turan nerede yaşadığını zannediyor bilmiyorum ama Türkiye, Türkmenistan ya da Kuzey Kore değil.
En azından bugün için!
İyi kötü bir hukuk devleti var, yetkileri hiç derecesine indirgenmeye çalışılmış olsa da açık bir parlamento görev yapıyor.
Böyle bir ülkede "hatalarımız varsa temizleriz, gereğini yaparız" denemez.
Her grup ya da kurum, yasa dışına çıkmış üyesini kendi bildiği gibi yargılayıp, cezalandıracak ya da beraat ettirecek ise orada artık bir devlet organizasyonundan söz edemeyiz.
Aşiret ya da çadır devletlerinde olur tabii ama hukuk devletlerinde işler böyle yürümez.
Savcılar ellerindeki kanunları kullanırlar, kolluk güçlerini yönetir, kanıtları ararlar.
Aradıkları kanıtlar sanıkların aleyhine olduğu kadar lehine de olabilir, savcılar için bu fark etmiyor olmalıdır, hukuk devletinde işler böyle yürür.
Gerçi bizim savcılarımız uzun süredir şüphenin sanık lehine kullanılacağını, sanığın lehine delilleri toplama görevinin de savcılara ait olduğunu unutmuş görünüyorlar ama olsun.
Kağıt üzerinde de olsa adına Cumhuriyet Savcısı dediğimiz kamu görevlileri var ve işleri bu tür durumları soruşturmak.
TBMM, millet iradesinin tecelli ettiği, edeceği organlardan birincisi.
Adı üzerinde millet, kendisini temsil edecek vekillerini seçip, gönderiyor.
Milletvekillerini seçmesinin nedeni, koltuklara sebilhane sürahisi gibi dizilip, "kaldır parmak – indir parmak" oynasınlar diye değil.
Anayasa'ya yazılmış bulunan TBMM'nin denetleme görevi de kağıt üzerinde şık görünüyor diye yazılmamış olmalı.
Öyle görünüyor ki AKP ve MHP milletvekilleri seçime TBMM'de çalışmak için değil, TBMM'yi çalıştırmamak için, asıl işlevinden uzaklaştırmak için girmişler.
Bu tutumlarıyla milletvekili değil de bir holdingin memuru olsalardı şimdiye çoktan işten atılmış olurlardı.
* AKP ve MHP milletvekilleri, MASAK'ın nasıl olup da bir buçuk ay içinde birbirinin tam tersi iki rapor yazabildiğini hiç mi merak etmiyorlar?
* AKP ve MHP milletvekilleri, bir adamın mal varlıklarına el konulması kararıyla bu kararın kaldırılması arasında sadece iki ay geçmiş olmasından hiç mi kuşkulanmıyorlar?
* Binali Bey'in oğlunun Venezuela'ya kadar maske ve test kiti dağıtmak için gitmiş olması onlara çok mu normal geliyor?
* Hiç merak etmiyorlar mı Sezgin Baran Korkmaz'a "ortalıktan toz ol" tüyosunu kimin verdiğini?
Gerçekten çok ilginç bir durum bu.
Ben, bu kadar meraksızı bir araya nasıl getirdiklerini bile merak ediyorum oysa!
AKP yöneticilerinin evlatları konusunda çok şanslı olduklarını söylemek farz oldu.
Tabii Allah nazardan saklasın diyerek başlamalıyım, siz de kem gözle bakmayın lütfen.
Erdoğan'ın çocuklarından başlayarak Binali Bey'e kadar olanları zaten daha önce konuşmuştuk.
Ellerini değdirdikleri iş adeta altın oluyor.
Mesela Erdoğan'ın oğlu bir şirket kurdu, dudaklarınız uçuklar!
Üç kuruşluk şirketi öyle bir büyüttü ki 15 milyon dolara sattı.
Üstelik bu satılan şirket hala kazandırmaya da devam ediyor, Kemal Kılıçdaroğlu'ndan tazminat almaya doyamıyor.
Binali Bey'in çocukları da öyle tabii.
Başarıları Harvard iş idaresi okulunda örnek olay diye anlatılsa kimse "bu da nereden çıktı" demez.
Yukarıda Allah var, onların başarılarını en çok takdir eden de benim. Yandaş medyada kalem oynamadı bu başarıları için, büyük haksızlık!
Oysa her marifet, iltifata tabi olmalıdır diye atasözümüz bile var.
Şimdi öğreniyoruz ki Süleyman Soylu'nun oğlu da babasından devraldığı işi maşallah iyice büyütmüş.
En son babasıyla ortak bir şirket daha kurmuş.
Demek ki yerli ve milli terbiye ile yetişen çocuklarda babalarının siyasette yükselmesine paralel bir zihni küşayiş de baş gösteriyor.
Acaba AKP milletvekillerinin artık çok çalışmak istemiyor olmalarının nedeni "nasıl olsa çocuklarımız çalışıyor" rahatlığına kendileri kaptırmaları mı?
AKP iktidarı döneminde Türkiye'de hukuksuzluğun, hukuk haline getirildiğinin çok örneğini yaşadık.
İdari kararlarla memuriyetten atılanların, mesleklerini serbestçe yapabilmelerinin bile önlenebildiğini, insanların aileleriyle birlikte açlığa mahkum edildiklerine tanık olduk.
Şimdi Sedat Peker Olayı vesilesiyle yepyeni bir hukuksuzluğa daha şahit oluyoruz.
Sedat Peker'in avukatlarının pasaportları iptal edildi.
Savunma hakkı, antik çağlardan beri ceza yargılamasının ayrılmaz bir parçası.
Ve her sanığın avukat tutma hakkı var.
Kendisi avukat tutacak güce sahip değilse, baronun tayin ettiği bir avukat bu hakkı kullanmasını sağlıyor.
Peker'in avukatlarının pasaportlarının iptal edilme nedenini tahmin edebiliriz.
İktidarın ve özellikle de İçişleri Bakanı'nın hiç hoşuna gitmeyen şeyleri ortalığa saçıyor ama kuş kaçmış bir kere!
Onun için eldekilere eziyet etme dönemine geçmişler belli ki.
Bu yasak büyük olasılıkla Süleyman Soylu'nun talimatıyla, keyfi olarak konuldu.
Bir mahkemenin böyle bir iptal kararı verebileceğine inanmak istemiyorum.
Eğer o da olduysa, "pes doğrusu" demekten başka bir şey gelmiyor aklıma.
Hatırlatmak isterim ki bir gün hukuk da, avukat da içlerinden bazılarına o adar çok lazım olacak ki anlatamam!