Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı şu hayatta en çok üzen konulardan biri İslamofobi.
Bu konuyu sıkça gündeme getirir.
Müslümanlara yönelik ayrımcı, kin ve nefret içeren her şeyin bir toplamı olan İslamofobi, birbirinin karşıtı gibi görünen iki ana kaynaktan beslenir:
Birisi Batı’nın yabancı düşmanlığıyla öne çıkan ırkçı ideolojisi ise ikincisi de İslam adına cinayetler işleyen, tek tip bir İslam inancını içinde bulundukları toplumlara şiddet yoluyla dikte eden İslamcı ideolojilerdir.
Bu İslamcı ideolojiler, Taliban, IŞİD, Boko Haram gibi kendileri gibi inanmayanlara karşı şiddeti meşru bir araç olarak gören örgütler eliyle yayılır.
Sıradan bir Batılının, Müslümanlara karşı zihin dünyasını bunlar şekillendirir.
Bir yandan kendisine Müslümanların ne kadar vahşi ve zararlı olduğu anlatılır, diğer yandan da bu tür örgütlerin uyguladığı şiddet, o anlatılanları doğrular.
Müslümanlara karşı kafası zaten ön yargılarla doldurulmuş olan birisi, bir ülkenin, kendisini Müslümanların da lideri olarak gören Cumhurbaşkanı’nın, bir ibadethanede, elinde mikrofonla bir sanatçının dilini koparmayı görev olarak ilan etmesini nasıl algılar?
“Hakaretlerin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Âdem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir.”
Bu sözleri ortalama bir Batılının nasıl algılayacağı belli.
Cumhurbaşkanı’nın hem böyle konuşup hem de İslamofobi’den şikâyet etmeye hakkı yok, kusura bakmasın.
Batılıları bir kenara bırakalım, o caminin bu konuşmaya muhatap olan cemaati, “dil koparma görevini” nasıl algılar?
Yarın içlerinden birinin bu görevlendirmeyle harekete geçmeyeceğinin garantisi nedir?
Bu ülkede koca bir otel, aynen böyle bir kışkırtmayla yakılmadı mı? Sivas’ta 35 kişi bu tür bir kışkırtmanın sonucunda katledildi.
Böyle kışkırtmalara kendini kaptıran ve “meczup” denilerek işledikleri cinayetleri küçümsenenler, kaç kişiyi öldürdüler?
Cumhurbaşkanı’nın istediği de her halde bu olmamalı.
Unutmamalı ki bu ülkeyi kendisi yönetiyor ve “Fırat’ın kıyısında kaybolan kuzudan” bile kendisi sorumlu.
Küçük ortağının kuyruğuna takılıp, memleketi sarsacak bir şiddet dalgasının yardımıyla seçimden galip çıkacağını zannetmesin.
Kahramanmaraş ve Çorum katliamlarının kimlerin işine yaradığını hatırlayabilecek yaşta.
Bu memleketin camileri kin ve nefret duygularının topluma yayıldığı yerler olmamalı.
İslam’ın insanlığa mesajı bu mu?
İslam’dan anladığınız buysa, ülkedeki ateist ve deist sayısının artmasına niye şaşırıyorsunuz?
Müslümanlar, inançlarını şiddete başvurmadan savunamayacak kadar aciz insanlar mı?
***
“Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
Bu paragrafı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel’in, Erdoğan için yazdığı bir savunma dilekçesinden aldım.
Erdoğan, Afrin operasyonuna karşı çıkan ve milletvekillerine mektup gönderen 170 aydın hakkında, “alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş” gibi ifadeler kullanmıştı.
Aydınların açtığı davada mahkeme, Erdoğan’ın avukatının savunmasını haklı bulup, beraat kararı vermişti.
Erdoğan ve adamları çifte standartlı bir hayat yaşamak istiyorlar.
Sedef Kabaş söylerse hapsi boyluyor. Ama kendileri herkese her şeyi söylemek özgürlüğüne sahipler.
İktidar medyası dünya yalakalık rekorlarını altüst ederken sorun yok, Fox TV’de Selçuk Tepeli bir eleştiriyi dile getirdiği için “soruşturuluyor”!
Kendileri konuştuğu zaman “toplumun bir kesimine yönelik saldırgan, rahatsızlık veren ve şok edici sözler” söylenmesi serbest.
Ancak başkası konuşursa dikkat etmek zorunda.
Çünkü bu arkadaşlarımızın bazı “hassasiyetleri” var.
Hassasiyetleri duruma ve o gün izlenecek politikaya göre değişebiliyor.
Bir bakmışsın bayrak, vatan, millet filan gibi milliyetçilik telinden çalıyorlar.
Bazen de Sezen Aksu olayında olduğu gibi dindarların duygularını kaşımak istiyorlar.
Bu ülkede inançları nedeniyle kimse ayrımcılığa uğramamalı. Bu konuda herkes hemfikirdir sanırım.
Ancak inançlar arasında bir hiyerarşi varmış, bazı inançlar diğerlerinden daha üstünmüş gibi bir havanın iktidar tarafından yaratıldığı da kesin.
Hem çoğulculuktan, hoşgörüden, açık fikirlilikten bahsedeceksiniz hem de “Âdem babamıza hakaret ettin” diye yeri göğü ayağa kaldıracaksınız. Bu olmaz.
İnanç özgürlüğü, aynı zamanda hiçbir şeye inanmama özürlüğünü de kapsar.
İnançlı insanlar bu durumdan rahatsızlık duyuyorlarsa, yapacakları şey o şarkıyı dinlememek, o filmi izlememek, o kitabı, yazıyı okumamaktır.
“O şarkıyı söyleyemezsin, bu kitabı yazamazsın, öyle konuşamazsın” demek, demokratik toplum ideallerine bağlıysanız mümkün değildir.
Fikir ve inanç özgürlüğünün sınırsız olduğu toplumlarda bakın Hz. İsa’yı, Meryem Ana’yı bile ne kılıklara sokuyorlar.
Bunlar yapılıyor diye Hristiyan inancı zayıflıyor mu?
Hatta tam tersi. Bunların özgürce yapılamadığı yerlerde inanç zayıflıyor.
İktidardaki siyasal İslamcı – milliyetçi koalisyonunun kopardıkları yaygaraya bakarsak, söylenen en küçük bir sözün bile dine, millete zarar verdiğini düşünebilirsiniz.
Bu kadar basit olabilir mi?
Müslümanların inançları, bir sözden, bir karikatürden, bir şarkıdan dolayı sarsılabilir, zarar görebilir mi?