Gallup'un 122 ülkede yaptığı "duygular anketi" sonuçlarına göre, Türkler öfkede ikinci, üzüntüde üçüncü oldu.
"Niye birinci değiliz" diye merak ediyorsanız söyleyeyim, öfkede Lübnan'a, üzüntüde Afganistan ve Lübnan'a geçiliyoruz.
"Son 24 saatte güldünüz mü" sorusunda ise sondan ikinciyiz.
Araştırmaya göre skorlarımız şöyle: Öfkelenmede dünya ikincisi, üzüntüde dünya üçüncüsü, streste dünya üçüncüsü, mutlu hissetmekte dünya 120'ncisi, gülümsemekte dünya 121'incisi, son 24 saatte yeni bir şey öğrenmek konusunda dünya 121'incisi, "sırt üstü yattım dinlendim" klasmanında dünya 119'uncusu!
Konda'nın araştırmasına göre de memleketimizin yüzde 80,4'ü "işlerin iyi gitmediği" kanaatinde.
Yüzde 68,2'miz ekonomik olarak gelecekte daha kötü durumda olacağımızı düşünüyor.
Çok şaşırtıcı sonuçlar değil.
Türk – İş'in araştırmasına göre bitmekte olan haziran ayında açlık sınırı 6 bin 391 lira, yoksulluk sınırı ise 20.818 lira oldu.
Böylece haziran itibariyle açlık sınırı ve asgari ücret arasındaki fark haziranda 2 bin 138 liraya çıktı.
Bunun önemini şuradan anlayalım ki Türkiye'de asgari ücret ile çalışanlar toplam çalışanların yüzde 36,2'sini oluşturuyor.
Halkımızın neredeyse dörtte üçü yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Düzgün beslenemiyor, geleceğinden endişeli, umutsuz.
Gülemiyor, mutlu olamıyor, sürekli bir gerginlik içinde. Kendisi gülemezken gülene sinirleniyor, aç yatarken tok olana kızıyor.
Ülkeyi bu hale getirenlere karşı duyması gereken öfkesini ise trafikte kavga ederek, maçta küfrederek, kendisi gibi olmayanlara düşman gibi bakarak çıkartmaya çalışıyor.
Sokaklarda dolaşan akli dengesi sorunlu insanların sayısının artmış olmasında da bu nedenle şaşılacak bir şey yok.
Rejimin de bu öfkenin asıl muhatabına yönelmesini önleyecek silahı çok.
Freud'un bireyler için "öfkenin yer değiştirmesi" olarak tanımladığı olgu, otokratların elinde, toplumları kendi asıl dertlerinden rejimin tarif ettiği tehlikelere karşı yönlendirmek için kullanılıyor.
Bu kimi zaman Geziciler oluyor, kimi zaman LGBTİQA+ bireyler.
Kürtler deseniz her zaman tehdit! Sadece elinde silah dağda gezenler değil, HDP'nin seçilmiş milletvekilleri ve onlara oy verenler de!
Bazen Suriye'de savaş ilan ediyor, bazen Yunanistan ile savaşmak istiyor.
Bir ara Suudiler ve Körfez Arapları düşmandı, paranın ucu gösterilince onlarla düşmanlıktan vazgeçildi.
Bunun için içerdeki gerilimin canlı tutulması lazım.
Kamu kaynaklarıyla ele geçirilmiş medya da bu iş için biçilmiş kaftan.
Kerameti kendinden menkul uzmanlar Türkiye'ye karşı kurulmuş dehşet verici komploların binini bir paraya satıyorlar.
Rejimin başı her gün bir yerde nutuk atıyor. Hedefinde yine dış düşmanlar, onlarla iş birliği yapan CeHaPe zihniyeti vs. var.
Muhalefetin tutumu da arttırılmaya çalışılan bu gerilimin altına ateş atmaktan ileri gitmiyor.
Kavga ortamı canlı kaldıkça, kararsız kitlelerin rejimin büyük partisinden gerçek bir kopuş yaşaması da mümkün olmuyor.
Muhalefetin "ben iktidara gelince bunlar düzelecek" vaadi yetmiyor.
Milletin her gün yaşadığı sorunların varlığını lafla tekrarlamak da!
Somut, elle tutulur şeyler söylemek gerek.
Bu vaadi gerçekleştirebileceği güvenini yaratacak bir Cumhurbaşkanı adayı ile!..
Millete sarılacağı bir umut vermek gerek ve muhalefet seçime bir yıl kalmışken hâlâ havanda su dövüyor!
Her Çinliye bir portakal satarak Türkiye'nin ekonomisini kurtarma hayalini Kenan Evren kurmuştu.
Müthiş bir şey olacaktı.
O tarihte Çin'in nüfusu 1 milyarı yeni geçmişti, bu 1 milyar portakal anlamına geliyordu, yani yaklaşık 250 milyon kilo!
Ama kısmet işte, olmadı. Kenan Evren küçük iki ayrıntının farkında bile değildi. Birincisi o kadar portakal üretemiyorduk, ikincisi Çin, o tarihte dünya portakal üretiminde beşinci sıradaydı. Ürettikleri bütün portakalları sıkıp üzerimize boca etseler Türkiye'yi sel götürürdü!
Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük iktisat teorisyeni Recep Tayyip Erdoğan'ın da Evrenvari bir istihdam teorisi vardı, hatırlarsınız.
Odalar Birliği üyelerine davet yapmış, "her üye iki kişiyi işe alsa Türkiye'de işsizlik kalmaz" demişti.
Bu da olmadı. Demeç vererek Erdoğan'ın bu büyük buluşunu alkışlayanların hiçbiri fazladan bir kişi bile istihdam etmedi.
Eski notlarımı karıştırırken buldum, nasıl unutmuşum, hayret.
İki hafta önce Erdoğan seçim kazanma formülünü de şöyle açıklamış:
"Şu anda 11 milyon üyemiz var, her üye yanında bir kişi getirirse 2023'te 23 milyon üye hedefine ulaşırız, seçimden önce seçimi kazandık demektir."
Gerçi 11 milyon kişi yanında bir kişi getirse 23 milyona ulaşmaya 1 milyon kalıyor ama o kadar hesap hatası yapması normal.
Çünkü biliyorsunuz kendisi iktisatçı, matematikçi değil!
AKP iktidarının en çok övündüğü işlerden biri de "hava ambulans" hizmetiydi.
Ancak yükselen döviz fiyatları bu işi de sekteye uğratmış.
Sağlık Bakanlığı, kur farkından doğan maliyetler nedeniyle 5 ilde hava ambulans hizmetini durdurmuş bulunuyor.
Buna göre Sivas, Çanakkale, Malatya, Bursa ve Afyon'da hava ambulans hizmeti verilmeyecek.
Oralarda acil nakil ihtiyacı olan hastalar, kara yolunu kullanmak zorunda kalacaklar.
Geçen seçimde bu illerin hepsinde AKP birinci partiymiş.
Erdoğan'ın en çok övündüğü şeylerden vazgeçmek zorunda kalması, ekonomik durum hakkında kendisine hiçbir fikir vermiyor mu acaba?