MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısı adı altında düzenlediği müsamerede bir sağına, bir soluna dönerek (belli ki iki prompter varmış) uzun bir nutuk attı.
Kamuoyu, Bahçeli'nin bu konuşmasında AKP – HDP heyetlerinin görüşmesi ile ilgili olarak nasıl bir yorum yapacağına yoğunlaşmıştı.
Sanırım o nedenle bu konuşmasında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun etnik ve dini kimliğiyle ilgili nefret suçu oluşturabilecek sözleri gündeme gelmedi.
Bahçeli şunu söyledi:
"Kılıçdaroğlu, özel görevle yetkilendirilmiş taşeron bir siyasetçidir. Bu görev Atatürk'ü itibarsızlaştırma ve CHP'yi silme görevidir. Bu görevinin temelinde Dersim İsyanının rövanşını almak yatmaktadır."
Gördüğünüz gibi ciddi bir iddia ortaya atıyor ama genellikle olduğu gibi bununla ilgili herhangi bir kanıt da konuşmasında ortaya koyabilmiş değil.
Kılıçdaroğlu'nu kim görevlendirmiş? Onu nasıl CHP'nin başına geçirebilmiş?
Bunları sadece kendisi biliyor sanırım.
Ancak bu bilgileri nereden aldığını ve bu suçun kanıtlarını niye hepimizden saklıyor, bunu bilemiyoruz.
Madem öyle açıklasa da herkes öğrense, cumhurun bekası açısından daha yararlı olmaz mı?
Ve bu boş iddialarının ardından sözü döndürüp "Dersim İsyanının rövanşını almaya" getiriyor.
Yapmak istediği çok açık bir şekilde Kılıçdaroğlu'nun etnik ve dini kimliğini öne çıkarmak. Bu özelliğiyle onu ötekileştirip, itibarsızlaştırmak.
Hazır yeri gelmişken, buraya Recep Tayyip Erdoğan'ın 23 Kasım 2011 günü, saat 19.53'te yayınladığı bir sosyal medya mesajını aktarayım, bakalım gelecek hafta düzenlenecek grup müsameresinde bundan da söz edecek mi?
Erdoğan o mesajında şöyle diyordu:
"Dersim olayları sebebi ile devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben özür dilerim ve diliyorum."
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlı Dezenformasyonla Mücadele Birimi diye bir birim kuruldu.
Bu birim bir de bülten yayınlıyor ve "haberin doğrusunu" aktardığını iddia ediyor.
Bu bültenlerin 2 sayılı olanında Amasra'daki madende işlenen iş cinayeti ile ilgili olarak şöyle deniliyordu:
"Sayıştay raporlarındaki öneriler dikkate alınmış, hatta mevzuatın gerektirdiğinden daha fazla tedbir alınmıştır."
Önceki gün Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı'na sunulan 270 sayfalık fezleke, madendeki kazanın göz göre göre geldiğini ortaya koydu.
Giderilemeyen sensör arızalarının, 350 kez alarm veren havalandırma vantilatörünün dikkate alınmadığı anlatılıyor.
Fezlekeden bir bölümü okuyalım:
"Amasra Kömür İşletmeleri Müessesesinin genel işleyişine bakıldığında, ihmaller zincirinden bahsetmek mümkündür. Kural ihlallerinin yaygınlığı ve denetimsizliğin tüm işletmeyi uzunca bir süredir disiplinsiz bıraktığı, özellikle iş sağlığı ve güvenliği açısından bir vurdumduymazlığa sürüklediği anlaşılmıştır. Personelin yetkin ve norm kadroya uygun olmaması, hatta müessesede 43 yıldır görevli olan müdür yardımcısının iş hayatı boyunca yer altına hiç girmediğini beyan etmiş olması ve benzeri birçok konu, ihmaller zincirini oluşturmuştur. Ayrıca yönetimsel zafiyet ve ihmalin en risk oluşturan kısmı ise iş güvenliği için gerekli analizlerin yapılmamasıdır ve yaşanan patlama olayını kaçınılmaz kılmıştır."
Buradan anlıyoruz ki iş cinayetini "kader planına bağlama" çabası, Dezenformasyonla Mücadele Birimi'ni dezenformasyonu bizzat yapmaya yöneltmiş.
Bu birimdeki görevlilere hatırlatmak isterim ki "yalancı çoban" masalı, görevinizi yaparken hep kulağınıza küpe olsun.
Hatta Fahrettin Bey'e şunu önermek isterim ki bu masalı her sabah mesai başlamadan önce herkesin okuyup, iyice anladığından emin olsun.
Bu işi Amasra'daki iş cinayetinin ardından yaptıkları gibi yaparlarsa, günün birinde mesailerine en çok ihtiyaç duyulacak bir dezenformasyonda onlara kimse inanmaz.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu neredeyse her gün ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor ama geçtiğimiz hafta öğrendik ki Sırbistan'ın mafya liderlerinden biri yıllardır İstanbul'da yaşıyor ve "işlerini" buradan yönetiyormuş.
Böyle bir şeyin polisin gözünden kaçabilmesi nasıl mümkün oldu, gerçekten çok tuhaf bir durum.
Bu adamı bir koruyan, kollayan mı vardı?
Bu incelenmeye muhtaç bir durum ama bu iktidar seçimi kaybedene kadar bu incelemenin yapılmayacağını biliyoruz.
Tıpkı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri'nde hazırlanan yolsuzluk dosyalarını "ben de araştıracağım" diyerek belediyelerin elinden alıp, üzerine yatması gibi.
Dosyaları aldığı günden beri gören olmadı.
Yargının bu halinde bile savcılara, hâkimlere güvenip dosyaları ortaya çıkaramadılar.
Bu dosyaların içinde ne var? Bu dosyalarda yazılan suçları Bakan Soylu niye koruyor? Siyasi çıkar peşinde mi yoksa o da bunlara ortak mı?
Kendisine gazeteci süsü veren ve bu özelliğiyle AKP medyasında bir dönem baş tacı edilen bir tip, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz'dan (SBK), İçişleri Bakanı Soylu'ya verilmek üzere 10 milyon Euro istemişti.
Bu çetenin başka iş adamlarından da Bakan ile görüştürme karşılığı para söğüşleyip söğüşlemediğini de doğru dürüst bir soruşturma yapılmadığı için bilemiyoruz.
Bu para kimler arasında, hangi oranlarla paylaşılacaktı?
SBK, "avanta almak için kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" söylemişti.
SBK'nın adamlarını rehin tutan güvenlik görevlileri kimlerdi? Bunu kimin emriyle yaptılar, karşılığında ne elde ettiler?
Adalet Bakanı Yardımcısı yapılarak ödüllendirilen bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri bir an için kaldırdılar.
Böylece 150 milyon dolarlık servet bu sayede uçup gidiverdi.
Savcı ve hâkim yukarıdan bir talimat aldıkları için mi bunu yaptılar yoksa rüşvet mi aldılar?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir politikacının mafyadan maaş aldığını açıklamıştı.
Bu ismi bilen bir savcı da var, zaten bu isim onun elindeki bir dava dosyasında da yer alıyor.
Mafyadan rüşvet alan AKP'li politikacı kim? Niye korunuyor?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |